Marksist Leninist Komünist Parti Eş Genel Başkanı Berçem Güneş, partilerinin 30 yıllık devrimci mücadele tarihi boyunca kadın özgürlük mücadelesinin gelişimi, güncel olarak kadın hareketinin durumu, 3. konferansın politik perspektifi, özgün bir deneyim olarak eşbaşkanlık sistemi, eş örgütlenme, eşit temsiliyet üzerine sorulara yanıt verdi.
Röportajımıza hoşgeldiniz. Partinizin 30. yılını kutluyorsunuz. 30 yıllık mücadele tarihinizde partinizin kadın özgürlük mücadelesindeki gelişimi ve geldiği düzeyi özetler misiniz, nasıl değerlendiriyorsunuz?
Berçem Güneş: Partimiz kadın özgürlük mücadelesiyle doğru bir ilişki geliştirmenin sürekli pratiği ve arayışı içinde oldu. İlk yıllarından itibaren zaten bütün örgütlerinde kadın kurulları tipinde bir örgütlenmeyi benimsedi. Kadın komünistlerin kadrolaşma ve devrimci öncüler, önderler olarak yetişmesi ihtiyacına özel bir ağırlık verdi. Aynı zamanda kadın kitlelerini özgün araçlarla örgütleme, kadın hareketinin demokratik talepleriyle bu araçlar aracılığıyla siyasal ilişki kurma ve geniş kadın kitlelerini; işçi semtlerinde yoksul kadınları, öğrenci, aydın kadınların geniş kesimlerini bu çerçevede örgütleme yönelimi içinde oldu.
Tabi bu ilk dönemdeki görüş açısı en nihayetinde kadın özgürlük mücadelesinin demokratik bir hareket olduğu ve bu demokratik hareketi başkaca demokratik hareketlerle birlikte devrime yedeklemeydi. Dolayısıyla bu strateji, program, görüş açısı temelinde hareket ettiği bütün yıllar boyunca da kadın özgürlük mücadelesiyle örgütsel ve politik ilişkisi bu çerçevede gelişti. Fakat bunun da partinin bütün gelişimi gibi kendi içerisinde iniş çıkışlarının olduğunu, özellikle de örgütsel kriz, politik iddia kaybı gibi dönemlerde partinin kadın örgütlenmesinin de sürekliliğini koruyamadığını, erkek egemenliğinin geliştiğini kaydetmeliyiz.
Partimiz, devrimci hareket içerisinde kadın özgürlük mücadelesindeki duruşuyla hep öncü, sürükleyici bir durumda oldu. Feminist hareketten öğrenmede ve ittifaklar geliştirmede etkindi. “Her gün 8 Mart” şiarıyla, emekçi solun cinsel kurtuluş sorunuyla geleneksel 8 Mart’tan 8 Mart’a ilişkileniş tarzını kırmada çok önemli bir rol oynadı.
Dönem dönem tüm partinin bir kadın partisi gibi çalışması, kadın özgürlük mücadelesinin özgün bir gündeminin, tüm partinin temel gündemi haline gelmesi de dahil, kadına yönelik şiddetten ceza ve medeni yasalarda açık eşitsizliklerin son bulması mücadelelerine, gözaltında cinsel taciz ve tecavüze karşı mücadeleden, yoksulluk ya da kentsel dönüşüm saldırıları gibi özellikle emekçi kadınlar üzerinde ağır sonuçlar yaratan gündemler etrafındaki mücadelelere dek kadın özgürlük mücadelesi gündemleri partinin gündemi oldu. Bunlar etrafında partinin bütün kuvvetleri seferber oldu. Keza, öğrencilerin üniversitelerde harç zamlarına karşı mücadelesi ve özerk demokratik üniversite taleplerinden F tipi tecrit saldırısına, gözaltında kayıplara karşı mücadeleden ABD’nin Irak işgal saldırısına ya da İstanbul’daki NATO toplantısını engelleme direnişine dek çok değişik gündemler etrafında kadınların özgün müdahalesini, eylemini geliştirmeye çalıştı.
Sadece politik mücadelede değil, parti saflarında da özgün ideolojik önemi nedeniyle, burada “Ses ve Cesaret” çalışmasına özellikle değinelim. ‘97-2000 yıllarına yayılan gözaltında tecavüzün teşhirine yönelen, gözaltında cinsel tacize uğrayan pek çok kadının o günün geleneksel erkek egemen baskı koşulları altında bu saldırıyı siyasi bir saldırı olarak görüp teşhir etme tutumu ve bunun etrafında geliştirilen çalışmalara. Bu süreçte komünist kadınlar, erkek egemen ahlak, namus gibi konularla ilişki, özneleşme ve önderleşme sorunlarını ele alış, erkek egemenliğinin tanımlanması, erkek egemenliğinin toplumda ve partide ne anlama geldiği gibi konular üstüne çok etkin bir iç tartışmaya yönelmiş oldu. Yani bu mücadelenin siyasal sonuçlarının, gözaltında tecavüz saldırısını ciddi biçimde geriletmesinin, yine siyasi polisin erkek egemen, tecavüzcü, işkenceci niteliğinin bir başka cepheden daha teşhir edilmesinin önemli bir aracı olmasının yanı sıra, parti içinde cins bilincinin gelişiminde böyle bir işlev oynadı. Sıçramalı bir gelişimin zeminini oluşturmaya katkı sundu.
Partinin kadın özgürlük mücadelesinde anlayış ve pratik olarak gelişimi kongrelerinden de izlenebilir. Kadın iradeleşmesi konusunda örneğin kuruluşunu izleyen yıllardaki birikim 3. Kongre’sinde, başkaca kararların yanı sıra, fiilen uyguladığı kadro politikasında ve üyelikte pozitif ayrımcılığın tüzük hükmü haline gelmesine açılmıştır. 4. Kongre’nin özgün bir rolü vardır. 4. Kongre “Kadın Şafağı” sloganı ile saflarımızda kadın aydınlanmasında özel bir dönemin başlangıcı oldu. “Kadın önderleşmesi, kadın komutanlaşması” kavramları etrafında özneleşme bilinci ve pratiği yükseldi. “Politikanın Merkezine Yürüyoruz” şiarıyla, yani hem evlerin, hem de politik mücadelenin mutfaklarından çıkma, mücadelenin merkezine doğru yürüme bilinci ve eylemi kuvvetlendi. Aynı zamanda bu kongrede bir kadın konferansı düzenlenmesi ve burada komünist kadınların sadece kadın kitlelerini örgütlemenin bir aracı olarak değil kendilerini ne biçimde örgütleyeceği, nasıl bir örgüt sistemi geliştireceğini tartışması da benimsenmiş oldu. Belki önceki dönemlerden özgün ve farklı olarak hem politik askeri cephede, hem değişik tipte yeraltı görevlerinde, hem Avrupa’da, hem de kitle çalışmasında değişik düzeyde kadrolaşmış olan kadınlar Kadın Devrimi fikri, Kadın Şafağı, kadın özgürleşmesi, önderleşmesi, komutanlaşması gibi kavramlar üzerinden ileriye doğru yürüdüler. Fakat tabi bu dönem yeni parti modelinin kavranışı ve uygulanışı zemininde ortaya çıkan önemli hatalara, önderlik kadrolarının bir kısmının sorumluluklarını taşıyamamasına, toplamda düzgün parti işleyişinin bozulmasına bağlı olarak, toplamda bazı bakımlardan politik açıdan bir geri çekilişin, örgütsel bakımdan ciddi bir bozulmanın meydana geldiği, partinin değişik mücadele cepheleri arasındaki koordinasyonun bozulduğu, yer yer ideolojik bozulmaların da olduğu bir döneme de denk gelmiş oldu. Dolayısıyla gelişim parçalı oldu. Değişik sancılar taşıdı. Partinin kendi gelişimini yönetmesi, 5. Kongre hattına girmesiyle birlikte 1. Komünist Kadın Konferansı da gündeme girdi ve yeni bir dönem başladı.
1. Konferansın partinin kadın özgürlük mücadelesinde yeni bir dönüm noktası olduğunu söyleyebiliriz. Burada KKÖ kuruldu. İlk kez bütün cephelerden kadın komünistlerin örgütsel birliği sağlanmış oldu. İdeolojik birliği geliştirmenin konuları üstüne çalışılmaya başlandı. Kadın Devrimi, soyut bir zihniyet dönüşümü sorunu olmadığına göre, onun temelleri, programı, stratejisi ne olmalı sorunu üzerine çalışıldı. KKÖ’den itibaren, birincisi, komünist kadınlar, kadın özgürlük mücadelesindeki gelişimin bütün yönleriyle önderliğini ve sorumluluğunu, parti içerisinde kadın özgürlük ölçülerinin ve görüş açısının gelişimine önderlik dahil olmak üzere, aldı. İkincisi partinin kadın özgürlük çizgisi de şu yönde gelişti. Sınıfsal çelişki kadar derin köklere dayalı cinsel çelişkinin çözümünde, dolayısıyla kadın özgürlük mücadelesiyle ilişkide mesele demokratik kadın hareketini işçi sınıfı hareketine yedekleme sorunu değildir, devrimin asli bir bileşeni olarak kadın devrimi görüş açısına dayanmalıdır. Yani partinin örgütlenmesi, politik hattı, ideolojik hattı ve programatik hattı yavaş yavaş bu eksende gelişmeye başladı. Eş örgütlenme sistemini benimsemiş oldu.
Sonuç olarak şunu söyleyebiliriz. Partinin yüzü 30 yıl boyunca hep ileriye dönük oldu ve kadın özgürlük mücadelesini geliştirmede denenmemiş yollara girmekten asla kaçınmadı. Ciddi bir emek ve çaba sergiledi, bu mücadelede her zaman kendini ortaya koymaktan, bedeller ödemekten sakınmadı, çekinmedi. Tabi çok ciddi bir kadın önderleşme birikimi de yarattı. Kadın özgürlük hareketinin toplamı için de bu mücadeleye katkı sunan, katkı sunmuş epeyce kadro yetiştirdi, biriktirdi. Eğer 7. Kongre ve 3. Konferans kararlarını esas alacak olursak bu kararlılığında da herhangi bir zayıflama olmadığı, aksine politik iddialarını yükselttiği görülebilir. Aynı zamanda, geride bıraktığımız dönem faşist şeflik rejiminin partiye, devrimci harekete ve Kürt ulusal hareketine ama aynı zamanda kadın özgürlük mücadelesine çok ciddi saldırılar yönelttiği bir dönem oldu. Keza pandemi gibi erkek egemenliğinin özgün tırmanış dönemi diyebileceğimiz bir dönemi de geçtik. KKÖ ve partinin tasfiye saldırısının kadınlar olarak göğüslenmesinde de ciddi bir dayanak olduğunu söylemek gerek.
Az önceki değerlendirmenizde de değinmiş oldunuz. KKÖ’nün kuruluşunu özgün ve niteliksel bir farklılık olarak tanımladınız. KKÖ’nün kuruluşu hem komünist kadınlar hem de partiniz bakımından somutta neleri değiştirdi, nasıl bir farklılık yarattı?
Berçem Güneş: Tabi KKÖ, partimizin kadın tarihinin başlangıcı değil. En nihayetinde bir birikimin, deneyimin, mücadelenin ve aynı zamanda da sürekli bir arayışın üzerinde yükseldi.
Birincisi KKÖ, kuruluş bakımından, komünist kadınların örgütsel birliği anlamına geliyordu her şeyden önce. Hem kadınlar arasında kitle çalışmasından politik askeri mücadeleye dek bütün alanlarda mücadele yürüten komünist kadınların bir örgütte örgütlenmesi bakımından bu böyle, hem de partinin kadın örgütlenmesini, kadın kitlelerini örgütleyecek bir araçtan öte komünist hareketi, komünist kadın hareketini örgütleyecek bir araç olarak geliştirmesi açısından böyle. Dolayısıyla KKÖ öncelikle örgütsel birliğini sağlamış oldu komünist kadınların. 1. Konferans en temelde budur. KKÖ’yü kurmuştur ve örgütsel birlik çalışmasını bu şekilde sonuçlandırmıştır.
2. Konferans hem birinci konferanstan arta kalan, o dönemde henüz bütün komünist kadınların oluşumuna katılma fırsatı bulamadığı için olgunlaşmamış bazı teorik-ideolojik sorunlarda kolektif görüş açısının netleşmesi, hem de Kadın Devrimi nedir, nasıl ulaşılır tartışması ekseninde program değişiklikleri ile sonuçlanan, komünist kadın hareketinin ideolojik ve teorik birliğini kurma amaçlarının öne çıktığı bir konferans oldu.
Ve 3. Konferans’ta bu temellerde politik mücadeleyi ve bu temelin ortaya çıkarması gereken politika yapış tarzını geliştirmenin sorunları öne çıktı.
Böyle kabaca değerlendiriyoruz fakat tabi hem düz bir çizgide ilerlemedi bu konulardaki gelişim, hem de tabi bütün dönemler kendi içerisinde politik, ideolojik ve örgütsel konularda gelişimin bütününü kapsıyor.
Örneğin örgütsel birliği kurmak derken onun kararı alındı da, KKÖ’yü bir cisim olarak ortaya çıkarmak, her şeyden önce kadın önderliği dediğimiz yapının bir işleyiş kazanması, bir irade olması, bir karar gücü kazanması, bütün bunlar tabi ki düz bir çizgide gelişmedi. İdeolojik, teorik bakımdan da böyle olmadı. Program değişiklikleri, örgüt modeli ve örgütsel anlayış değişiklikleri oldu da hemen otomatik olarak bunların politikası üretilmedi, politika yapış tarzı kazanılmadı, bu politikanın hedef kitlesine ulaşılamadı. Tabi çok ciddi sert siyasal koşulların, faşist şeflik rejiminin saldırılarının sonuçları da etkiledi, ayrıca pandemi döneminin de etkileri oldu.
Ama sonuç olarak 3. Konferans, yine a, b, c örgütsel sorunlarına da çözüm arayan, kimi konularda ideolojik ve teorik gelişim ihtiyaçlarını da gündemine alan, fakat politik gelişimin bu temelde nasıl somutlanacağı konularının öne çıktığı bir konferans olmuş oldu. Politik bakımdan daha yüksek iddialar kazanma ve kendi çizgisiyle daha ciddi bir kuvvet olarak ortaya çıkma tartışmalarının daha yoğun olduğu bir konferans oldu.
Çok kısa bir özetle, KKÖ, her bakımdan, hem örgütsel bakımdan parti yapısının da, komünist kadınların örgütlenmesinin de örgütsel bakımdan değişimi anlamına geliyordu; ideolojik ve programatik bakımdan ciddi bir görüş açısı değişikliği anlamına geliyordu. Bu da tabi ki iç ortam değişikliği anlamına geliyordu, bu tabi ki bütün örgütsel ilişkilerin yeniden düzenlenmesi anlamına geliyordu, saflarımızda erkek egemenliği ile mücadelenin başka bir araç, başka bir biçim ve başka bir içerik kazanması anlamına geliyordu.
Partiniz içinde KKÖ örgütlenme modelinin işleyişi nasıl?
Berçem Güneş: KKÖ tipi bir örgütlenmenin, tam olarak bir muadili, benzer örgütlenmeler komünist hareketin deneyim hazinesinde olmadığı için, kendi gelişiminin önünü pratik içinde, yürüdükçe yeni sorulara yeni yanıtlar arayarak açtığı bir yol oldu MLKP’nin, MLKP’de örgütlü komünist kadınların. Örgütlenme sistemini yenileyerek, pratik deneyimlerini süzüp değişiklikler yaparak yürüdü. Dolayısıyla her bir komünist kadın konferansında örgütsel yapısını gözden geçirdi, geçirmeye de devam edecektir.
Fakat sonuçta KKÖ örgütlenme sistemi, komünist kadınların örgütsel birliği, nasıl bir örgüt sorununa güncel pratik deneyimler ışığında bir arayışın ürünü olduğu kadar, programatik görüş açımızın da bir karşılığı oluyor.
Kadın devriminin toplumsal devrimin bir bileşeni olduğu, kadın-erkek eşitliğinin burjuvazinin anladığı gibi bir yasal eşitlik temelinde düzenlenemeyeceği, aynı zamanda bir siyasal sistem olarak baştan aşağı kadınların öz örgütlenmelerinin devrimin ve devrimci örgütün bir bileşeni olması gerektiği, devrimci iktidarın bir bileşeni olması gerektiği, kadın iktidarının, bunun bütün araçlarıyla örgütlenmesi gerektiği, dolayısıyla buna giden mücadelenin de bu şekilde örgütlenmesi gerektiği fikrine dayanıyor.
Örneğin amaç kadın kitlelerini toplumsal devrime yedeklemek değil, öyle olsa, o zaman komsomol tipi bir aracı tercih edebilirsiniz. Bu bizde de başlangıçta tartışıldı. Gençlik örgütü gibi daha genel, parti kadar sıkı olmayan kıstaslarla örgütlenir, bir başka kadın kitle örgütünden farklı olarak illegal bir kadın kitle örgütlenmesidir. Böyle bir araçla kadın kitlelerini örgütlemek, mücadeleye seferber etmek verili politik mücadele koşullarında daha elverişli ve yararlı olsa, KKÖ’ye bağlı, ek olarak, ayrıca böyle bir araç da örgütleyebilirsiniz. Fakat bu tip bir araçla komünist kadınların örgütsel birliği sorununu, partide kadın iradesinin örgütlenmesi, siyasal yapının kadını eşit oranda iradeleştirecek, kadın özgürlüğü kapsamında ise mutlak olarak iradeleştirecek tarzda çözmüş olmazsınız, o sorun ortada kalır. Biz buradan hareket etmiyoruz.
Ya da, patriyarkayı yenebilecek bir devrimin, genelde sermaye egemenliğini, özelde Türkiye ve Bakur’da sömürgeci faşizmi devirmekten bağımsız olarak gelişebileceğini düşünseniz, o zaman bambaşka bir şekilde örgütlenirsiniz. Biz buradan da hareket etmiyoruz.
Meselemiz aynı zamanda kadın iktidarını örgütlemek, kadın iktidarının kadrolarını örgütlemek, kadın devriminin kadrolarını örgütlemek.
Aynı zamanda erkek cinsiyle, işçi sınıfının ve ezilenlerin mücadelesinin bütünsel araçlarıyla kadın cinsinin ve iktidarının ilişkisini doğru biçimde belirlemek, saptamak, bu iktidarın hukukunu belirlemek, siyasal araçlarını belirlemek, siyasal mücadele bakımından hukukunu ortaya çıkarmak.
KKÖ bir eş örgütlenme sistemi. Bizim gibi illegal bir savaş partisinde eş örgütlenme gibi bir anlayış, irade tekleştirici kurullardan kaçınarak olmaz. Dolayısıyla komite, sekreter ve sekreter yardımcıları gibi, politik askeri yapılarımızda komutan ve komutanlıklar gibi değişik biçimlerde irade tekleştirici kurumlara dayalı. Fakat bir eş örgütlenme sistemimiz var, biz bu biçimde hayata geçirmeye çalışıyoruz. Şimdi bu modele göre kadın organları kadın özgürlük mücadelesini ilgilendiren bütün konularda karar hakkına sahiptir, son karar hakkına sahiptir. Uygun bulduğu bütün yasal, yasadışı, fiili meşru, politik askeri bütün örgütleri kurabilir. Bütün kadın kadrolar hakkında karar verebilir. Kadın özgürlük mücadelesine, cinsel kurtuluş sorununa, bunun kadro sorunlarından dönem politikası belirlemeye, propaganda çalışmalarından eğitime dek bütün yönlerine dair politik, ideolojik, teorik, örgütsel hiçbir konuda parti kurumları, merkez komitesi de dahil, kadın örgütüne rağmen karar alamaz. Tersinden, bu mücadelede partiye öncülük, önderlik etmek de kadın örgütünün görevidir.
Sistemin ana esası bu, kalanı biraz burada girmek istemeyeceğimiz detaylardır doğrusu. Ama bu sistemimizin politik askeri cephede de böyle işlediğini, kadın kitle çalışması yürüten cephelerimizde de böyle işlediğini, bazı özel görev örgütlerimizde de böyle işlediğini söyleyebiliriz çok genel olarak.
Komünist, devrimci partiler söz konusu olduğunda eşbaşkanlık kurumunuz ayırt edici bir yerde duruyor. Eşbaşkanlık kurumuna nasıl bir rol biçiyorsunuz ve kurumunuzun varlığı ideolojik, politik, örgütsel bakımdan partinizde neleri değiştirdi?
Berçem Güneş: Bir komünist partinin dönemin devrimci ölçüleri ile buluşması lazım. Yani devrimcilik ölçüleri de katı değildir, statik değildir, dinamiktir. Dünya çapında özellikle yüzyılın başından beri çok ciddi eşikler dönmüş, en nihayetinde emperyalist küreselleşme koşullarının da ortaya çıkardığı değişimlere bağlı olarak yeni çıtalar oluşturmuş bir kadın özgürlük mücadelesi var. Aynı zamanda dönemin ilk devrimi olarak Rojava devrimi var. Buralarda bir eşit temsiliyet ölçüsü konmuş ortaya.
Bir kez bir devrim veya bazı büyük devrimci mücadeleler, büyük kitle mücadeleleri, insanlığın o gün ulaştığı en ileri birikimin ifadesi olan bazı ölçüleri belirledikten sonra, bir devrimci örgütün bu ölçülerle buluşmadan devrimci iddialarını koruması ve ilerletmesi düşünülemez. Yani sizin bütün bu mücadelelerin en önünde yürümeniz gerekirken, bunun gerisinde duramazsınız ve durmamalısınız. Şimdi bu ölçülerin ortaya çıkmış olması en nihayetinde kadın özgürlük mücadelesinin toplumsal mücadelenin toplamında durduğu yer bakımından bir şey söylüyor, söylemeli. Bu gibi gerçeklerle güçlü bir ilişki kurmayan, kendini yenilemeyen bir devrimci yapının büyük devrimlerin önünü açması, önünü açıcı bir devrimcilikle, bir devrimci kuvvetle, bir devrimci tutkuyla düşünmesi, eyleme geçmesi gerçekten zor.
Eşbaşkanlığı benimsememiz, her şeyden önce bunu etkin biçimde yanıtlama çabasıdır, diğer meseleleri bir yana bırakalım. Yani kendi örgütsel anlayışımızın, sistemimizin kaçınılmaz olarak vardığı bir sonuç oluşunu bir yana bırakalım. Her şeyden önce, eşbaşkanlık, günün devrimci koşullarıyla, sorunlarıyla partinin bu ilişkileniş biçiminin, tarzının, kuvvetinin bir yansıması.
Komünist, devrimci partiler üzerinden genel bir soru sorduğunuz için buradan başladım. Parti bakımından eşbaşkanlık kurumu, eştemsiliyet boyutu bir yana, bir merkezi kurumlaşma olarak önderlik anlayışı ve sisteminin geliştirilmesi, ileri taşınması anlamına geliyor. Bunun hem kendisine has görevleri var hem de eştemsiliyet zemininde oluşturulduğu için çok özgün görevleri var. Bizim gibi partiler bakımından bu çok klasik bir biçim değil, çok yaygın bir biçim değil. Hatta benzer ya da aynı programatik zeminde duran partiler bakımından da tek olabilir. Bunun tabi kimi zorlayıcı yanları var. Her şeyden bir illegal mücadele ve örgütlenme sistemi içerisinde bunu oluşturmaya çalışıyorsunuz, ama aynı zamanda da bunun bir irade tekleştirici kurum olması gerekiyor, bu tip bir mücadele perspektifiyle konumlanmış ve örgütlenmiş bütün yapılardaki bu türden sistemler gibi.
Merkezde eşbaşkanlık kurumu ve diğer bütün yapılarımızda da eş örgütlenme sistemiyle birlikte düşünülmeli partimiz bakımından eşbaşkanlık. Bu eş örgütlenme sisteminin üzerinde şekilleniyor.
Bu örgütlenme değişik tipte zorlukları da getirdi, büyük kazanımları da oldu. Öncelikle şu bir avantaj oldu, kadınlar zaten öyleydi de, parti de toplamda çok hazırdı bir eşbaşkanlığa, eşit temsiliyet mekanizmasına. Sonuçta gerek KKÖ’den önceki dönemin birikimi, gerekse de KKÖ’nün kuruluş dönemi, eştemsiliyet sistemine partiyi hazırlamıştı. Dolayısıyla o anlamda bir dirençle karşılaşmadan hayata geçti, kalanı daha pratik sorunlardır. Aynı zamanda bizzat eşbaşkanların, gerek benim, gerekse Kerim Gökdeniz yoldaşın bunun gereklerini yerine getirmede, bunun tarzını, yöntemini, mekanizmalarını oluşturmaya çalışmada çok iradi olması, yani daha baştan, bunun tam bir yolunu tanımlamakta zorlanıyoruz ama bunu kesin yapacağız kararlılığı içinde olması da iyi bir başlangıç oluşturdu.
Parti bakımından neleri değiştirdi. Eşbaşkanlık kurumu varlığıyla bile, partimizin, komünist kadınların oluşturduğu birikimin bir yansıması olarak, eşit ölçülere, eşit mekanizmalara her anlamda sürekli çağıran, uyaran bir yapı olmuş oluyor. Erkeğe bakan, erkeği gören, erkekten öğrenen eski tip şekillenişle kopuşma irademiz, bunun sürekli mücadelesi içerisinde oluşumuz zaten eşbaşkanlıktan öncesine dayanıyor fakat eşbaşkanlık bu konuda en üst çıtadan ölçüler kurmuş oluyor. Bu konulardaki gelişimimizi, dönüşümümüzü hızlandırdı.
Örgütsel bakımdan yine bir eştemsiliyet, eş örgütlenme sistemi ile birleştiği için eşbaşkanlığın kadın bakımından kuvvetli bir dayanağı tabi kadın örgütünün kendisi olmuş oluyor. Bu kuvvetli bir ideolojik, siyasal bir dayanak. Çünkü biz çok kasıtlı olarak partide erkeği, kadın cinsi karşısında tek tek bireyler olarak örgütlemeyi, kadınlarıysa tek tek erkekler karşısında bir kolektif irade olarak örgütlemeyi benimsemiş olduk KKÖ ile birlikte. Bu kadın ve erkek eşbaşkan bakımından da böyle, bütün yapılar bakımından böyle olduğu için.
Kadın eşbaşkan olarak tarzda, yöntemde ve önderlik niteliğinde en özgün zorluğun şu olduğunu söyleyebiliriz, ki bu bütün komünist kadınların paylaştığı, bize göre paylaşmak zorunda olduğu bir zorluk. Komünist olsun olmasın cins bilinçli kadınların da, cinsel kurtuluş için, devrimsel bir kurtuluş için mücadele eden kadınların da göze alması gereken bir zorluk. O da şu, en nihayetinde cins özgürlüğü sorununa darlaşmamak, doğal cinsiyetçi işbölümünün saflardaki yansımaları ya da basitçe mücadelenin günlük ihtiyaçların nedeniyle erkek eşbaşkanın genel, kadın eşbaşkanın cins kapsamlı sorunlarla uğraştığı bir darlıktan kaçınmak. Ancak aynı zamanda cins özgürlüğü kapsamındaki tüm sorun ve görevlerin de öncü iradesi olmak. Yani toplumsal cinsiyetçi iş bölümünü yeniden üretmemek ve aynı zamanda da cins özgürlük mücadelesinde de öncülük, önderlik rolü üstlenmek.
Erkek eşbaşkan bakımından da belki büyük zorluğun, büyük sınavın şu olduğunu söyleyebiliriz. Bir yandan kadının kadın özgürlüğü zeminindeki hareketine de alan açmak ama bunu yaparken de cinsiyetçi iş bölümünü örgütleyen bir tarza savrulmamak.
Şöyle bir şey olamaz, bir eştemsiliyet sistemi üzerinden, bu anlayış temelinde görev almış bir kadın eşbaşkanın, cins özgürlük mücadelesinde ciddi biçimde etkin bir rol oynamaması asla kabul edilemez bir durumdur. Hiçbir eşbaşkanlık sistemi bakımından da bu kabul edilemez bir durumdur. Başka örgütlü bulunduğumuz demokratik kitle örgütlerinde de biz bunu böyle tartışırız, başka zeminlerde de böyle tartışırız.
Bu bakımdan da başarılı bir çalışma dönemi oldu. Ve zaten aslında ilk dönemin ardından hızla eşbaşkanlık sistemi parti bakımından da kadın örgütü bakımından da kaçınılmaz bir şey haline geldi. Bugün kimse bunun daha gerisine gitmeyi düşünmez ve işlevini de büyük oranda yerine getirdiğini söyleyebiliriz.
Bir kadın eşbaşkan olarak da, birey olarak da öncü bir role sahipsiniz. Faşist şeflik rejiminin siyasi ve ideolojik tasfiye saldırılarının yoğun olduğu özgün bir dönemde bu görevi yürüttünüz. Bu dönemin nasıl etkileri oldu ve ne gibi deneyimleriniz oldu?
Berçem Güneş: Eşbaşkanlık, özgün olarak da kadın eşbaşkan kadın örgütünün gelişim sancılarının da, ister kadın özgürlük mücadelesi kapsamında ister bütünde partinin gelişim sancılarının da merkezinde duruyor. Eşbaşkanlık kurumunun ilk dönemini, bu yılları faşist şeflik rejiminin siyasi, ideolojik tasfiye saldırıları altında geçirdik. Buna bağlı çok ciddi sorunlar karşısında dönem çok yüksek bir kararlılık gerektirdi. Fiziksel darbeler vurmaya çalışmayı, parti önderliğinden başlayarak suikastler de dahil, bombalı kitle katliamları da dahil, gözaltı ve tutuklama saldırıları da dahil, örgütsel yapıyı bozmayı da hedeflese de, daha esaslı olarak bir irade ve çizgi kırılması yaratmayı hedefledi faşist şeflik rejimi.
Özgün olarak kadın özgürlük çizgimiz de hedef alındı. Özellikle gözaltı ve tutuklama saldırıları ile gözaltında psikolojik ve cinsel işkence biçimleri dahil psikolojik savaş hamlelerini de içerecek biçimde değişik saldırılar geliştirildi. Kadın örgütünde ve kadın örgütünü kullanarak partide değişik tipte çözülmeleri, hatta siyasi ve ideolojik kırılmayı, çizgi kırılmasını hedefleyen saldırılar da gelişti.
Bu saldırı dalgası altında eşbaşkanlık kurumunu geliştirmiş olduk, bu ısrarı sürdürmüş olduk. İdeolojik siyasi tasfiye saldırıları, bu zeminde büyüyen bir tehlike olarak yasal devrimcilik dediğimiz, gerek devrimci yapılarda, gerekse tek tek devrimci kadrolarda politik mücadele anlayış ve tarzının fiili meşru, giderek de yasal mücadele biçimleriyle sınırlanması, cins çelişkisi ve mücadelesi üzerinde de belli etkilerde bulundu. Pandemi döneminin değişik etkileriyle de birleşerek bu dönem kadınları politika dışına süren, sürmekle tehdit eden bir dönem oldu. Erkek egemenliğinin gerek anlayış ve zihniyette, gerek gündelik yaşamda, her günkü pratik içerisinde artışını koşulladı.
Saflarımızda bunun sonuçları kadınlar bakımından iki konuda somutlaştı. Biri, politikadan geri sürülüş, politik mücadelenin dışına doğru çıkmada, sisteme, sistemin erkek egemen kurumlarına, geleneksel aile ilişkilerine, ebeveynlere veya evliliğe doğru dönüş örneklerinde artıştır. Diğeri de politik iddia kaybıdır. Birincisi, böylesi bir dönemin bir yere kadar kaçınılmaz bir sonucudur. İkincisi ise daha ciddi bir sorundu. Politik iddia kaybı, kadın özgürlük mücadelesindeki çizgimizi, tarzımızı uygulamada kendiliğindencilik, geriye çekiliş, özgücüne dayalı eylem geliştirmede tutukluk gibi sonuçlar yaşadık dönem içinde.
Emekçi sol hareket içinde, olduğu kadarıyla kadın kitleleri içerisindeki çalışmada ya da kadın örgütlenmesinde süreklilik kırılması böylesi dönemlerin gerçeği olmuştur hep. Bunu kendi tarihimizden de biliyoruz. Fakat böylesi bir dönem içerisinde komünist kadınlar olarak örgütsel ve politik sürekliliğimizi koruduk. Tek tek alanlarda örgütlü komünist kadınların da eşbaşkanın da en nihayetinde KKÖ gibi örgütsel bir güvencesi var. Fakat tersinden KKÖ’nün de parti gibi bir güvencesi var.
30 yıllık mücadele tarihinizde çok sayıda kadın üyeniz ölümsüzleşti. Kadınların devrimci mücadelede konumlanma ve kendini ortaya koyuşuna ilişkin neler söylersiniz?
Berçem Güneş: Öncelikle bütün ölümsüz kadın yoldaşlarımın anısı önünde saygıyla eğiliyorum. 30. yılımızda yoldaşların fedakarlıkları ve başarıları üzerinden var olduk, onların bayrağını taşıyoruz. Burada özellikle partimizin ilk kadın ölümsüzü, MLKP kurucu üyesi ve KGÖ İstanbul İl Komitesi sekreteri Şengül yoldaşı, partinin ideolojik önderlerinden Işık yoldaşı, KKÖ kurucu konferansı delegesi Yeliz yoldaşı anmak istiyorum. Keza KKÖ’nün kuruluşunun ilan edildiği gün şehit düşen İvana yoldaşı ve Rojava’nın ilk trans kadın savaşçısı İsyan yoldaşı anmak istiyorum. Ve bütün ölümsüzlerimizin kadın örgütünün mayasını oluşturduğunu, hepimize bu örgütlenmeyi, bu mücadeleyi ileri taşıma gücü verdiğini bir kez daha söylemek istiyorum.
Kadınlar bütün devrimci savaşımlar, mücadeleler içerisinde hep var oldular. Bizim açımızdan da bir gerçek, bütün sınıf mücadelesi tarihinin de söylediği bir gerçek. Adını andığım her bir yoldaş, 30 yıllık mücadelemizde ölümsüzleşen her bir kadın yoldaş, partimizde kadın iradeleşmesinin birer sembolüdür ve kadın iradeleşmesinin düzeyini onlara bakarak kavrayabilirsiniz. Bakın işte, komsomol yöneticiliğinden Hüseyin Demircioğlu Akademisi komutanlığına, gençliğin özgürlük mücadelesinden işçi hareketine, değişik alanlardan gelen kadın yoldaşlar mücadelede iradeleşti. Ölümsüzleşenlerimiz bu iradeleşmenin sembolüdür. Rojava devriminin değişik cephelerinde, Minbiç’te, Rakka’da, Serekeniyê’de, Kobane’de, değişik cephelerdeki savaşımda, siyasal önderlik görevlerinden, mayın, sabotaj uzmanlığına, sokak sokak silahlı savaşımdan devrim kurumlarında mücadele yürütmeye dek çok değişik görevler üstlendik. Ölümsüzlerimiz bunun sembolüdür. Kızıl Müfrezeler içinde, FESK’te gerek KKÖ döneminde, gerekse daha önce, henüz komünist kadınların örgütsel birliğinin oluşturulmadığı dönemlerde kadın komutanlar hem yetişmiş, hem de önemli görevler üstlenmişlerdir.
Şunu söyleyebiliriz, kadın devrimi bize göre soyut bir zihniyet devrimi değildir. Üstelik soyut zihniyet devrimi de eğer toplumsal ölçekte tartışacaksak bir siyasal devrim olmadan olmaz. Bunun ana hatlarını özetlemiştim. Burjuvazinin ve öncelikle burjuvazide olmak üzere tüm sınıflardan erkeklerde cisimleşen erkek egemenliğinden kadın mücadelesinin basıncıyla elde edilen sınırlı kazanımlarla yetinmeyeceksek, kadın devrimi en nihayetinde silahlı bir devrim olmuş olacak, bununla da bitmeyecek, fakat mutlaka buradan geçecek. Dolayısıyla bir kadın örgütlenmesi de mücadelenin bütün bu alanlarında örgütlü olmadan, başta komünist kadınlar olmak üzere, bu devrim için mücadele eden kadınlar, savaşımın bütün bu alanlarında kendini ortaya koymadan, kadın özgürlük mücadelesini de bütün bu değişik araçlarla gerçekleştirmeden kadın devrimi başarıya ulaşamaz. Bu mücadelenin kadınlara devrimci savaşımda hem önemli görevler yüklediğini hem de bedeller ödemeye hazır olmak gerektiğini düşünüyoruz, hazırız da. Biz erkek egemen kapitalist düzeni, erkek egemen faşist şeflik rejimini yenilgiye uğratmada ve erkek egemenliğinin ortadan kaldırıldığı bir toplum düzenini inşada çok ciddiyiz ve çok ciddi de bedeller ödedik. Bu yoldaşların her biri kadın özgürlük mücadelesinin çok önemli birikimleridir.
Kendi tarihimiz açısından baktık, kadın devriminin gerekleri bakımından ele aldık, fakat bir de cins savaşımının güncel görünümü bakımından düşünelim. Tek tek kadınlar özgürlüğü için bedeller ödüyor. Aslında erkek şiddetinin, erkeklerin kadınlara dönük işlediği cinayetlerin, kıyımların önemli bir yönü de bu. İşin bir yönü, kadın özgürlük mücadelesinin bir sonucu olarak cins bilincinin gelişimi ve erkeklerin cinayeti, kadın kıyımı gerçeğinin görünür kılınması. Fakat bir yönü de kadınların mücadeleyle kazandıklarını şiddet ve zor yoluyla engellemede artıştır. Sonuçta her ikisi birden erkek egemenliğine karşı savaşımın güncel çıtasını kuruyor. Bu kazanımlar için mücadele ettik, öncülük ettik, bunun sorumluluğunu almalıyız. Örneğin boşanmak için öldürülmeyi göze alıyor kadınlar. Ya da evsel kölelik seçeneklerinden kurtulup, başka bir hayat kurmak için genç kadınlar ölümü göze alıyor. Toplumsal yaşama eşit katılmak, çalışmak, okumak, gece sokağa çıkmak için öldürülmeyi göze alıyorlar. Ya da kendisine sistematik işkence veya cinsel saldırı dursun diye onlarca yıl hapsi göze alıp, özsavunma yapmış kadınlar var, onlarca. Şimdi bu mücadelenin öncülerine bakalım. İster feminist kadınlar bakımından bakalım ister komünist kadınlar bakımından ya da başkaca politik öncüler bakımından ele alalım. Birey kadınların mücadelesi bu düzeydeyken, kadın özgürlük mücadelesi, genelde erkek egemenliğini teşhir ediyor ve bu yönüyle zayıflatıyor, faşist rejimle çarpışmada fiili meşru mücadele zemininde ciddi bir cesaret ortaya koyuyor ama bu yetersiz. Bizimki genel mücadeleden tecrittir, kadın tarzı böyle olur, kadın devrimi barışçıl ve yavaş yavaş gelişir vesaire diyebilirsiniz fakat siz bu soruları doğru yanıtlamadıkça hayat size bu soruları, önünüze parçalanmış kadın cesetlerini süre süre, doğru yanıtları alıncaya kadar yeniden sorar.
Birey kadınlar bu kadar bu kadar bedel ödüyorken, kadın mücadelesine öncülüğün ciddi bedeller ödemeden gelişebileceğini düşünmek, dayanışmayla, alkışlamayla, ama bunlar güzel eylemler demekle düşünmek bir kere kadın devrimi için, bu toplumun gerçekten değişmesi için yeterli bir kararlılık içinde olmamak anlamına geliyor. Erkek şiddetiyle, ister birey erkeklerde somutlanmış olsun ister kocaman bir devlet yapısında somutlanmış biçimde olsun erkek egemenliğiyle mücadeleye tutuşuyorsunuz, bunu yenilgiye uğratacaksınız. Üstelik Kürdistan’da savaş tırmanıyor, bölgede savaş yayılıyor, emperyalistler kendilerini bir savaş olasılığına göre örgütlüyorlar. Bu erkek egemenliğinin çok kapsamlı ve ciddi saldırılarının da gelişeceği anlamına geliyor. Bunu yenilgiye uğratmak çok ciddi bedeller göğüslemeyi gerektiriyor. Hem politik mücadelenin bütün mücadele araçlarını kullanmak, barışçıl veya şiddet içeren yasal, yasa dışı bütün biçimlerini kullanmak gerekiyor hem de bunun gerektirdiği bedelleri göğüslemek gerekiyor.
Biz ölümsüzlerimizden her şeyden önce kadın özgürlük mücadelesi içindeki bu iddiayı, bu ciddiyeti, bu sorumluluğu, bu önderlik iddiasını ve gücünü, dayanağını alıyoruz.
3. KKÖ Konferansınızın yayınlanan belgelerine de yansıyan, kadın hareketinin gelinen aşamada bir sınıra dayandığı tespitiniz bulunuyor. Bu tespitinizi açmanızı isteyelim. Ve elbette bununla bağlı olarak örgütünüzün kendisine çıkardığı görevler, sorumluluklar nelerdir?
Berçem Güneş: Bu tespit öncelikle son konferansımıza ait bir tespit değil. Daha önceki konferansta da kadın hareketinin belli bakımlardan güncel sınırlarına işaret eden tartışmalar yapmıştık. Aslında programatik arayışlarımız, program değişiklerimiz, genel görüş açımızdaki gelişimin yanı sıra, güncel olarak da bu ihtiyaca, kadın hareketinin gelişim yönü ne olmalı, nereden açılmalı, buna bağlı sorulara, tartışmalara dayalıydı.
Fakat bu yine de sonuçta bir dönem analizi. Bir program hükmü gibi değil. Köklü nedenleri var, köklü çözümler istiyor, fakat güncel bir soruna, güncel bir ihtiyaca işaret ediyoruz, bunu bir ezber kalıbına dönüştürmemek lazım. Ve tabi ki kadın hareketi eylemsel bakımdan tabi ki çok etkin, tıkanma dediğimiz bu değil.
Şimdi dünya kadın hareketi bakımından bahsettiğimiz şu. Erkek egemenliği ciddi bir krizde ve kendisini yeniden örgütleme arayışı içerisinde. Çok kapsamlı saldırılar geliştiriyor dünyanın her yerinde kadın cinsine ve kadın cinsin kazanımlarına karşı. Değişik ülkelerde kürtaj hakkının gasp edilmesinden tutalım, burjuva ailenin güçlendirilmesi esaslı, erkek egemenliğinin kadının evsel köleliğinin güçlendirilmesi esaslı, evlilik ve boşanma, velayet ve nafaka haklarını iyice sınırlayan aile yasası tipinde yasal saldırılara ya da cinsel şiddetin meşrulaştırılmasına dek. Erkek şiddetinin, cezasızlık politikasının yasallaştırılmasından tutalım, seks endüstrisindeki sömürünün gelişimine, seks işçiliği kapsamındaki ağır sömürünün yanı sıra, çocuk kaçırma, özellikle mülteci kadın kaçırma ve seks köleliliğine zorlama biçimlerinde, kıtalar arası nitelik ve büyük bir nicel artışa dek.
Kadın hareketleri ise, bir yandan kazanılmış hakların gaspına karşı, ama bir yandan da bu kazanılmış haklar üzerinde daha da gelişen cins bilinciyle yeni kazanımlar için mücadele ediyor. Burjuva ailenin, erkek egemenliğinin kriz içinde olması mücadele zeminini de geliştiriyor. Hareket şu noktaya gelmiş, mülkiyet haklarından başlayarak burjuva yasalarda kadın-erkek eşitliğini çok fazla konuda burjuva haklar bakımından elde etmiş epeyce bir ülkede. Fakat sistem de bunlardan ibaret, bu haklar da, bu düzende bu kadar. Şimdi daha ilerisine gitmeye çalışıyor. Örneğin pozitif ayrımcı yasalar dayatmaya çalışıyor ya da örneğin şurada ya da burada kadın işçiler için kota dayatmaya çalışıyor ya da işte eşit işe eşit ücret mücadelesi sürüyor. İşte siyasal iktidar bakımından daha fazla eşit temsiliyet daha fazla eşitlik için mücadele ediyor kadınlar. Üstelik kadın iş gücü çok daha kitlesel biçimde sermaye üretim çevrimine katıldığı için bu mücadelenin toplumsal tabanı güçleniyor. Şöyle bir şey burjuva sistemin yasal çerçevesi içinde belli haklar kazanmış fakat artık sistemin dönüşümünü zorlayan tipte taleplere doğru bir yönelim var. Şimdi bir yandan bu böyle, ama diğer yandan da erkek cinsi kazanılmış olanı da almaya çalışıyor, dolayısıyla mücadele çok daha şiddetli.
Aynı zamanda bölgesel savaş tablosunu görüyorsunuz. Onun da ötesinde, üçüncü dünya savaşının alametleri de artıyor, siyasi gericiliğin, faşist hareketlerin gelişimi burjuvazinin bu eğiliminin de bir dışavurumu. Emperyalist bloklaşmalarda siyasal olarak da ekonomik olarak da artış ve belirginleşme yaşanıyor. Kısacası, bu erkek egemenliğinin kendini yeniden düzenlemesi anlamına da geliyor, cinsel çelişkinin şiddetleneceği ve kadın cinsine yönelik erkek saldırganlığının hem devletler, hem bireyler düzeyinde artacağını da gösteriyor.
Bu tablo içinde tartışırsak, kadın hareketi şimdiye kadar bu saldırıları göğüsledi ama bir aşamada bir tür denge durumuna geldi, bazı yönleriyle yerinde saymaya başladı. Buradan çıkmak ve durumu erkek egemenliği aleyhine değiştirmek için, vuruş kuvvetini artırması lazım. Bunun için birkaç yönden mücadeleyi daha fazla geliştirmesi lazım. Birincisi, mücadele biçim ve araçlarını daha fazla geliştirmesi lazım. Bu hem daha sıkı örgütlenmeleri, hem de kadın grevi gibi, değişik ülkelerde bireysel ve kolektif özsavunma örnekleri, Meksika’da meclisin yakılması türünde şiddet araçları gibi daha sert politik mücadele biçimlerinin daha örgütlü ve yaygın uygulanmasını içeriyor. İkincisi, bu mücadelenin vuruş kuvvetini, erkek egemenliği karşısında saflaşan kuvvetleri genişletmesi lazım ve bu da işçiler başta olmak üzere ezilen ve sömürülen diğer sınıf ve tabakalarla bir mücadele birliğini, aynı zamanda program birliğini gerektiriyor. Ve üçüncüsü de kendi cinsinin daha büyük bir kısmını harekete geçirmesi lazım, yani işçi ve yoksul kadın kitlelerini daha geniş biçimde harekete geçirmesi, bunun için daha istikrarı örgütlere, mücadele biçimlerine kavuşması lazım.
Fakat öncülük eden kuvvetlerin kendi sınırları var. Hareketler büyük ölçüde kendiliğinden, ki buna bizzat o hareketlerin kendini feminist ya da başka bir şekilde ifade edip etmemesinden bağımsız söylüyorum. Öncü rol oynayan ya da oynayabilecek kuvvetler bakımındansa değişik sınırlar var. Feministlerin görüş açısı kendiliğindencilikle ve kesimcilikle sınırlı. Emekçi sol yapılar dünya çapında hem zayıf, hem de konuya bakış açısı ezici çoğunun son derece geri, pek çok durumda düpedüz erkek egemen, bırakalım önüne geçmeyi, önderlik etmeyi, bu kitle mücadelelerinin gerisinden geliyor.
Aksi takdirde, mücadele dalgaları ne kadar kuvvetli olursa olsun, bir çıtaya erişip geri çekiliyor. Elbette her dalga cins bilincinin toplumsal gelişimine katkı sağlıyor, bazı kazanımlar elde edebiliyor. Bu bütün kitle hareketlerinin doğasıdır. Hiçbir devlete somut geri adım attıramasa bile, toplumsal hareketin cins sorununa bakışını değiştiriyor, bu az bir şey değil. Fakat eninde sonunda o yasalar geçiyor ve eninde sonunda kadın hareketi buradan geri savruluyor. Ya da kazanım sağlıyor, o kazanımlarla bir süre geri çekiliyor. Nitekim şöyle de oldu. Kadın grevi dalgalarını, çok büyük, bazı ülkelerde milyonlara varan bu dalgayı bir pandemi dönemi çok ciddi vurabildi. Politik özneleri geriletti, belli tek tek önder kadınları geriletti, başka bir durum oluşabildi. Ya da tek tek ülkelerdeki erkek egemen yasalar geçti, bu değişik kuvvetlerde bir karşılık yarattı, farklılıklar derinleşti ve ayrışmalar atomizasyon biçiminde yaşandı, parçalanma ve geri düşme biçiminde yaşandı, mücadelenin ihtiyaçları doğrultusunda bir kesimin ileri atılması, başkalarının savrulması biçiminde değil. O kadar özsel olmayan sorunlarda büyük ayrılmalar doğabildi.
Yine konferansınızda erkek egemenliğinin krizde olduğu tespitiniz bulunuyor. Bu krizi nasıl temellendirirsiniz ve özelde kapitalist burjuva aile bu krizin neresinde duruyor?
Berçem Güneş: Erkek egemenliğinin krizi dediğimiz, esasta burjuva ailenin krizidir doğal olarak. Bu başlıca olarak teorik bir tespit, ama tabi bunun politik, ideolojik ve örgütsel olarak çok temel sonuçları var erkek egemenliği cephesinden. Özetle şöyle söyleyebiliriz. Ücret eşitsizliğine ve aile ücretine, ki aile ücreti de ekonomik olarak mutlak karşılığa sahip olduğu için değil, binlerce yıllık cinsiyetçi işbölümüne ve ona bağlı siyasal düzene dayalı olarak ayakta tutulduğu için ana çizgidir, buna dayalı olarak sürekli yeniden üretilen, erkeğin esasen iş gücü, kadının esasen evsel köle olduğu, kadın işgücüne katılsa da emeğinin esasen sermaye çevriminde tali, evsel kölelik zeminindeyse asli olduğu, kadın iş gücünün sürekli istikrarsız olduğu, sürekli ikincil bir aile sistemi, emperyalist küreselleşme koşulları altında sürekli istikrarsızlaşıyor. Ataerki ile kapitalizm arasında birlik eğilimi bir yandan, çelişki ise diğer yandan güçleniyor. Kapitalizmin bütün çelişkileri şiddetlendi. Buna bağlı olarak cinsel çelişki de şiddetlendi. Bu sistem sürdürülebilir olmaktan, hatta vaat edilebilir olmaktan çıktı. Kadın işgücü çok istikrarlı biçimde kapitalist çevrimde, bunun önemli bir kısmı geri dönemez artık, üretimin bugünkü toplumsallaşma düzeyi altında olamaz. Çünkü üretimin uluslararasılaşması, bunun gerektirdiği işgücü niceliği ve niteliği koşullarında artık vazgeçilebilir değil. Öte yandan, aile için ücret de artık sistemi büyük oranda terk ediyor. Bir yandan da evsel emek alanları toplumsallaşmış, yani yemek, gastronominin gelişimiyle toplumsallaşmış, bakım kısmi, parça parça da olsa toplumsallaşmış. Bunlar da geri döndürülebilir değil. Üç yönüyle de gerilim artıyor, çelişki şiddetleniyor. Böyle bir temelde burjuva aile krize giriyor.
Bunun haliyle toplumsal siyasal karşılıkları oluyor. Aile yapısı, gelenekler önemli değişimlere uğruyor, kazanımlarını kullanmaya çalışan kadın cinsine karşı, ayrıcalıkları korumaya çalışan erkek cinsinin şiddeti tırmanıyor. Fakat bütün bu tablo sonuçta erkek egemenliğinin dünkü biçimiyle kendini sürdürememesi sonucuna yol açıyor. Bunun tabi ki çok gerçek çok kaçınılmaz bir sonucu da kadın özgürlük mücadelesinin gelişimi, cins ölçülerinin artık toplumsal ölçeklerde de önemli ölçüler haline gelişi gibi kadın lehine de çok ciddi gelişmeler oluyor.
Erkek egemenliği tek tek ülkelerde ve dünyasal olarak da buna uygun politikalar geliştirmeye çalışıyor. Bunun için ortaya üç gram kadın erkek eşitliği, birkaç gram pinkwashing, ama bol miktarda heteroseksizm, bol miktarda gerici yasa, bol miktarda erkek egemenliği, bol miktarda erkek şiddeti koyuyor. Ama çarpışma çok önemli. Giderek bütün kadın hareketinin gelişimi, kadın özgürlük mücadelesinin dizilimi bu saflaşma etrafında gelişiyor, bu krizin erkek egemenliğinin restorasyonu yönünde mi kadın özgürlüğü yönünde mi çözüleceği giderek daha fazla merkeze oturuyor. Yani kadın hareketinin birliği ve toplumsal mücadelenin birliği meselesi bu koşullar altında tabi daha gerçek ve yakıcı bir sorun haline geliyor.
Az önce ortaya koyduğunuz tablodan hareketle, faşist şeflik rejiminin kadın hareketi ve kadın kazanımlarına dönük saldırılarını nasıl somutlarsınız ve mevcut saldırıların erkek egemenliğinin kriziyle bağını nasıl kurarsınız?
Berçem Güneş: Erkek egemenliği tabi ki faşist şeflik rejiminden ibaret değil. Bundan önce de erkek egemen bir devletti söz konusu olan. Kağıt üzerindeki en temel haklar konusundaki büyük eşitsizliklerden, gözaltında taciz ve tecavüz işkencesine, erkek suçlarına cezasızlık politikasından sömürgeci faşizmin Kürdistan’da kadına yönelik suçlarına dek bu gerçeği görebiliriz. Krize girişi de o zemindedir. Bunun özgün bir nedeni ‘90’lar ve 2000’lerin başından itibaren kadınların değişik haklar temelindeki durumunun kadın özgürlük mücadelesinin kazanımları ile gelişmesiydi. Evlilik, boşanma hakkı ya da aile içi reis düzenlemesi, nafaka hakkı, velayet hakkı gibi meselelerden tutalım, kadına yönelik şiddetin, cinsel, fiziksel şiddetin özellikle burjuva mahkemelerde daha ciddi cezalarla karşılaşması konusunda verilen mücadeleler, bunun bazı karşılıklar oluşturması, özelde İstanbul Sözleşmesinin imzalanması gibi kazanımlar. Buna karşın, birey erkek şiddetinin hem daha görünür olması, hem de kazanımlar karşısında daha fazla yükselmesi. Bu sürecin toplumsal karşılıklarının geleneksel aile yapısını tehdit altına alması, genç kadınların daha fazla bireysel özgürlük arayışına yönelmesi, tek tek kadınların bağımsız yaşama cesareti bulması, eğitim, çalışma, eğlence ve toplumsal yaşamın tüm yönlerine daha fazla katılması. Bunun erkek egemenliğince şiddet, cinayet vb. saldırılarla engellenmeye çalışılması.
Faşist şeflik rejimi erkek egemenliğini politik islamcı temelde restore etmeye çalışıyor. Politik islamcı görüş açısına uygun, kadının esasen evsel köle olduğu, erkeğin esasen işçi olduğu bir aile tipini, rejime en sadık kullardan başlayan bir hiyerarşik sistem içerisinde rüşvetlerle düzenlediği bir tablo. Dolayısıyla toplumun makbul olmayan kadınlarının yine işçi olarak sömürüldüğü, ama toplumun “makbul” kesimlerine zarar vermeyecek şekilde tecrit edildiği ve örgütsüzleştirildiği, kendi görüş açısına uygun yaşamaya çalıştığında sokakta basınç altına alındığı dolayısıyla dizginlendiği ve denetlendiği, paketlendiği koşullar. Kadınlar arasında mutlak bir bölünme. Yani “makbul” kadına “makbul model aile” tipinin inşa edilmesi, makbul olmayanın iradesiz, eylemsiz ve örgütsüz biçimde sömürülmeye devam edilmesi.
Faşist şeflik rejimi, sermaye bakımından Kürdistan’daki sömürgeciliğin en kararlı, en saldırgan temsilcisi olduğu gibi, erkek egemenliğinin en kararlı ve saldırgan temsilcisi. Bu konuda sermayenin bütünüyle bir çıkar eşitliği yok. Yani kadınların durumu bakımından büyük farklılıklar var burjuvazinin değişik kesimleri arasında. Fakat faşist şeflik rejimi erkek egemenliğini güçlü biçimde temsil ediyor ve restore etmeye çalışıyor.
Bu kapsamda da İstanbul Sözleşmesi’nin feshi gibi önemli bir saldırıya girişti. Cezasızlık politikası, birey erkeklerin erkek egemen sistem içerisinde ne kadar yetkilendirildiğiyle ilgili bir mesele, aslında bir “siyasal yetki” düzenlemesi gibi bir mesele. Erkek egemenliği içi birey ve devlet yetkilerinin dağılımı bir tür. Devlet demiş oluyor ki, çok şirazeden çıkmamanız kaydıyla mecbur kalırsak sizi aklarız, kişisel bekçiler olarak kendi kölelerinizi şöyle eğitebilirsiniz, şöyle sınırlandırabilirsiniz. Başkasına ait kişisel “mülklere” el uzatmayın fakat kamusal “mülklerden” de şu düzenlemelerle yararlanabilirsiniz. Bu düzenin başında da tabi ki faşist şeflik rejimi duruyor.
Boşanma, nafaka, velayet haklarının daha da erkek lehine düzenlenerek dünkü kazanımların gasp edilmesi, eğitim yaşının, evlilik yaşının düşürülmesi ve başka biçimlerde çocuk yaşta evliliğin, çocuk istismarı ve tecavüzünün yasallaşması, eğitim sisteminin cinsiyetçi temelinin güçlendirilmesi. Keza kadın emeğinin nasıl örgütleneceğine ilişkin çok ciddi çalışmaları var. Bunları nasıl tam olarak sonuçlandırırlar, nasıl ilerlerler görmek gerekir fakat ücret eşitsizliğinin derinleştirileceği açıktır. Bir yönü ev eksenli üretimin daha fazla geliştirilmesi, dolayısıyla kadınların sermaye çevriminde emek güçlerinin sömürüleceği fakat aynı zamanda ataerkil sömürü ve evsel kölelik zemininde güçlü olacağı bir şekli kısmen entegre etmeye çalışıyorlar. Bunlar köklü şeyler değil, bunlar biraz yama. Çünkü ev eksenli çalışmanın hem sektörel sınırları var hem nicelik sınırları var. Fakat bir yandan böylece belki kadın işgücünün sermaye çevrimine katılımı kaçınılmaz olan kesimlerini rejime entegre edecek şekilde sömürme alanı açabiliyorlar. Bakım emeğinin, evde bakımın ücretlendirilmesi politikası keza. Ekonomik bakımdan çok köklü çözüm bulma olasılıkları yok. Politik zor yoluyla belli toplumsal biçimleri dayatmak gibi değil yani ekonomik bakımdan bu tip bir krize çözüm arayışı. Türk tekelci burjuvazisi bakımından da kadın işgücünden bütünüyle vazgeçmek artık imkansız. Fakat değişik biçimlerde bunu düzenlemeye, zorlamaya çalışıyorlar.
Tabi bu çok kapsamlı bir saldırı. Buna karşı verilecek mücadele, tekil kazanımlar için mücadele etmek gibi değil. Erkek egemenliğini güçlendirerek faşist şeflik rejimini güçlendirmeye çalışıyor. Faşist şeflik rejiminin ilerlemesinin çok önemli bir alanı olarak görüyor bunu. Çünkü toplumun yapısını, yeni kuşakların üretilmesini bu temelde düzenleyemezse kendi sisteminin süreklileşmesinin olmayacağını düşünüyor. Dolayısıyla bu kapsamdaki saldırılar faşist şeflik rejiminin hayatiyetini devam ettirme saldırıları.
Kadın hareketi buna karşı fiili meşru zeminde güçlü biçimde kendi ortaya koyuyor. Fakat, keskin dönemeçler var. İstanbul Sözleşmesi önemli bir dönemeçti, sadece sözleşme kazanımının kendisi değil, faşist şefin keyfi ve ihtiyaçları gerektirdiğinde tek hamlede kadın kazanımlarının üstünü çizebilme gücünü koruyup korumamasıydı mesele, burada nesi varsa koyması gerekirdi kadın hareketinin ve özelde de komünist kadınların da öyle. Örneğin kadın grevi gibi dünyasal olarak gelişmiş bir araç var, bu tip mücadele biçimiyle püskürtmeyi zorlaması gerekirdi. Fiili meşru mücadeleyi kitle şiddeti biçimlerine evriltmesi gerekirdi. Hiç değilse denemesi gerekirdi bunları. Komünist kadınlar da dahil, sonuçta böyle bir hattan gidilemedi, gidemedik. Kadın özgürlük hareketi toplamı olarak, irademizi koruduğumuz, mücadele gücü ve pratiğini koruduğumuz fakat saldırıyı püskürtecek kadar da rejimle karşı karşıya gelmediğimiz, bunun ister örgütsel ve fiziki, sonuçlarını, başarısızlık dahil, siyasi sonuçlarını göze almadığımız, fiilen bir denge politikası izlemiş olduk, bu iyi olmadı. İradesini ve moralini korumuş olması da önemli fakat hem önemli bir mevzi kaybı oldu bu, hem de kadın hareketi bakımından da artık o tıkanma dediğimiz şeyin bir dışavurumuydu. Sonuçlarına bakılırsa da, bu dengeyi korumak, oradan ileri gitmenin bir kaldıracı olmadı, daha ziyade geriye gidişler oldu. Faşist şeflik de ilk önemli güç sınamasında kendi çıkaracağı sonucu çıkarmış oldu. Kadın grevi başta olmak üzere, daha cepheden mücadelelerden geri durmak hareketin gelişimine yol açmıyor, giderek daha fazla mevzi kaybına, giderek de politik iddia kaybına yol açıyor. Yani bu faşist şeflik rejiminin saldırılarını durdurabilir miyiz durduramaz mıyız? Bunun çok kayıtla ele alınmasına yol açıyor.
İşçi hareketi, demokratik Alevi hareketi ve başkaca toplumsal mücadele güçleri açısından da aynı denge pratiğidir. Belki birçok başka kadın özgürlük talebine, gündemine göre bu konuda daha fazla harekete geçildi, açıklamalar yapıldı, kimi pratik tutumlar alındı ama bu çapta ve sadece kadınları da değil, antifaşist mücadelenin bütününü ilgilendiren bir soruna dair duruş yetersizdir. Örneğin aynı aylarda konfederasyonların 1 Mayıs bildirgesinde bu konunun 10. sırada oluşu, apolitik, başarısız bir tutum, önemli bir zayıflıktır antifaşist mücadelenin gelişimi açısından, işçi sınıfı mücadelesinin gelişimi açısından.
Kadın özgürlük hareketi mevcut durumunun ilerisine geçmek için, az önce de konuştuk, birincisi, daha geniş bir kadın kitlesinin harekete geçişi için daha istikrarlı örgütlerle daha fazla çaba göstermeli. İkincisi, fiili meşru temeldeki mücadelenin mevcut dengesini bozacak daha sert çarpışma biçimleri geliştirmeli. Üçüncüsü, erkek egemenliğinin bütün etkisine, bütün geriliklere, bir nevi erkek direnişine rağmen, sendikaları, kitle örgütlerini kadın özgürlük mücadelesi etrafında saflaştırmaya çalışmalı.
Faşist şeflik rejimine direnen pek çok kuvvet var. Çok değişik zeminlerde direniliyor. Bunların başında da Kürt ulusal demokratik hareketi ve devrimci güçler geliyor.
İşçi hareketi gelişiyor. İşçi, emekçi mücadelelerinin kadın özgürlük mücadelesiyle daha ciddi bir ilişki kurması gerek. Özelde sendikalarda ve kısmen emekçi sol saflarda konuyla ilişkilenişte sorumsuzlukları ve faşist rejimin kendilerine yönelen saldırıları karşısında kırıntı denecek erkek egemen ayrıcalıklarını koruma çabalarını geriletmek, erkek direncini kırmak, mücadelenin bütünsel gelişiminde çok önemlidir. Kadın hareketinin bu konuda eleştirilerinin de, bağımsız eylem gücüyle oluşturduğu ilerici basıncın da değeri çok büyük. Fakat daha etkin, daha öncü bir çaba içerisinde olması lazım. Zaten değişik mücadele kuvvetleri direniyor ama böyle farklı farklı kuvvetlerin direnişi vuruş gücünü tek başına yükseltmiyor. Zaten herkes çıksın, elini mi tutuyoruz gibi tartışmalar oluyor o yüzden diyorum. Çünkü, faşist şeflik rejimini yenilgiye uğratmak üzere ona karşı olası en geniş kuvvetler meydana çıkmadan bu saldırı dalgasının tekil bir direnişle yenilmesi mümkün değildir. Politika kuvvetle yapılır, ilkeyle yapılmaz. Politika kendisini amaçlaştırarak da yapılmaz, kadın hareketi kendini amaçlaştırma hatasına düşmemeli. Bir politik saldırı var, kuvvetin karşısına kuvvet çıkarmak zorundasınız, soracağımız soru şu. Kendi kuvvetimiz yetmiyor, başka hangi kuvvetleri çıkarabiliriz bu saldırının karşısına. Faşist şeflik rejimine direnmeye hazır bütün kuvvetleri erkek egemenliğinin kurumsal saldırılarına direnmeye doğru da iteklemek zorundayız.
Şunu söylüyoruz, söylemeliyiz, bu faşist şeflik rejimi erkek egemenliğini istediği biçimde örgütlerse, bu bütün toplumsal kesimler için çok büyük bir darbedir, buna direnmek zorundasınız. Bunu söylemeliyiz, buna öncülük etmek zorundayız ve buna açık olmak zorundayız. Ve böyle bir saldırı dalgası değişik bedeller ödenmeden püskürtülemez, buna da hazır olmalıyız. Kadın hareketi toplamda da zaten bu bedeller üzerinden biraz ayakta duruyor, yani bu bedellerin kıymetini iyi bilmek lazım. Mesela çok önemli siyasi önderlerini tutsak vermiş oldu geçtiğimiz dönemde kadın hareketi. Çok sayıda kadın öncüyü devlet katletti. Sadece sokakta mücadelenin gücüyle değil, bütün bu bedeller üzerinden ayakta durabildik aynı zamanda. Bu cesaretle, bu meydan okumayla, bu direnişle yapabildik.
Buradan, gerici toplumsal saflaşmaya karşı yüzleşme çağrınıza gelelim. Bu çağrınızın nedenleri, muhatapları bakımından neler söylersiniz bize?
Berçem Güneş: Bu güncel bir duruma güncel bir yanıt verme ihtiyacıyla ilgili. Az önce bahsettiğim tabloyla ilgili. Soyut, genel bir söylem değil, güncel politik bir yönelim.
Soyut, genel olarak erkek egemen zihniyetle, erkeklikle yüzleşme ve kopuşma, toplumsal kuvvetler, örneğin işçi sınıfı ve emekçi sınıflardan erkekler için bugünün koşullarda sermayenin ataerkil iktidarı koşullarında çözülebilir bir sorun değil, iktidar değişimi olmadan çözülebilir ortadan kaldırılabilir bir sorun değil. Fakat her günkü mücadele içerisinde sürekli olarak ele alınması gerekir.
Ancak erkeklikle toplumsal yüzleşme kavramıyla gündemleştirmeye çalıştığımız konu bu değil. Sermaye ve erkek egemenliğine karşı mücadelede bugünkü saflaşmanın tablosuyla, durumuyla ilgili.
Erkeklikle toplumsal yüzleşme yöneliminin iki boyutu, iki ekseni var. Bir boyutu işçi sınıfının örgütlenmesi ve mücadelesi, burada erkek egemenliğinin oynadığı sınıf uzlaştırıcı, gerici rolle ilgili, bunun betaraf edilmesiyle ilgili. Bir yönü de kadın özgürlük mücadelesinin güncel gelişim eşikleriyle, faşist şeflik rejiminin erkek egemen saldırısının geriletilmesi mücadelesinin kuvvetlerinin genişletilmesiyle ilgili.
Kadın özgürlük mücadelesiyle erkeğin politik ilişkisi, gölge etmemek dışında, toplumsal düzeyde nasıl ele alınmalı konusu aslında bir süredir değişik biçimlerde tartışageldiğimiz bir konuydu.
Bütün büyük mücadelelerin toplumda da büyük dönüşümleri getirdiğini, getirmesi gerektiğini düşünüyoruz. Ama aynı zamanda toplumda bütün büyük dönüşümlerin de politik mücadelenin itici kuvvetiyle geliştiğini düşünüyoruz. Toplumsal ve siyasal düzlemde erkek egemenliğiyle mücadele ya devletin doğrudan saldırılarıyla mücadele oluyor ya tek tek erkeklerle daha fiziksel biçimlerde mücadele, yani eylem oluyor. Tamam, bu genel. Fakat erkek egemen zihniyetle emekçi sol saflarda, antifaşist saflarda ve işçi sınıfı ve emekçiler, ezilenler saflarında mücadele, sadece bu mücadelelerin etkileri, sonuçlarına da indirgenemez, dahası sadece ideolojik mücadeleye indirgenemez. Erkeklikle mücadele salt ideolojik olamaz. Bilinç yükseltiyorsak, daha büyük bir politik mücadele verebilmek için ve daha başka bir düzenin ideolojisini kurabilmek içindir, onun kadrolarını oluşturmak için bilinç geliştiriyoruz. Yani kendi kendine bir aydınlanma amacı yok, politik amaçları var.
Eğer cins çelişkisi sorununun esasta toplumsal nitelikte bir sorun olduğunu ve şu veya bu şekilde erkek egemenliğinin fiziken erkekli bir toplumda ortadan kaldırabileceğini düşünüyorsanız, ki bizim coğrafyamızda düşüneceksek, sosyalist kadın hareketi bakımından da, sosyalist feministler başta gelmek üzere feministlerin önemli bir kısmı bakımından da, Kürt demokratik kadın hareketi bakımından da yaklaşım böyledir, o zaman bunun bir yerde politik bir karşılığının olması gerekir. Böyle bir dönüşümün olamayacağını düşünen akımlar var, bunu yanlış buluyoruz, ama tutarlıdır kendi içerisinde, bunu bir yana koyuyoruz. Zaten baskın eğilim de değildir kadın hareketinde.
Eğer böyleyse, dolayısıyla parti içinde erkeklikle mücadele bakımından da, toplumda erkeklikle mücadele bakımından da, ciddi bir ideolojik mücadeleden bahsedeceksek, bunun önemli bir kanalı tabii ki kadınların eylemleri. Fakat erkeğin eylem, sınanma alanı ne olacak? Tabii ki erkeğe kendi gerçeğiyle yüzleşmesi için bile alan açtığınızda, erkek egemenliğinin bütün avantajlarıyla ve bütün tarzıyla, bu yüzleşmeye direnç, eylemiyle ve gerçeğiyle uyumlu olmayan bir lafazanlık ve dahası egemenlik girişimleriyle, hakikaten sıkıntılı bir tablo ortaya çıkıyor. Kadın hareketinin bunun karşısında geliştirdiği haklı bir tepki var. Fakat herhangi bir kesimden ezilenin her haklı tepkisi bir önderlik görüş açısını, bir toplumsal altüst oluş ihtiyacını kapsamış olmuyor. Ve eğer erkeğin, ister sistem içi, kapitalizm içi düşünenler açısından, ister devrimci hareketler açısından olsun, dönüşümü mümkünse, politik eylemin içinde erkek sözünün sınanması lazım. Örneğin erkek sendikacılardan var mı bir yüzleşme eylemi? Biz şimdiye kadar kadınların sendikalarda önünü kapattık, bütün koltuklara oturduk, mümkün mertebe de önlerini kapattık, gak diyeni konuşturmadık, kendimiz konuştuk yerine. Var mı böyle şey? Sözden başka, eylemde var mı? Ki sözde de ne kadar olduğu olmadığı ortada.
Peki bu yüzleşme, politik eylem nasıl olmalı?
Berçem Güneş: Bu gerçekten erkeğin yüzleşmesi olacaksa erkeğin özneleşmesi gerek. Mesela şunun gibi düşünelim, Türkler bakımından Ermeni soykırımıyla yüzleşme demokratik bilincin gelişimi bakımından bile çok temel bir şey. Hrant Dink’i uğurlarkenki “Hepimiz Ermeniyiz” sloganında yüzbinlerin dilinde ifade buldu bu yüzleşme. Ama bunu Türk işçileri, emekçileri diyebilir. Ermeni halkı onlara şunu söyleyebilir: bakın, bizim ezilmemizin kapsamı budur, size de düşen budur. Fakat eylemi ve eylemin dilini Türklerin kurması lazım biraz. Ya da Kürdistan sorunu, Türk işçi ve emekçilere yapacağımız çağrı. Güzel, çağrıyı yaparsınız da, ama bunun gerçek bir yüzleşme olması için bunun o cepheden kurulması lazım. Tabi kadınların bunu zorlaması gerekiyor, yol göstermesi gerekiyor. Ama sorun erkeğin sorunu, görev erkeğin sorunu, çözümde de biraz ciddi, biraz iradi olması gerekiyor. Toplumsal düzlemde değil de, emekçi sol saflarda düşünürseniz, bu dili kurma, bu eylemi geliştirme için yol göstermeniz ötesinde kadınlar cephesinden önderlik görüş açısı, sorumluluğu ve tahammülü de gerekiyor. Çok başarılı olunsaydı, en başta dışlanmazlardı herhalde.
Eğer bu mücadelede faşist şeflik rejimine karşı bir kuvvet oluşturacaksak ve aynı zamanda faşist şeflik rejimine karşı mücadele eden kuvvetler kendi ciddiyetini ispatlayacaksa, cins çelişkisi de bunun bir eksenidir. Tıpkı antişovenizm gibi, önemli bir sınanma, sınav konusudur. Peki bunun kuvvetleri, öncüleri nasıl ortaya çıkacak? Dolayısıyla erkekler kendi cinsleriyle de mücadele etmeye yöneltilmeli. Erkeklikle mücadelenin bu kapsamda da epeyce zorlukları olacaktır. Fakat bu girmeye değer bir yol, girilmesi gereken bir yol. Çünkü siz bütün bir toplumu dönüştüreceksiniz. Sonuçta devrim gerçekleşirse, şu anda sınırlı örneklerde tahammül etmekte bazı bakımlardan zorlandığımız erkek egemen gerçeklikten, tutumlardan onlarca kat fazlasına sahip bütün bir toplumu, üstelik de dünkü gibi bu örgütlendi, bu örgütlenmedi gibi bir seçme şansına sahip olmadan, örgütleyemediğiniz ve dönüştüremediğiniz herkesi karşı devrimin safına itmekle karşı karşıya kalacağınız ince bir çizgi üzerinde yürüyerek dönüştüreceksiniz. Bu önderlik kuvvetini ve deneyimini elde etmemiz gerekiyor. Bu önderlik kuvvetini kadınlar bu mücadelenin içerisinde elde etmeli, aynı zamanda bu çarpışmaya da girmeli.
Sonuçta toplumsal saflaşmaya karşı yüzleşmenin esası şu: Toplumun değişik kesimlerinden erkeklerin, antifaşist kesimlerden başlayarak, işçi sınıfından, emekçi sınıflardan erkeklere doğru uzanarak, kendi erkeklikleriyle değişik düzeylerde mücadele etmeleri, birbirlerinin erkeklikleriyle değişik düzeylerde mücadele etmeleri, bunun araç, yol, yöntem, biçimlerinin bulunması. Esasta bu. Bunun belli politik ifade biçimlerinin de vuku bulması.
Bu çağrının toplumsal boyutu olduğunu, toplumdaki erkeklere yöneldiğini mi anlamalıyız? Sadece örgütlü devrimci erkekler değil mi?
Berçem Güneş: Hiç değil. Muradımız parti saflarında erkeklikle mücadele olsa, erkek komünistlerin buradan görev çıkarması istense, partimizde zaten bunun elli tane kanalı vardı. Cins özgürlük mücadelesindeki duruma, gelişime dair düzenli rapor sistemimizden tutalım, tümüyle kadınların yönettiği görevlerle ilişkide disiplin hukukuna de değişik mekanizmalarımız var. Bütün eleştiri-özeleştiri toplantılarında, bireysel gelişime dönük bütün tartışmalarda, kadroların gelişiminin önemli bir sorunu olarak erkek yoldaşların erkek egemen tutum, davranış, düşünüş ve duygularıyla mücadele ediliyor. Dahası, kadro politikamızda ölçülerden de biridir. Yani bizim böyle bir şeye ihtiyacımız yok ki saflarımızda erkeklikle mücadele için. Yüzleşmenin çok daha fazlasına zaten çağırmışız, çağırıyoruz, zaten bu partimizin, örgüt yaşamımızın bir parçası.
Biz faşist şeflik rejiminin mevcut saldırılarının kapsamı, bunun karşısındaki ittifak kuvvetlerini genişletme ihtiyacıyla bağlı olarak bunu güncel bir sorun görüyoruz. Tabi, genel olarak da, işçi sınıfı başta olmak üzere değişik toplumsal kesimler içerisinde erkek egemenliğinin, bu kesimleri faşizme yedekleyen gerici rolünü ortaya çıkarma, bununla mücadele amaçlı olarak ne gibi bir politik hat açabiliriz, bu ihtiyaçla ilgiliyiz.
Kadın işçilerin direnişleri, grevleri çok sayıda, izliyoruz. Önemli mücadeleler gerçekten sürüyor. Kadın hareketinin kadın işçilerle ilişkilenme düzeyi nedir, özellikle KKÖ’nün pozisyonu nedir?
Berçem Güneş: Evet, kadın işçilerin varlığı, mücadelesi ve taleplerinin belirginleştiği dönemlerden birindeyiz. Bu kadın özgürlük mücadelesinin gelişimi bakımından çok önemli. Emekçi semtlerin ve atölyelerin, fabrikaların kadın işçileriyle buluşmak, sendikalarda kadın sesi ve rengini yükseltmek bugün hareketin en temel ihtiyaçlarından biri. Bu konuda zayıf olduğunu kabul etmek lazım. Keza, kadın işçilerin durumu, direniş ve grevleri, genelde de işçi sınıfının direniş ve grevleri parçalı. Dayanışma bakımından da zayıf bir tablo var.
Bunu aşan örnekler oldu, kısmi bazı direnişlerde kadın hareketi de sahiplenmede birazcık daha iyiydi, fakat sonuçta belli bir zayıflık var kadın dayanışması açısından. Mor liste gibi çalışmalar veya kısmi direnişlerle dayanışma pratikleri olsa da, henüz 2005’teki Novamed grevinin düzeyi ve çıtasını aşan, hatta ona yaklaşan bir örnek gelişmedi uzun yıllardır.
Kadın özgürlük mücadelesinin emekçi semtlerdeki, fabrika ve atölyelerdeki, keza sendikalardaki ayakları henüz çok zayıf. Bu konuda öncü politik öznelere ciddi görevler düşüyor, bu görevlerle nasıl ilişkilenildiği, ilişkilenileceği hareketin seyrinde belirleyici olacak. Feminist hareketin, sınıf hareketinde erkek egemenliğine ciddi bir eleştirisi ve ilerici baskısı var yıllardır. Bu çok değerli. Fakat feminist hareketin eleştirileri sınıf hareketi bakımından da, özelde kadın işçilerin mücadeleleri bakımından da dışsal. İçeriden değil. Konumlanışı, politik tarzı ve örgütlenme anlayışları bu konuda istikrarlı bir gelişime uygun değil. Komünist kadın hareketi olarak biz ise görüş açımıza uygun politik iddia, politik eylem geliştirmede zayıf kaldık, bunu kabul etmemiz gerek. Oysa ikinci konferansımızın önemli hedeflerinden biriydi, gerek emekçi semtlerde, gerekse fabrika ve atölye zeminlerinde kadın işçilerle daha güçlü bağlar kurmak, siyasi eylemi bu hattan büyütmek ve sendikal bürokrasinin erkek egemen karakterini teşhir etmek, geriletmek, sendikalarda ve işçi kitle örgütlerinde kadın işçi temsiliyetini güçlendirme mücadelesi vermek. Erkek egemenliğini, sendikal bürokrasiyle mücadelenin önemli bir konusu haline getirmek.
Toplamda kadın işçi direnişleri sendikal bürokratizmin keyfine bırakılacak bir konu değil. Buraya erkek egemenliği eleştirisi getirdiğimize göre normal olarak en dayanışmacı kesimin kadın hareketi olması gerekir. Ciddi biçimde sahiplenmeniz, dayanışma göstermeniz, emek vermeniz gerekir. Hem ekonomik dayanışma, hem siyasal bakımdan söylüyorum. Buralarda kadın hareketi zayıf.
KKÖ’nün pozisyonu nedir? KKÖ’nün kadın işçileri kadın hareketinin fiziksel olarak da daha etkin bir parçası haline getirmesi gerekiyor, işçi sınıfı mücadeleleri içerisinde cins rengi ve taleplerini de daha belirgin hale getirmesi, bunun mücadelesini vermesi gerekiyor. Sendikal bürokratizme karşı mücadelenin ve sınıf sendikacılığının mutlaka cins eksenli bir görüş açısından geliştirilmesi gerekiyor. Sendikal bürokratizmin çok önemli bir özelliği erkek egemenliğidir. Bütün sendikalar eşit temsiliyetten uzak, kadın işçilerin grev ve direnişlerine ciddi bir ilgi göstermekten uzak. Bütün sendikalar erkek, yönetimleri erkek. Sendikal konfederasyonlar erkek. Tabii ki bu çok vahim bir tablo. Mutlaka daha ciddi müdahale etmek gerekiyor. Biz çok önemli görüyoruz bunu. Dolayısıyla biz KKÖ olarak, hem işçi sınıfının mevcut örgütlenmelerine hem de kadın hareketine eleştirilerimizi içeriden ve pratikte yapmak isteriz.
En önemli şey tabii ki kadın işçi grevleri ve direnişleriyle şimdiye kadar yaptığımızdan daha güçlü bir biçimde buluşmak, öyle söyleyeyim. Kadın işçi grevleri ve direnişçileri etrafında dayanışma örgütlemede en önce bize görev düşer, çağrılarını yapmak, pratik emekçiliğini yapmak ve politik bakımdan da zorlayıcı olmak, burada kendiliğindencilikle barışmamalıyız. Kadın işçilerin talep ve mücadeleleriyle ilişkilenişte bu erkek egemen ilgisizliğin de, dışsallığın da, kasıtlı vurdumduymazlığın da, bunların sokakta, eylemde mücadele konusu edilmesine ihtiyaç var.
Sınıf sendikacılığı bize göre mutlaka aynı zamanda cins eksenli sendikacılıktır. Erkek egemenliği sendikal bürokratizmin üzerinde varolduğu temellerden biridir, işçi sınıfı açısından en önemli toplumsal uzlaştırıcılardan biridir, çok büyük bir yozlaştırıcı, işçi sınıfının mücadelesinin ve birliğinin önündeki çok önemli bir engeldir. Biz bunları tartışıyoruz, savunuyoruz. İşçi hareketi, erkek işçiyi sınıf uzlaşması zeminine süren erkek egemenliğiyle mücadele yürütülmeden, darbelenmeden, zayıflatılmadan, sadece kadın işçiler açısından değil, toplamda da gelişemez. Mutlaka sendikalarda ve işçi sınıfının bütün örgütlenmelerinde eşit temsiliyet, kota mücadelesi etkin biçimde verilmeli, vermeliyiz. Mutlaka kadın hareketi ile kadın işçilerin mücadeleleri arasında daha sıkı bağlar kurulması için çaba göstermeliyiz. Ve tabii bunun pratik mücadelesi içinde bütün kuvvetlerimizle daha fazla olmak gerektiğini düşünüyoruz.
Heteroseksizme karşı mücadeleye dair sorularımız var. LGBTİ+ hareketin gelişimi ve kadın hareketiyle ilişkilerine dair partinizin ve kadın örgütünüzün yaklaşımı nedir?
Berçem Güneş: Partimizin heteroseksizme karşı mücadele eder ve lgbti+ hareketin temel taleplerine programında yer verir. Bunun örgütsel gereklerini de yerine getirmeye çalışıyoruz. Rojava’da ölümsüzleşen lezbiyen kadın savaşçı Ivana Hoffmann yoldaş ile trans kadın savaşçı Okan Altınöz yoldaşın anıları bu mücadelemize ışık tutuyor.
Kadın örgütü olarak beyana bağlı üyeliği esas alıyoruz. Lgbti+ hareketi genel olarak kadın özgürlük mücadelesinin bir alt grubu gibi görmüyoruz. Fakat aynı zamanda, kendi beyanı temelinde kadın olan, kadın örgütüne üye olmak isteyen yoldaşların, komünistlerin örgütlenmesine açık kadın örgütümüz. Keza lgbti+’lardan oluşan ve bu alanda görevli parti örgütleri de, isterse içinde gay yoldaşlar da olabilir, tüzüğümüze göre eğer tercih ederlerse, cins mücadelesi ekseninde daha elverişli bulurlarsa, örgüt olarak, organ olarak, partiye değil de kadın örgütüne bağlı olabilirler. Genel yaklaşımımız bu.
Güncel olarak şöyle bir tablo görüyoruz. Heteroseksizm faşist şeflik rejimi için hem erkek egemenliğinin krizinin restorasyonunda baş vurduğu önemli bir dayanak, bir argüman, hem de başlı başına bir hedef. Lgbti+ hareketi, hareket olarak yok etmek, parçalamak ve apolitize etmek, diğer toplumsal mücadelelerle bağlarını kesmek, lgbti+ bireyleri tümüyle tecrit etmek, zaten çok pervasızca süren heteroseksist şiddetin de önünü tümden açmak istiyorlar. Kısacası, açık kimlikli bir lgbti+ varoluşunun önünü tümüyle kesmek istiyorlar. Bu konuda epeyce kararlılar. “LGBT” harfleri, terör örgütü olarak sınıfladıkları yapılarla aynı düzlemde ele alınıyor. Basın ve sosyal medya sansürünün bir kısmını buna dayandırıyorlar. Genel olarak da cinsellik temelinde gerici bir toplumsal tutum ve ruh hali örgütlemenin önemli bir dayanağı. Kısacası lgbti+ hareketi bir varlık-yokluk saldırısı altında. Komünistlerin, devrimcilerin ve kadın hareketinin değişik bileşenlerinin mutlaka bu saldırıya karşı, heteroseksizme karşı ciddi bir pozisyon alması gerekiyor. Lgbti+ hareketin kendisinin de hareketin birliğine ve politik temellerine, birikimine sahip çıkması ve direnmesinin yanı sıra.
Bu tablo iki yönlü bir risk oluşturuyor. Bir tanesi, faşist saldırı dalgaları, başkaca mücadelelerde olduğu gibi, lgbti+ hareket bakımından da, bazı politik öznelerin geriye çekilmesine, apolitikleşmeye, dinamik, eylemli kitle tabanının bazı bakımlardan daralmasına yol açabilir ve açıyor. Zaten toplumsal baskıların, dıştalanmanın, marjinalize edilmenin en sınırına doğru zorlanan bir hareket olarak lgbti+ hareket için, bu çok ciddi bir sorun. Apolitizm, sokaktan çekilme, içe kapanma, diğer mücadelelerle ilişkilenişten, ister heteroseksist, homofobik, transfobik tutumlara meşru tepki temelinde olsun, ister saldırılar altında kendi derdine düşme diyebileceğimiz bir ruh hali ile olsun, isterse de bu mücadelelerin gördüğü baskıları göğüslemekten kaçınma biçiminde olsun, geriye adım, şu anda LGBTİ+ hareket için olası en zararlı eğilimdir.
İkinci risk de emekçi sol hareket bakımından, kısmen de kadın hareketi bakımından, bir tür heteroseksist savrulma riski. Ki bunun da emarelerini görüyoruz, Kürt ulusal demokratik hareketinden başlayarak.
Gezi direnişinden itibaren, siz de ifade ettiniz, devrimci hareketle, komünist kadınlarla lgbti+ hareketi çok yan yanaydı. Fakat son dönemde bazı suçlamalar da var LGBTİ+ hareket tarafından, TERF eleştirileri var, komünist kadınlara yönelik de var. Bunlar hangi suçlamalar, komünist kadınların net anti-heteroseksist bir tutumu varken niye ortaya çıkıyor?
Berçem Güneş: TERF yani trans dışlayıcı feminist kavramının, feminist olmadığımız için, cins kurtuluşunun muhatabının kadınlar olduğu ve bunun da bağımsız tecrit bir yoldan gerçekleşeceği gibi bir yaklaşımımız olmadığı için, biçimde de içerikte de tam olarak muhatabı değiliz ama elbette bu zeminden değişik suçlamalarla ve eleştirilerle karşılaştık.
Kadın hareketinden, feminist saflardan, anti-heteroksist tutumlarında açık ve net olan başka arkadaşlara da bu türden değişik tipte suçlamalar oldu. Komünist kadınlara da oldu. Suçlamalar diyebilirim ya da eleştiriler diyebilirim. Bir kısmı suçlamaydı, bir kısmı eleştiriydi. Eleştirilerden zaten belli biçimlerde öğrenmeye çalışıyoruz. Çünkü bazen şöyle oluyor, başka bir pencereden baktırmaya çalışabiliyor herhangi bir kesim sizi. Hataları da olabiliyor, ya da ideolojik olarak farklı bir pencereden bakıyor, haliyle görüşlerini isabetli bulmuyorsunuz ama gösterdiği yöne bakmak gerekiyor. Aynı somut sonuca varmayabilirsiniz ama gösterdiği yönde başka sorunlar vardır, siz izini sürüp ileriye yürüyebilirsiniz. Örneğin, sığınma evi tartışmaları, örneğin transların dönüşüm ameliyatı geçirmeden de kadın olup olmadıkları, bunlar sonuçta bu zeminden gündeme taşındı. Kadın hareketi bunları tek başına düşünür duruma gelir miydi, tartışılır. Ya da kendi adımıza, İsyan yoldaşın emeğinin, direncinin, dirayetinin, fedakarlığının, kavrayışımızın gelişmesinde çok büyük katkıları olmuştur bize. Bir trans kadın yoldaş saflarımızda savaşıp heteroseksizme karşı mücadele etmese bunları kendiliğimizden düşünür müydük, tartışılır.
Bir kısmınınsa gerçekten kasıtlı, provokatif saldırılar olduğuna inanıyoruz. Feminist Gece Yürüyüşlerinde gelişen, feminist hareketin bazı öncülerini de hedef alan suçlamalar böyleydi, sosyalist kadın hareketine dönük suçlamaların bir kısmı böyleydi. Bizim açımızdan amaçları karanlıktır ve nedenleri açık değildir bu tipten saldırıların.
Şu bakış açısı ise, postmodern, lgbti+ harekete de kadın hareketine de yararı olmayan, hatta zararı olan bir bakış açısıdır, paylaşmıyoruz; kadın özgürlük mücadelesi, kadın hareketi kavramlarını, mücadelesini, TERF olarak reddetmek, translara, gay’lere şiddet içerdiğini iddia etmek. Bunlar zaten TERF yaklaşımlarla mücadeleyi de zedeleyici, ona da anlam ve içerik kaybettirici, postmodern yaklaşımlardır.
Biz toplumsal öznelerin ve toplumsal kuvvetlerin öncülüklerinin, politik öznelerin inşa edilmesine karşı çıkan bütün fikirleri politik bakımdan gerici buluyoruz. Buna feministler içerisinde de, bütününü kast ederek söylemiyorum, kadın önderleşmesinin ve öncüleşmesinin inşasına böyle bakan kesimleri de dahil, buna LGBTİ+ hareketin meseleye böyle bakan kesimleri de dahil, bu başka bazı mücadeleler bakımından da böyledir. Biz toplumsal kuvvetlerin nesnel temellerde açıklanmamasını, nesnel temellerden kaynaklanan ortak talep ve özlemler etrafında bir araya getirilmemesini, bunların görüş açılarından bir toplumsal sistemin kurulması için mücadele edilmemesini savunan bütün yaklaşımları ideolojik olarak gerici buluyoruz. Bununla kalmayıp politik eylemi yanlış bulan yaklaşımları politik bakımdan da gerici buluyoruz. Bu sadece lgbti+ harekete de özgü değil. İşçi sınıfı hareketi içinde de, kadın hareketinde de, ulusal ya da ırksal ezilmeye dayalı mücadelelerin bazıları içinde de böyle akımlar var. Avrupa, ABD gibi burjuva ideolojik hegemonyanın daha belirgin olduğu ülkelerde mesela nefret cinayetlerinin ya da kadın kıyımının ya da tecavüz saldırısının teşhir edildiği eylemleri, travma tetikleyici, saldırgan vb bularak, böyle eylemlerin yapılmaması, deneyim paylaşımı sınırında bilinç yükseltme hattıyla yetinilmesi gibi yaklaşımlar, bunlar işte ideolojik olarak gerici olan anlayışların politik olarak da gericilik üretmeye başladığı en uç örnekler arasındadır. Öncü iddiasına karşı, bir politik mücadele verilmesine karşı, bir politik özne tanımlanmasına karşıysanız, bu egemenlik sistemiyle mücadeleye karşısınızdır ve ezilen cinsleri, ezilen kesimleri sadece silahsızlandırırsınız, sadece eylemsizleştirirsiniz, sadece burjuvaziyi, erkek egemenliğini, heteroseksizmi aklarsınız ve onların politika yapma tekelini, şiddet kullanma tekelini kutsarsınız, meşrulaştırsınız.
Fakat LGBTİ+ hareketin emekçi sol harekete de, feminist harekete de çok ciddiye alınması gereken, isabetli eleştirileri var. Bir kısmı belki eleştirinin şiddeti kadar yüksek bir doz gerektirmiyor, çünkü bunlar yeni tartışmalar ve kavramlar ve ittifak kuvvetlerinizin bazı konuları anlaması ve sindirmesi için tahammülünüz olmalı. Yer yer kadın hareketine karşı böyle tahammülsüzlükleri var lgbti+ hareketin, komünist kadınları kastetmiyorum, kadın hareketinin bütününü kastediyorum. Hiçbir ezilen kesimin, mücadelesinde kendine dönmemesi, kendi derdine düşmemesi gerekiyor. İşçi sınıfı kendisi için mücadele etsin ve kendisini kurtarsın, kadınlar kendileri mücadele etsin ve kendilerini kurtarsın, lgbti+lar kendilerini kurtarsın, böyle tecrit mücadelelerin, böyle bir mücadele anlayışının başarı şansı yok.
Fakat daha ciddi olan risk bu değil şu anda. Daha ciddi olan risk, emekçi sol saflardaki ve kadın hareketindeki tersten heteroseksist savrulmalardır. Yoksa görüş açısı farklılıkları politik mücadele içerisinde tartışılır da, aşılır da, şiddeti büyük bile olsa bu tip tartışmaların, bunlar daha az sorundur. Faşist şeflik rejimi bununla çok oynuyor. İkiyüzlü bir politikayla, LGBTİ+ hareketi sapkınlık olarak nitelerken, ihtiyaç duyduğunda tek tek lgbti+’ları kendi araçları olarak örgütlemekten de kaçınmıyor. LGBTİ+ hareket henüz bu konularda yeterince deneyimli değil, naif. Emekçi sol ve feminist hareket de, faşist şeflik rejiminin, yalana dayalı psikolojik savaşı değişik konularda, bu konu özelinde heteroseksizm konusunda politik çizgi kırılmasını sağlama amaçlı kullanmasına karşı uyanık olmalı.
30. yılınızda komünist kadın hareketinin gelişiminin gündemleri ve sorunları neler?
Berçem Güneş: Aslında bu soru önceki sorular içerisinde yanıtını buldu. 3. Konferansımızın kararlarına bağlı güçlü bir pratik, onları gerçekleştirme yönünde irade ortaya koyarsak, 30. yılımız önemli bir dönemeç olacaktır. Komünist kadınların düşünsel olarak da, pratik olarak da çok ciddi bir birikimi, deneyimi var. Bu deneyim ve birikimin bilincine daha fazla sahip olması lazım. Yakın dönemdeki zayıflıklarımızdan biri buydu. Kendi birikimiyle, kendi örgütüyle daha fazla buluşma konusunda her düzeyden yoldaşın daha fazla sorumluluk alması lazım. Bu fiili meşru mücadele görevlerinde yer alan yoldaşlardan politik askeri cephe kadrolarına, Türkiye ve Bakur’dan Rojava’ya, Avrupa’ya dek bütün yoldaşlar için geçerli. Genç kadın komünistlerin bu kararların hayat bulmasında, partinin pek çok önemli gelişim eşiğinde komsomolun yaptığı gibi, özel bir rol oynayacağını düşünüyoruz. Hem komsomoldan, hem başkaca alanlardan genç kadın yoldaşların. Geleceğin fikirleriyle buluşma, atılımcı ruhla kendini ortaya koyma konusunda, hayallerin izinden tutkuyla yürüme konusunda en büyük potansiyel genç kadınlarda çünkü.
Örgütselliği, kadın kolektivizmini mutlaka yükseltmemiz gerek, daha büyük mücadelelere başka türlü girişilemez. Hem örgüt işleyiş ve bilinci, hem de kadınlar arası ilişkilerde devrimci işbirliğine dayalı yoldaşlık atmosferini güçlü tutma bakımından söylüyorum.
Son konferansımızda üzerinde durduğumuz, bir önceki döneme dair en önemli sorunumuz şuydu. Örgütsel bakımdan gözaltı ve tutuklamalar başta olmak üzere çeşitli saldırılara maruz kalmamıza, ideolojik siyasi tasfiyecilik koşullarında kitle bağlarımızın zayıflamasına, belirli bir örgütsel daralma yaşamamıza karşın, en önemli sorunumuz, politika ile örgüt arasında bağlantı kurmak olmadı, teori ile politika arasında bağ kurmak, görüş açımıza uygun politik iddia geliştirmek ve politika yapmak oldu. Burada durumumuzu değiştirmemiz gerekiyor.
Kadın cinsine yönelik çok ciddi bir saldırı dönemindeyiz. Daha büyük mücadeleler için ruhsal dayanıklılığımızı artırma, politik iddia ve cüretimizi yükseltme görevimiz var. İdeolojik bakımdan da, siyasal bakımdan da, örgütsel çalışmalar bakımından da kendimizi ortaya koymaya, bedeller ödemeye, emekçiliği ve iradeyi yükseltmeye hazır olmalıyız. Görevlerimizi özsel yönüyle böyle saptamış bulunuyoruz.
* MLKP Eş Genel Başkanı Berçem Güneş ile yapılmış olan ve elimize e-posta yoluyla ulaşan röportajı haber ve tartışma değeri nedeniyle yayınlıyoruz.