Son birkaç yıldır kadın hareketinin erkek egemen faşist rejimin alan yasaklarını tanımadığı ve sokak mücadelesinde ısrar ettiği konusunda hepimiz ortak fikirdeyiz. Hareketin politik eylem hareket tarzının savunmacı ve protestocu olduğunu düşünenlerimizin sayısı da az değil. Durumu değiştirme arayışında olan dinamikler, hareketin gelişim yönüne, kapsam alanına, eylem tarzına dair çeşitli sorular sorma, hareketi anlama ve gelişimini yönetme çabasında.
Bir yanda faşist rejimin yönetememe ve ittifak politikasında yaşadığı krizin derinleşmesi, erkek rejimi tahakküm etmek için İslami geleneksel aile yapısını oluşturması, toplumsal cinsiyet rollerini ve çelişkisini keskinleştirmesi, kadın gündemleri ekseninde toplumsal saflaşmayı derinleştirmesi, toplumu ideolojik olarak değiştirme mücadelesi, erkek egemen gerici direnişi örgütlemesi, diğer yanda ise bu kapsamlı inkâr-imha saldırıları karşısında kadın hareketinin kazanımlarını koruma mücadelesi, kitlesel, birleşik ve militan eylemlerin örgütlenmesi, saldırıyı püskürtme ve faşizmi yenme politik mücadelesini oluşturması arayışları. Cins savaşımının geldiği noktaya baktığımızda kadın özgürlük mücadelesi özneleri ile erkek egemen rejimin özneleri dolaysız bir şekilde karşı karşıya. İşte burada en önemli ve acil çözülmesi gereken konu politik cins savaşımında kitleleri kimin kazanacağı sorunudur.
Faşist rejimin yenilmesi için kadın hareketi başta olmak üzere emekçi sol hareketin bugünki görevi; cins çelişkisinin politik saflaşmada ve toplumsal ayrışmada öneminin kavranması, kadın kitleleri arasında sistematik ve sürekli örgütlenme, propaganda çalışmasının yapılması, faşist rejimin tabanı olan ve ona yedeklenen emekçi kadın kitlelerini kazanmanın yollarının bulunması, ezilen erkeklerin erkek egemen düzenin öznesi olmaktan uzaklaştırılmasıdır. Ancak bu görevler yerine getirildiği zaman kadın hareketi politik cins savaşımının öncüsü olabilir ve yıkıcı bir güç haline gelebilir.
Cinsiyet Rejiminin Filtresi Aile
AKP iktidara geldiğinden itibaren daha da sistematikleşen, soykırıma dönüşen kadın katliamlarının; faşizmin kadın düşmanı politikaları ile katmerlenerek devam edeceğinin kanıtı Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanı Derya Yanık’ın “pandemi döneminde erkek şiddeti tolere edilebilir” söylemidir. Faşist rejim iktidara geldiği yıllarda insan-kadın haklarını koruma politikası izleyeceğini beyan etmesine rağmen, ilerleyen yıllarda milli aile haklarını koruma politikasını benimsediğini uyguladığı politikalarla, çıkardığı veya iptal ettiği yasalarla gösterdi. 2011 yılında Kadından Sorumlu Devlet Bakanlığı’nı Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı olarak değiştirip 2018 yılında ise Aile, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’na dönüştürerek, “En az üç çocuk doğurun”, “Her kürtaj bir Uludere’dir” açıklamaları ile kürtajı yasaklayan yasalar çıkararak, “evlilik mağduru” dediği çocuk istismarcılarının affı ile çocuk istismarını meşrulaştırarak, nafaka, boşanma hakkını zorlaştıran yasalar çıkararak, Onur Yürüyüşü’nü yasaklayarak, İstanbul Sözleşmesi’nden çekilerek, sistematik bir şekilde “milli-yerli değerlerinize sahip çıkın” çağrısı yaparak, kadınların nasıl giyineceğine, ne zaman ve kiminle evleneceğine, yaşamın içerisinde nasıl konumlanacağına karar verme hakkını erkeğe vererek faşist erkek egemen sistemin inşa sürecini oluşturan ve aile kurumunu güçlendiren politikaları hayata geçirdi.
Faşist rejim kendini belli düzeyde kurumsallaştırmasına ve 2013 yılından itibaren kadın kitlesine yönelik sistematik saldırmasına rağmen, kadın kitlelerini istediği düzeyde denetim altına alamadığından dolayı erkek egemen rejimi çıkarlarına uygun kurumsallaştırmada başarılı olamadı. KADEM gibi kendi çıkarları için kurduğu kadın örgütlerine rağmen kendi kadın kitlesini tam olarak yaratamadığından dolayı kadın üniversiteleri kurma saldırısını geliştirdi. Kendi kadın kadrolarının ve işçi kadınların yetiştirilmesini, “makbul kadının” yaratılmasını amaçladı. Genç kadınlar ise kadın akademisyenlerin ihraç edilmesine, toplumsal cinsiyet eşitliği kavramının üniversitelerde yasaklanmasına, KASAUM çalışmalarının sınırlandırılmasına, müftülerin ve cami hocalarının genç kadınların eğitim hakkını ve yaşam tarzını hedef alan açıklamalar yapmasına, KYK yurtlarında giriş çıkış saatlerinin erkene alınmasına, kadın araştırma merkezlerinin kapatılmasına duyduğu tepki ile aile ve evlilik kurumundan ve AKP faşist iktidarından uzaklaştı.
Kadın Özgürlük Mücadelesinin Sorunları ve Yönü
Faşist erkek egemen rejim, saray-cins çelişkisinin derinleştiğinin, kadın kitlelerinin artık eskisi gibi yaşamak istemediğinin, kazandığı kazanımlardan büyük bedeller ödese de vazgeçmeyeceğinin, salgın koşullarında ev içi köleliğin, sömürünün daha fazla artmasından dolayı kadınların “artık yeter” isyanının büyüdüğünün farkında. Bu sebeplerden dolayı bir yanda kendi ittifak kuvvetlerinin taleplerini, tabanından gelen erkek egemen istekleri karşılamaya çalışırken, bir yanda da kadın özgürlük mücadelesinin bedel ödeyerek, emek harcayarak kazandığı kazanımlarını yok ederek, militan ve birleşik kadın mücadelenin gücünü kırma arayışında. Kadın hareketinin sokak mücadelesindeki ısrarı, 8 Mart ve 25 Kasımlarda sokak yasaklarını tanımayan militan, kitlesel ve birleşik direniş tutumu, LGBTİ+ların onur yürüyüşleri, hareketin faşizme yenilmeme, alan yasakları tanımama, erkek-devlet kirli işbirliğini teşhir eden hareket tarzı rejimin planladığı saldırıları istediği düzeyde hayata geçirmesinin önündeki belli başlı engellerdir.
Faşizmin cins politikalarına yönelik öfkenin savaş-işgal politikalarına karşı oluşmaması, devlet eliyle işlenen kadın cinayetlerinin mücadelenin konusu yapılmamasındaki eksiklik, alan yasaklarının sadece 8 Mart ve 25 Kasımlarda kitlesel protesto ve fiili olarak tanınmaması hareketin mücadele çizgisinin protestocu-savunmacı tarz üzerine şekillendirmesinin nedenlerinden bazılarıdır. Bu sebepten dolayı emperyalist küreselleşme politikalarının dönüşümüyle faşist rejimin inşasını engelleme veya faşizmi yenmeye odaklanmış politik bir hat örgütleme sancıları yaşıyor.
Kapitalist sistemin ilişkilerinin sermaye ve devletten bağımsız düşünülmesi imkansızken, erkek egemen ilişkiler de sermaye ve devletten bağımsız düşünülemez. Kadın hareketi bu üçlü iktidara karşı politika üretmesi, kadın kitlelerini örgütlemesi gerekirken kendini erkek egemen faşist rejimin kadın düşmanı politikalarına yanıt üretmekle sınırlandırdı. Pandemi döneminde ev içi şiddetin ve sömürünün artmasına karşı alternatif politika oluşturamayan hareket, infaz yasası çıkarıldığında protesto eylemleri örgütlemekte, sesini yükseltmekte, İstanbul Sözleşmesi’nden çıkma tartışmalarında, kadın cinayetlerine karşı sokak mücadelesini yükseltmektedir. Pandemi sürecinde iktidar “yasa değişikliği, şiddet” gibi yöntemlerle değil “Hayat eve sığar” politikası ile önce kadınları eve hapsetti. Pandemi koşullarında kadın hareketinin birçok öznesi, kadın kitlelerine evden çıkmayı önermediği gibi belli bir ana kadar da sokakta mücadele örgütlemesini, basın açıklaması yapılmasını doğru bulmadı. Normalleşme politikası ile iktidarın izin verdiği alanlarda politika yapmaya ve üretmeye devam etmesi kadın hareketinin dayandığı sınırları daha fazla açığa çıkardı. Bu politik hareket tarzı sadece erkek egemen ilişkilerden uzaklaşmayı esas alan bir kadın mücadelesini ve bireysel özgürlük fikrini öne çıkarır, kadınların sistem dışı mücadele örgütlemesinin önüne geçer. 1970’ten 2000’li yıllara kadar hizmet sektöründe istihdam edilen 53 milyon insanın yüzde 60’ı kadın işçiydi. Ancak bu dönemde feminist hareket kadınların üretimde istihdam edilmesini özgürleşme olarak kabul ettiği için; kadınların yaşadığı emek sömürüsüne dair politika oluşturmayı gündemine almadı.
Kadınların kendi bedeni ve yaşamı üzerinde söz sahibi olma mücadelesi kesinlikle politik bir mücadeledir. Ama bu mücadelenin siyasal mücadele kulvarından çıkarılıp kadının bireysel özgürlük mücadelesine dönüştürülmesi, toplumsal cinsiyet eşitliğini sağlamayacağı gibi kadınların mücadeleye de sadece “birey-bağımsız” olarak katılımını sağlayacaktır. AKP’nin kurumsallaştırmak ve süreklileştirmek istediği faşist erkek egemen rejimin açtığı cins savaşına karşı sadece yaşam hakkı için mücadele yürütmek dar ve iktidar perspektifinden uzak bir mücadele olacaktır. Kadın özgürlük mücadelesi tüm kitleselliğine, bazı anlardaki hızlı refleksine rağmen sadece kadın gündemlerine müdahale ederek cins mücadelesine sıkışma ve kazanım elde etmeye daralmaktadır. Kürtaj ve çocuk istismar yasasına karşı verilen güçlü mücadeleye rağmen AKP faşizmi kürtajı devlet hastanelerinde fiilen yasakladı. Cinsel istismar yasasını yasallaştırdı. Şule Çet, Emine Bulut gibi kadın katliamlarında erkek egemen rejime karşı kitlesel-yaygın, yasaklı meydanlarda kadın eylemleri örgütlense de genel olarak kadın katliamlarının durdurulmasına yönelik radikal, özsavunma çizgisini esas alan ve hesap soran, sonuç alıcı politika üretemedi.
Kadın hareketinin; 21 Mart, 1 Mayıs, Efrin, Metina işgalinde, iş cinayetlerinde, faşist rejime karşı uzun süredir söz söylememesi, kendini bu politik sorunların uzağında görmesi, politik bir tutum beyan etmemesi hareketin uzun süredir yaşadığı handikap ve zayıflayan yanıdır. Mafya-kontrgerilla çete lideri Sedat Peker’in videoları üzerinden yaptığı ifşalarda Mehmet Ağar’ın oğlu Tolga Ağar’ın Yeldana Kahraman’a tecavüz edip, sonra da katlettiğini açıklaması karşısında sokağa çıkması, takvimsel günlerin ve beden politikalarının yanında yoksulluğa, işsizliğe, savaş ve işgal politikalarına karşı somut politik mücadele örgütlemesi yaşadığı handikapları açacak temel yol haritasıdır.
Bugün kadın özgürlük mücadelesinin siyasi strateji bütünlüğü ve iktidar perspektifi olmamasının elbette birden fazla sebebi var: Bunlardan bazıları karma örgütlerin özerk kadın çalışmasını daha çok 8 Mart ve 25 Kasım gibi takvimsel günlere sıkıştıran mücadele anlayışı, toplumsal gündemlere dair kadın yanlı politikanın üretilmemesi, Kürt kadın hareketinin sömürgeci-inkarcı politikalar dışında kadın eksenli gündemlerle ilgili mücadele örgütlememesi, demokratik kadın hareketinin en geniş kadın bileşeni örgütleme anlayışından dolayı hareketsizliğe sürüklenmesidir.
Kadın cinayetlerine ve kadına yönelik şiddete karşı mücadele hareketin merkezinde olmasından, kadın eksenli gündemlerle politik mücadele alanını sınırlandırılmasından, çarpışmanın toplumsal değil “özel” görülmesinden dolayı faşist rejime karşı örgütlenen mücadelede strateji tek yanlı, sınıf-dışı siyaset oluşturulmaktadır. Mücadele kapitalist sistemin erkek cinsiyle yaptığı egemenlik sözleşmesinin sonucu oluşan ve kurumsallaşan, toplumsal cinsiyet rollerinin sürekliliğini sağlayan aile kurumu, erkek egemen düzenin varlığını koşullayan sistemi yenilgiye uğratma perspektifiyle örgütlenmedikçe cins özgürlükçü bir yaşam kurmanın koşulu yoktur.
Toplumsal mücadele ile arasına koyduğu mesafenin nedenleri net sorgulanmadan, toplumsal politik gelişmeler karşısında eylemli özeleştiri verilmeden, kadın kitlelerini devrim ve kadın özgürlük mücadelesiyle buluşturma kararlılığı vazgeçilmez bir görev olarak üstlenilmeden, tek bir gündeme ve takvimsel günlere hapsolmuş çalışma tarzı değiştirilmeden, kitle hareketinin değişik gündemleriyle kadın hareketinin somut ve eylemsel özgün bağı kurulmadan, kadın hareketinin toplumsal mücadelelere karşı politik-ideolojik ilgisizliğinin kırılması, ilerlemenin önündeki politik statükonun aşılması, tıkanmış ve sınırına gelmiş mücadelenin yollarının açılması mümkün değildir. Kadın hareketinin bu gerçekliğe uygun tarzda aldığı mücadele pozisyonunu, kadın kitleleri arasında politik-örgütsel güç olup olmadığını, mücadeleyi ileri bir düzeye nasıl sıçratabileceğini, mücadelenin denge durumunu nasıl değiştirebileceğini, hangi mücadele biçim ve araçlarının etkili olabileceğini tartışması, sonuçlar çıkarması ve yol haritası oluşturması en acil görevlerinden biridir. Açıktır ki, bu perspektife bağlı mücadele doğrultusu ile emekçi kadın kitleleri ile somut bağ kurulabilir, öz örgütlülük yaratılabilir, yoğun eylemin pratiğinden cins ve sınıf bilincinin oluşması başarılabilir.
Ne Yapmalı?
Erkek egemen düzen toplumsal saflaşmayı cinsler arası bir saflaşmaya götürmeye, sınıf bağlamından kopararak erkek bireyin şiddetiymiş gibi gösterme çabasında. Ve ayrıca kadınların birbirine karşı politik saflaşmasını da derinleştirme arayışında. İşte bu tehlikeli politika karşısında kadın hareketi toplumsal cinsiyet çelişkisini merkezine alarak toplumu saflaştırma politikası izlemeli, toplumsal cinsiyet çelişkisini toplumsal mücadele ile bütünleştirmeli, çelişkiyi keskinleştirmelidir. Kadın özgürlük güçleri ile faşist erkek egemen rejim arasındaki savaşımda taraflar kendi tabanını oluşturmaya, özneleştirmeye, konsolide etmeye, kararlı olmaya ve saflaştırmaya çalışıyor. İki temel karşıt güç cins savaşını kimin kazanacağını planlıyor. Politik-örgütsel-ideolojik hazırlığını buna göre yapıyor. Tam da bundan dolayı kadın hareketi politik mücadelenin ittifak güçlerini, kuvvetlerini, dolaylı-dolaysız yedeklerini tartışmalı ve belirlemeli, emekçi kadın kitlelerinin ana bölüğünü kazanmak için kadın kitleleri arasında sistematik ve sürekli çalışmanın örgütlenmesini merkezine koymalı, ezilen sınıfa mensup erkeklerin saflaştırılması ve yedeklenmesi sağlamalıdır. Kadın hareketi rejim karşısında öne çıkan toplumsal mücadelelere katılımı, erkek egemenliğine karşı saflaşmayı, toplumsal cinsiyet eşitliği ve ezilen kadınların konumu temelinde mücadeleyi örgütlemediği, geliştirmediği her durumda politik düzeyini koruması olanaksızdır. Toplumsal saflaşmanın ve ayrışmanın çok keskin olduğu bu dönemde kadın hareketinin politik-örgütsel-ideolojik konumlanması doğru ve etkin olmalıdır.
Mücadele eden kesimlerin daha etkin, daha aktif olması, sokağa çıkmayan emekçi kadın kitlelerinin sokağa çıkması, ezilen tüm kadınları toplumsal saflaşma politikası çerçevesinde kazanılması, erkek egemen direniş karşısında fiili karşı duruşların örgütlenmesi ve özsavunmanın refleks haline getirilmesine öncülük edilmesi, kadın hareketinin temel dinamikleri ile birleşik mücadele hattın örülmesi, LGBTİ+ hareketiyle buluşma ve dayanışma eylemlerinin var edilmesi, anti-faşist, anti-kapitalist-cins özgürlükçü mücadelenin örgütlenmesi en asgari görevlerdir. Zorlu ancak zorunlu olan bu görevin üstesinden ancak sosyalist kadınlar gelebilir ve toplumsal cinsiyet eksenindeki saflaşmanın doğru eksende şekillenmesine önderlik edebilir.
Sosyalist kadın hareketi de bu eleştirilerden azade değildir elbette. Sosyalist kadınlar da kadın özgürlük mücadelesinin kazanımlarının ağır tehdit altında olduğunu görmeli, kadın devrimini programını belirleyen ilkeleri esas almalı, feminist hareketle ayrışma ve birleşme noktalarını iyi ortaya koymalı, kavramların ideolojik mücadelenin argümanları olduğunu unutmadan mücadele etmelidir. Erkek egemen rejimin saflaştırma politikası karşısında ezilen emekçi kadın kitlelerini saflaştırma, onlarla buluşma, seferber etme hattını geliştirmeli, hangi mücadele araç ve biçimlerini kullanacağını, kadın kitlelerini nasıl örgütleyeceğini, öz örgütlülüklerini nasıl kuracağını, kadın mücadelesi yöntemlerini ve ilkelerinin ne olduğunu sormalı ve net cevaplar vermelidir.
Kadın hareketinin politik özneleri, muhalefet ve protestocu ruh halinden ve dayanışmacı mücadele tarzından çıkıp toplumsal saflaşmayı cinsiyet çelişkisi ekseninde örgütlediği daha iddialı, kararlı, militan ve yıkıcı bir güç olarak harekete geçtiği oranda kazanacaktır.