Yarım kalmış bir düşün kolektif emek ve çabayla tamamlanma serüveni olan bir kitap Gökkuşağından Ezgi’ye Mektuplar… Kitap fikri 2015 yılında Suruç’ta katledilen 33 düş yolcusundan biri olan Aydan Ezgi Şalcı’ya ait. 26 Mart 1996 yılında Ordu’da hayata gözlerini açtığı zamandan 2015 yılında ölümsüzlüğe uğurlandığı zamana kadar gencecik yaşamına birçok hikâye ekliyor Ezgi. Birçok kadının, LGBTİ+’nın, gencin; kısaca ezilenlerin umudunu, acısını, öfkesini kendi duygularına ekliyor. Lise yıllarında öğrenci gençliğin yaşadığı sorunlara ilgi duyuyor. Önce Dev-Lis ardından da Liseli Öğrenci Birliği (LÖB) ile gençlik çalışması yürütüyor. Bitmeyen enerjisini ve zapt edemediği öfkesini Sosyalist Gençlik Dernekleri Federasyonu (SGDF) ile 19 Mayıs Üniversitesi’nin amfilerine taşıyor. Kıpır kıpır yaşam dolu bir kadın Ezgi. Hem kendi özgürlüğüne hem LGBTİ+’ların, işçilerin, halkların, kadınların yani tüm ezilenlerin özgürlüğüne olan inancı ve umudu; politik mücadelenin içinde yer almasına neden oluyor. HDP seçim çalışmalarında gönüllü olarak yer alıyor, genç kadın çalışması yürütüyor. Erkek egemen kapitalist sistemin insanlar arasında çizdiği sınırlara da kalıplara da sığmıyor, bir bir aşıyor hepsini. Kendi bedeni ile kurduğu ilişki bunun en önemli kanıtı. Burjuva düzenin ‘güzellik ve ideal fiziksel görünüm’ kriterlerini umursamadan onu tanımayanlara şöyle tanıtıyor kendini: “Uzun boylu, biraz iri ve kızıl saçlı birini görürsen, o benim işte.”
Ezilenlerin öfkesini yüreğinde taşıyor ama kadınlar ve LGBTİ+’ların yaşadığı ayrımcılık ve toplumsal baskı Ezgi için ayrı bir yerde duruyor. Heteroseksüel bir kadın olarak kadın özgürlük mücadelesinin LGBTİ+’ların özgürlüğü ile bütünleşik olduğunun farkında olarak hareket ediyor. LGBTİ+ hareketi ile sıkı bir bağ kuruyor ve Samsun’da düzenlenen ilk Onur Yürüyüşü’nün örgütlenmesinde gökkuşağının kızılı olmaya aday oluyor. Samsun Kızıl Okyanus LGBTİ+ oluşumunun kuruculuğunu yapıyor. Samsun sokakları Ezgi’nin adımlarına, sloganlarına, yaratıcı eylem biçimlerine şahit oluyor. Erkek egemen kapitalist sisteme kimin öfkesi varsa onun yanında da Ezgi oluyor. Sınırları, yasakları, haksızlığı kabul etmeyen bu genç kadın yüzlerce arkadaşı, yoldaşı gibi IŞİD’in yakıp yıktığı Kobane’nin yeniden inşa edilmesine de sessiz ve kayıtsız kalmıyor elbette. SGDF ile birlikte “Beraber savunduk, beraber inşa ediyoruz” kampanyası yürütüyor ve 20 Temmuz 2015 yılında Kobane’yi inşa etmek için çıktıkları yolda, Urfa’nın Suruç ilçesindeki Amara Kültür Merkezi’nde canlı bomba saldırısında ölümsüzlüğe uğurlanıyor. Sonrası karanlık değil, gökkuşağının kızılı…
Bir katliam, 33 düş yolcusu, yüzlerce düş ve 6 yıldır devam eden adalet mücadelesi… Yüzlerce düşten biri Gökkuşağından Ezgi’ye Mektuplar. Ezgi’nin yarım kalan düşü: LGBTİ+’ların mektuplardan oluşan bir kitap çıkarmak. Bu düşü gerçekleştirilmek üzere arkadaşları, yoldaşları kolları sıvadı ve ilk olarak Ankara’da iki trans kadın işe koyuldu ama çeşitli nedenlerle yarım kaldı çalışma. Ardından İzmir Kızıl Okyanus LGBTİ+ mektupları toparlamaya başladı ve maalesef bir kez daha yarım kaldı. Son olarak LGBTİ+ aktivisti Loren Elva’nın uğraşı sayesinde mektuplar derlenip, bir kitap haline getirildi.
“Çağın en karmaşık yerinde durduk, biri bizi yazsın” dedik. Ezgi yazdı, Ezgi’ye yazıldı. Sahipleneni az diye hakikate hürmet etmekten vazgeçmedi Ezgi. Düştü gökkuşağının peşine. Anlamak istedi, dokunmak istedi. Gökkuşağından Ezgi’ye mektuplar yağdı. Çünkü bize çiçekleri sevdiğini söyleyen kadının çiçekleri sulamayı unuttuğunu görseydik, onun çiçek sevgisine inanmazdık. Ezgi çiçekleri sulamayı unutmadı ve Ezgi’nin hikayesinde dalından kopartılan çiçeklerin hikayesini görmemize vesile olacak.
Ezgi’nin ağustos çeşmeleri yüzüne özlemle eğilerek kitabı okudum ve anlamaya çalıştım. Öncelikle bu kitapta gülmeyecek, ağlamayacaksınız, hem de hiç. Ardı ardına sorular soracak, mütemadiyen öfkeleneceksiniz. Kitap 25 ayrı kentten 25 ayrı LGBTİ+’nın hikayesini içeriyor. Görünen o ki mektup sahipleri -kimisi hiç tanımasa da- Ezgi’yi çok sevmiş. Zira kimisi gülüşüne bercesteler dizerken, kimisi ‘kızım’ diye hitap ediyor. Kimisi aşklarını anlatırken kimisi nasıl hayatta kaldığını anlatıyor. En çok da Ezgi’den cevap gelecekmiş gibi cümleler özenle seçiliyor. Dikkat çeken yanlardan biri ise Ezgi’nin hayatını kaybettiği Suruç katliamı ve orda hayatını kaybedenlerle kuvvetli bir bağ kurulması. Örneğin Suruç’a Ezgi ile beraber giden Ömer, Kürdistan’daki çocukların yüz yıllardır yaşadığını Suruç katliamı ile buluştururken şu cümleleri kuruyor: “Ezgi, buralarda esmer tenli çocuklar dikenli tellere takılırdı. Şimdi her renkten olanı takılıyor. Ezgi en kızılıydı.”
Her birimiz erkek egemen, heteroseksist sistemin içerisinde büyüyor ve istesek de istemesek de o sistemden parçalar taşıyoruz. Kimimiz bunları yontmak için hem sistemle hem kendisi ile bir savaşa giriyor, kimimiz uzlaşıyor. Savaş verdiğimiz ya da uzlaştığımız en büyük parçalardan biri heteroseksizm veya LGBTİ+fobidir. Kitabı okurken çevirdiğiniz her bir sayfada bununla yüzleşecek, bununla hesaplaşacaksınız. Transfobiden, çocuk LGBTİ+’ların görmezden gelinmesine, seks işçiliğinden yaşlı LGBTİ+’lara, devrimciler içerisinde eşcinsel olmaktan mülteci LGBTİ+ olmaya kadar bildiğiniz, bilmediğiniz, şaşıracağınız belki de karşılaşınca anlamadığınız birçok ayrı konuyu işliyor mektuplar.
Heteroseksizm devletin karakteri iken heteronormativite topluma öğretilen karakteridir. Devletin en küçük birimi olarak aileyi baz aldığımızda LGBTİ+fobi ilk ve en yoğun ailede yaşanıyor. Kitap özellikle devlet ve toplum arasında gidip gelen fobiyi çocukluktan yetişkinliğe kadar gözler önüne seriyor. Aile ilişkilerinin de aslında maddi-ekonomik zemine dayandığının çıplak teşhiri olarak şu cümleleri okuyacaksınız: “Kan bağının olduğu aile, her zaman transları kabul etmiyor. Kabul edenlerin çoğu ise maddi olarak ilişkileniyor seninle. Düne kadar seni döven, sana işkence yapan, seni öldürmek isteyen ailen; eğer onlara para yediriyorsan, onlara ev, araba alıyorsan seni sahipleniyor gibi görünüyor.” Birçok LGBTİ+’nın aile içerisinde yaşamaya başladığı fobi, eğitim hayatından iş hayatına, aşk hayatına kadar sürmeye devam ediyor. Mektup sahiplerinin hayat hikayelerinden anlaşılan odur ki çocukluk evresinde yaşananlar bütün hayatlarını etkiliyor. Anlatıcıların çoğu çocukluklarında karşılaştıkları fobi ve şiddet ekseninde derin izler taşıyor. “Nereden bilebilirdim ki aşk ve savaş vermenin aynı anda başladığını” diyor Bella Demhat. Hayata gözlerini açtıkları yahut kendilerinin farkına vardıkları andan itibaren ya da toplum onların farkına vardığı andan itibaren başlıyor savaş. Hepsi bu savaşın bilincinde, mektuplarda bu savaşa yenik düşenler ya da bu savaştan zaferle çıkanlar var. Ancak hepsi bu savaşın yaratıcılarını ve katillerini iyi tanıyorlar. Şöyle tarifliyor Bella: “Öfke duymak ve nefret etmek arasında çok ince bir çizgi var. Transfobi de oradan geliyor. Aynı zihniyetin farklı boyutları. Hande’yi, Buse’yi, Eylül’ü öldürenler ile sizlere kıyanlar aynı.” Kimisi kendi yağında kavrulup içine dönerken kimisi ise bu heteroseksizme karşı mücadeleyi tercih ediyor. Devrimci mücadele içerisine atılanlar, oradan hüsranla ayrılanlar var. Hüsranla ayrılanlardan biri Ekrem. 19 Aralık hapishaneler katliamını yaşayan bir devrimci olan Ekrem, kırgınlığını şöyle anlatıyor: “… Derken bir gün okuduğum gazetede yine ‘travesti terörü’ haberi vardı. Bir an hiç düşünmeden hücre arkadaşıma ‘Abi, bu travestiler, eşcinseller kim, nasıl oluyor? Devrim yaptığımızda bunlar ne olacak?’ diye soruverdim. Gülerek, ‘Onlar hasta, devrim yaptığımızda onları tedavi edeceğiz’ demişti. Korktuğumu hatırlıyorum. Birlikte dayak yediğin, birlikte direndiğin yoldaşın sana hasta diyordu.” Ekrem’in hikayesi çok tanıdık gelecek bazılarımıza.
Okuyup anlayacağınız üzere yazılanlar, yaşananlar bizden, çok içimizden. Her mektupta çokça fail olacaksınız, kiminiz ise suça maruz kalan… Kitap özü itibari ile Suruç’ta yitirdiğimiz Aydan Ezgi’yi anlatıyor gibi görünse de heteroseksizmin nedenleri ve doğurduğu sonuçlar kapsamında birçok akademik çalışmaya da konu olabilecek bir içeriğe sahip. Heteroseksizmin LGBTİ+’ların yaşamındaki karşılığını derinlemesine inceleyebileceğiniz, LGBTİ+’lar arasındaki sorunları da gözlemleyebileceğiniz bir derinlikte.
Buradan yola çıkarak elbette çıkaracağımız sonuçlar olmalıdır. Bu sonuçlardan ilki LGBTİ+ çocukların varlığı ve fobinin ‘öznenin kendisini fark etmesiyle’ değil doğarken başladığını görmek olmalıdır. Aile kavramının heteroseksizmin ve LGBTİ+ fobinin en yoğun üretildiği alan olduğu ve maddi çıkarlar zemininde kendisini var eden aile kurumunun reddettiği lubunyalardan maddi çıkar talep ederkenki çelişkisi teşhir edilmelidir. Erkek egemen heteroseksist sistemin varlığı devam ettikçe fobi ve nefret devam edecek, dolayısıyla bütünleşik bir mücadele önemlidir. Yani mücadele alanlarımızın heteroseksist olmaması gerektiği gibi ütopyalarımız da heteroseksist olmamalıdır. Her insanın heteroseksüel olmadığını acı gerçeklerle ortaya seren mektup sahipleri çok konuşulan, bir o kadar yok sayılan hayatlarını gündeminize Aydan Ezgi sayesinde taşımış oldular. Aydan Ezgi aracılığı ile Gökkuşağından Ezgi’ye Mektuplar kitabı şu gerçekliği haykırıyor. LGBTİ+’lar kimse ile eşitlenmeyecek, çünkü kimse failleri, katilleri ile eşitlenmek istemez. Okudukça sizi düşündüren, kızdıran, bu da saçmaymış dedirten yönlerinizi hemen yakalayın, işte o yanlarınız LGBTİ+’lar ile eşitlenecek. Eşitlenmek zorunda!
Son olarak mektup sahiplerine, gökkuşağının en kızıl kadını Ezgi’ye ve erkek egemen heteroseksist sisteme başkaldıran herkese Arkadaş Z. Özger dizeleri ile teşekkür ediyor, sizleri kitapla baş başa bırakıyorum.
” …Siz inanmayın bir gün değişir elbet
güneşe ve penise tapan rüzgarın yönü…
…güneşe ve erkekliğe büyüyen vücudum
düşüvericek ellerinizden ve
bir gün elbette
zeki müreni seveceksiniz
(zeki müreni seviniz)“