Kayıp Halka: Kadın / Mukaddes Erdoğdu Çelik

İnsanın kemik yapısının evrimini açıklamak için kayıp halka arayan bilim, ilk toplumsal kayıp halka kadını yok saymıştır. Bilim, insanlığın evriminde/devriminde kadını dışlamıştır. Yani; kadın, kayıp halkadır.
Kadın, insanlığı ayakları üzerinde diken ilk emeğin sahibiydi. Yabanıllığın ilk iş bölümü, kadın ile erkek arasındaydı ve doğal özelliği ilkel komünal ekonominin üzerinde yükseliyor olmasının eseriydi. Kadın, soyun üretimi ve yeniden üretimiyle uğraşırken toplulukta, eşit ve saygındı. Bilim insanları bu hayata üç milyon yıl ömür biçiyor bugün. Kadın için hayat böyle sürüp gitmedi. İlkel komünal hayatın içinde kaçınılmaz olarak ortaya çıkan yeni devindirici güç ürün fazlasıydı ve kadın ile erkek arasında mevcut iş bölümü dahil her şeyi köklü olarak değiştirdi. Tarımda ve hayvancılıkta ürün fazlası, önce topluluk, sonra kendi adına erkeğin elinde toplanarak servet/özel mülk olunca, kadın da üretken güçleriyle erkeğin malı oldu. Kadın cinsin büyük tarihsel yenilgisi, ezilmişliği, horlanmışlığı, aklına ve iradesine el konulmuşluğu orada başladı. Soy zincirinin anaya göre belirlenmesi son buldu ve erkeğin egemenliği demek olan babalık hukuku başladı. Bilim insanları, kadının bu haline de 5 bin yıl ömür biçiyor. Yeni sürece; daha tam ifadesiyle, kadının köleleştirilmesi, her şeyiyle sömürgeleştirilmesi demek gerekir. Çünkü paralelinde kadın, yeni yükselen tüm toplumsal ve siyasal yapıların dışına sürülmüştür.
Nedir bu yeni yapılar? Mülkiyet; yani zenginlik, devlet; yani siyaset, yani yönetme işleri? Başka? Fonetik alfabe, yazı. Bunun yol açtığı bütün bilimsel, sanatsal, kültürel çalışmalar. Dünün tek tabibi olan kadın, yeni zamanın cadısı olmuştur. Dün tüm toplumun yöneteni, yeni zamanın yönetileni, dışlanan, ezilen ve horlananı. Dışlanma, yok sayılma, siyasal ve toplumsal yaşamdan tecrit, kaybedilme halidir. Kadın cinsi için, bu tarihten itibaren olan biten budur aslında. Yani, insanlığın toplumsal kayıp halkasıdır kadın. İki yüzlü ahlak ve uygar toplumun bütün çelişkilerinin minyatür olarak bulunduğu tek eşli aile ile de erkek egemenliğinin basit bir doğum ve hizmet aleti haline getirilmiştir. Bu aile biçiminde kendi adı yoktur kadının. Kendi adına bağımsız bir etkinliği, mülkiyeti, duruşu, düşüncesi yoktur. İnsanın kemik yapısının evrimini açıklamak için kayıp halka arayan bilim de, ilk toplumsal kayıp halka kadını yok saymıştır, yani; cinsiyetçidir.
Kadın, bütün sınıflı toplumlar tarihinde soyun üretimini ve yeniden üretimini yaptığı, maddi yaşam araçlarının üretimine her toplum biçiminde devam ettiği halde; ne doğurduğu çocukların, ne ürettiği ürünlerin, ne yarattığı yeni zenginliklerin kendi hesabına/adına sahibi olabilirdi. Her şey kocaya, aileye, ailenin erkek büyüklerine ait kalacaktır. Kadının kendi varlığı da ancak onlara aitlikle anılabilirdi. Bu tarihsel süreç içinde otorite ve yetki sahibi kadın var olduğu kadarıyla, mevcut erkek egemen sömürü düzeninin sahipliğine hastır. Kraliçe ve prenses kadınlardan, ortaçağ kırının atarerkil ailesinin büyük kadınına, modern kapitalist düzenin mülk sahibi patroniçesine kadar statü sahibi bir kadın o sisteme aittir, sistemin sürdürücüsü olarak anılabilir ancak. Hiçbiri ilkel komünal düzenin eşit ve eşitlikçi, adil ve adaletli, üretken ve yaratıcı, toplumun saygın kadını değildir. Engels’in “kadın cinsin büyük tarihsel yenilgisi” dediği budur. Babalık hukukunun kazanması analığın yenilgisi, kadının kaybedilmesidir. İnsanlığın kadın bölüğü, kendi adıyla, statüsü ve sahip olduklarıyla kayıp halkasıdır. İnsanlık tek halka haline, erkek ve erkek egemenliği sistemi haline gelmiştir. Homofobiklik, cinsiyetçilik, milliyetçilik, militarizm; tümü erkek egemenliğini yaratan maddi toplumsal koşullarda ve kadının kaybedilmişliğiyle birlikte var olmuştur. Şöyle de denebilir: O tarihsel andan beri insanlık tek ayak üzerinde yamuk yumuk, düşe kalka yürüyor, yürümeye çalışıyor. İnsanlığın büyük bölümünün acıyla, ızdırapla, adaletsizlik, yokluk ve yoksullukla yaşıyor olmasının kaynağı özel mülkiyet sistemiyse, onun bir yüzü de kadın halkasının kayıp olmasıdır.
Yazının ortaya çıkışı, sınıfların, devletin doğuşu aynı süreçlerdir. Kadının büyük tarihsel yenilgisiyle zamandaşlığını da şöyle bir söyler geçeriz. Oysa bu, mülkiyetin erkek eline geçmesi kadar önemli sonuçlar yaratmıştır. Yaz ı tarihi, beş bin yıllık köleliğin ta kendisi çünkü. İnsanlığın yazılı eyleminin kadını içermemesi demektir bu. Yazı, bilginin, bilgisel gelişmelerin kaydı ve aktarımı öncelikle. Kadının dışlandığı yerde kaydı olabilir mi? Bilgi yol göstericidir, her zaman ve her yerde. Yazı bunun aracı olduğunda kadın bu eyleyişte yoktur. Yani, yazısız dönemin mimari ve duvar resimlerinde kalmıştır üreten, yöneten ve saygın kadın.
Yazı, bilginin ve yanında aklın, iletişimin gelişimidir. Yazı ile ilişkisi kurulmamış kadının aklın ve iletişimin gelişmesinin dışında kalacağı da açık değil mi? O nedenledir ki, erkek egemen sınıflı toplumların bütün otoriteleri, kadını, “saçı uzun aklı kısa” saymış ve hatta beyin çapı ve fonksiyon ölçümlerinde eksik çıkarmıştır. Bugün bile burjuva bilim, genel bir kural olarak, beyinde sayısal merkezi lobu erkeklere, sözelin merkezi lobu kadınlara has sayar. Dün, burjuva aydınlanma çağına dair tüm kurgular kadın görmezden gelir bu yüzden. Kuşatmayı yarabilen az sayıda kadın, bilimde kocalarının gölgesinde ve onların adıyla anılmak zorunda kalmıştır.
Yazı, tarih yazımı demektir. Kadını dışlamıştır tarih. Sözünü ettiğimiz durumun tam ifadesi bu. Yazıyı erkek kullanır. Kendisini, kendi egemenliğini, tüm sistemin sahibi olarak kendisi yazar. Tarih kitaplarına girebilen kadınlar hem istisnadır hem de sistemin içinde sistemin sürdürücüsü ya da sistemin olanaklarına sınıfsal konumları nedeniyle ulaşabilen kadınlardır. Tarih, bilinçli insanları eylemi ise eğer, bilinç kanallarından kadının uzaklaştırılmış olduğu koşullarda oluşturulmuştur. Bu yüzden, tarihte kahramanlar hep erkektir. Kadınlar ise kahramanların yolunu gözleyenlerdir, tarihsel eylemin kitleleridir.
Felsefe, kadını, yarım erkek ya da “bozulmuş erkek” (Aristo) olarak anmıştır. Komik gelir bugün ve güleriz. Oysa çok önemlidir ve erkeğe dayalı düzenin tüm içeriği yüklüdür bu tanıma: Erkek insandır, kadın insanlığın zoraki yüküdür. O nedenle felsefeciler birbirlerine, “mümkünse kadından uzak yaşayın” demişlerdir. Oysa anlamaya çalıştıkları evreni ve dünyayı ilk algılayan, yıldızlara bakarak ilk yorumlayan ve insan yaşamına öncülük bilgilerini edinen kadındır. Ama onlara göre bunlar normal felsefe değil kadının cadılık hallerinin ürünüdür. Erkek egemenliğinin tüm sisteme egemen olduğu koşullarda kadını felsefeye girmesi olanaklı değildir. Özellikle Batı yarımkürede aydınlanma çağına kadar kadının felsefeyle uğraşamadığı binlerce yıl var. Bugün bile sorulur: Niye kadın felsefeciler yok? Dönüp şöyle sormak gerekir; nasıl olabilirdi ki? Doğru soru budur, gerçeğin bilgisi bu soruyla açığa çıkarılabilir. Felsefecilerle uyumlu tüm tek tanrılı dinler ve dinsel otoriteler, “erkeğin elinin kiri, günah nesnesi” saymış, sıpa ve köteksiz bırakılmamasını buyurmuştur.
Modern burjuva düzen, kadını politikanın dışında tutmak için her türlü olanağı kullanmıştır. Burjuva aydınlanmalarının liderleri felsefeciler, teorisyenler de kadının erkekle eşit olamayacağını, asli işinin ev olduğunu yazmış ve yaymışlardır. Burjuva devrimler, toplumsal ayaklanmalar kadınların eşitlik taleplerini bastırmış, her yerde kadın hareketini boğmuştur, ya da işbirlikçiler yaratarak sönümlenme yoluna sokmuştur. Yani, burjuva devrimlerde de kadın kayıp halkadır.
Edebiyattan sanatın çeşitli dallarına kadar her yeni üretim alanı öncelikle kadına kapalı kalmıştır. Şurada burada yapılabilmiş üretimler yok sayılmış, görmezden gelinmiştir. Kadının ilk yazınsal ürünlerini yayımlayabilmeleri bile erkek isimler kullanarak mümkün olmuştur. Kadını genel eğitim hakkından yararlanabilir hale gelmesi, şunun şurasında bir yüzyıl kadardır. Meslek sahibi olması da öyle. Her türlü emeği ücretli kılan kapitalizm, kadının evdeki emeğini hala görmüyor, gasp etmeyi sürdürüyor. Bu gerçek karşısında, kadın cinsi için kendi ürettiklerine bu kadar yabancı bırakılmış bir başka yeryüzü canlısı var mı, diye sormak abes olmasa gerek.
Toplamından varabileceğimiz temel sonuç şu; kadının dünden bugüne yaşamı, öyle basitçe kadın sorunu diye adlandırarak ve geçerken kimi tedbirlerle çözülecek bir kategori değildir. Kadın, insanlığın kayıp halkasıdır. Sorun, yarının eşit ve özgür toplumunu kurabilmek yolunda bu halkanın bulunup yerine konulması sorunudur. Kayıp halka kadını bulmak ve yerine koymak, bir büyük toplumsal devrimdir. Çözüm için önce bunun bilince çıkarılması gerek.
Özel mülkiyetin çıkışını “büyük bir toplumsal ilerleme” saymıştı Engels. Ama hakkını yemeyelim Engels’in; aynı zamanda bu büyük ilerlemenin kadının köleliği olarak geliştiğini ve “görece gerileme” olduğunu da eklemişti. “Görece gerileme”nin kadın açısından bir tarifini yapsa da, -kendisinden sonra da- adının tam konulmadığı, çözümün tam programının çıkarılmadığı da bir gerçek. “Büyük ilerlemenin” kaynağında özel mülkiyetin doğuşu vardı ama “görece” sayılan “gerileme” de (mülkiyetin erkekte toplanmasıyla) erkek egemenliğinin doğuşu gerçeğiydi. Demek ki kadın, erkek egemenliğini iktidara taşıyan “büyük toplumsal ilerleme”yle kayboldu. Ve bu basit bir “görece gerileme” değil, insanlığın yarısı olan bir cinsi kaybeden “büyük bir alt üst oluş” idi. Sosyalist devrim programı bir genelleme değil, somut bir toplumsal ve siyasal bir devrim programı olarak iki unsuru (özel mülkiyet ve erkek egemenliği), hem birlikte hem de ayrı ayrı- özgün karşıtlıkları nedeniyle- ele almalıdır. İki duruma iki devrim; sosyalist devrim ve kadın devrimi olarak formüle etmelidir. Çünkü insanlığın “kayıp halka”sını bulma eyleminin toplam adı/programı “kadın devrimi”dir. İşçi sınıfının kurtuluşu kendi kollarındadır, diyen Marksizmin yöntemi, kadın cinsin kurtuluşunu da, kendi isyanını başlatarak, kendi devrimini yapması gerektiğine vardırmalıdır. Kadın devrimi olmadan sosyalist devrim “kadınlara eşitlik” vb. gibi sınırlı ve ağırlıklı olarak demokratik taleplerle bezeli bir programla kurtulamaz. Dünkü devrim deneyimlerinin, daha düne kadar Marksist yazının ve Marksist önderliklerin temel eksiği burasıdır. Şimdi sorun, dün karanlıkta kalan ve öyle olduğu için de devrim deneyimlerinde kayıp halkayı bütünlüklü olarak bulup yerine koyamayan gerçekle yüzleşmekte. Bütün devrimci düşüncelerin ve Marksizmin, bütün devrim girişimlerinin, sosyalist devrim planlarının kayıp halka kadını hesaba katmadan, kayıp halkayı bulma ve yerine koyma eyleyi- şi demek olan kadın devrimini içermeden olamayacağının da bilincine erişmek demek bu. Bütün dev- rimlere aynı zamanda kadın devrimleri eşlik ediyorsa, kadın siyasetin merkezinde yer alıyorsa eğer, orada gerçek bir toplumsal kurtuluş başlayabilir. Kadın devrimiyle, kadın yeniden kendi adıyla, kendi üretimi ve yaratıcılığının bütün görkemiyle gözlerimizi kamaştıracak bir varlık olarak yükselecektir, insanlığın yaşamında. Marksist hareketin ve tüm kadın özgürlük hareketinin yapması gereken, buna daha fazla sahip çıkmak, bu uğurda daha fazla mesai harcamak olmalıdır. Dünkü devrim ve parti deneyimlerinde kadın önderler ve kadın örgütlenmelerin de kayıp halkalarımızı bulup yerine koyma çabasına ihtiyaç olduğu açık değil mi?
Kendiliğinden ve kendinde kadın
Cins bilinci, kadın aklı, iradesi, kadın örgütlenmesi ve kadın devrimi, kendiliğinden kadından kopuşmanın kendinde kadına ulaşmanın araçları ve aşamaları diyebiliriz. Ama aynı zamanda, kaybedilmiş halkayı bulup sımsıkı elde tutmak için tarihsel eylemin araçları ve aşamaları olarak da tarifleyebiliriz.
Kendiliğinden ve kendinde sınıf ayrımı aynı tarihsel süreçte, aynı ekonomik zeminde zorunlu olarak doğmuş olan işçiler topluluğu ile burjuvaziden bağımsız hareket eder hale gelmiş işçi sınıfı arasındaki farka işaret etmek için kullanır Marksizm. Maddi yaşamı üretim süreçlerinde biri burjuvazi üretim araçları sahibi ve yöneten iken, işçi üretim araçlarından koparılmışken üretimi gerçekleştirendir. İş gücünü bir günlük geçim araçlarını temin etmesini sağlayacak kadar bir parayla mülk sahibine kiralarsa ancak yaşamını sürdürebilir. Bu onun, yaşamda kalma ya da açlıktan ölme özgürlüğüne sahip olmasıdır. Bunun ötesinde her şeyi mülk sahibi, mülk sahipliği nedeniyle tüm yetkileri, inisiyatifi kuşanmıştır. Burada yetki, inisiyatif akıl devreye girdiği için mülk sahibi olan burjuvazi, kendi çıkarlarını bilen ve koruyandır. Bu bir egemenlik, yönetme gücü, bilincidir. Temelinde sahiplik vardır, tam tanımıyla sınıf bilincidir bu. Burjuvazi, tüm süreçleri kendisi için yönetebilir hale böyle gelir.
İşçi ise, sermayedarın fabrikasında, onun sağladığı üretim aletleriyle kendi iş gücünü kullanarak yeni ürünler ortaya çıkarırken esasen sermayedar için çalışır. Kendisine düşen pay, bir günlük ücrettir. İşçi üretim süreci içinde önce ücretinin yetmezliğini, sonra patronun baskısını/ gaddarlıklarını ve nihayet ayrıcalıklı halini görür ve çeşitli taleplerle mücadeleye başlar. Üretim süreci içinde kendi durumunu değiştirmeye, haklarını genişletmeye girişir. Sendikalar ve sendikal mücadele böyle başlar. Nihayetinde toplumdaki bütün yoksullukların, yoksunlukların, zulüm ve işkencenin, keyfiliklerin kaynağını görmeye başlar. Politik örgütlenme, ayaklanmalar, parlamento baskınları, barikat savaşlarına böyle geçilmiştir. İktidarı alma, devrim ve ayaklanma süreçlerinde artık işçi sınıfı kendisi için sınıftır. Bu hale gelmiş olan işçi sınıfı, diğer ezilenlerin de altında toplanacağı bayrağı açar. Bu söylediklerimiz 19 ve 20. yüzyılda yaşanmıştır. İşçi sınıfı hareketinin/pratiğinin sonuçları olarak genelleşmiş (teori) bilgidir.
İnsan soyunun yarısı kadın cinsi için de benzer yol ve benzer şekillerde kendisi için cins olma halinin geliştiğinden söz edebilir miyiz? Önce kadın cinsin hanesine düşen gelişmelere kabaca göz atalım. Teorinin ilk ürünlerini veren ütopik sosyalistler kadın cinsin ezilmişliğini teorik çıkarsamalar yapmaya elverişli ilk irdeleyenlerdir.
Ütopik sosyalizmin aşılması ve bilimsel sosyalizmin kuruluşu, Marks ve Engels ile başlamıştır. Onların ilk ortak eseri Manifesto, sınıflı toplumun çekirdek ailesinin işçi sınıfı ve emekçi kadının evsel köleliği üzerinde kurulduğunu, bu evliliğin ikizinin fuhuş olduğunu açıklar. Ailede, erkek patron, kadın ise proleterdir. İlk sınıf çatışması, ilk ezilme hali kadın cinsin erkek tarafından baskı altına alınışıyla zamandaştır. Öyleyse sınıf çatışmasındaki genel esasları kadın ve erkek arasındaki çelişkili birliğin temel yönlerinde de buluruz.
Kadının toplumsal yapıda eşitsiz bir hiyerarşik düzene bağlı olduğunun açığa çıkarılması/bilincine ulaşılması zaman ve zemin gerektirmiştir. Önce öncülerin kafasında ve eyleminde somutlaşmıştır.
Kadın cinsin kendi halinde iken cins bilinciyle nasıl buluştuğunun anlaşılması demek bu biraz da. Kapitalizm evdeki üretimi fabrikaya, kadını da fabrikaya ucuz iş gücü olarak çekmiştir. Fabrikadaki kadının evde “özel” hizmetli pozisyonu sürünce cins bilincinin ortaya çıkışı mümkün olmuştur. Fabrika işçisi kadınlar, çocuklarını yüzüstü bırakarak geldiklerinde eşit ücretli olamamışlar, evdeki hayatlar çatırdamaya başlamıştır. İşçi kadınların taleplerine daha iyi çalışma koşulları, erkeklerle eşit ücret istemi yanında çocukları için talepleri eklemeleri bu nedenledir. Cins bilinci, bu taleplerde nüve olarak vardır. Süreç ilerlediğinde ekmek yanında gül de talep etmeleri, oy hakkı mücadelesinin bir tarafı heline gelmeleri, cins bilinci ve cins eyleminin geliştiğinin göstergesidir. Sendikalar ve giderek partilerde kadın hakları mücadelesi ve ayrı kadın örgütlenmelerinin ortaya çıkması, işçi sınıfı ve emekçi kadın saflarında erkek egemenliğini de hedefine katan kadın özgürlük mücadelesinin yeni duraklarıdır.
Fabrikanın dışında kalan orta sınıf kadınlar evdeki kapatılmışlıklarının, eğitim, meslek ve mülkiyet gibi taleplerinin karşılıksız kalmasının kendilerini ezen bir hiyerarşinin ürünü olduğunu fark ettiklerinde, bunu bilince çıkardıklarında, bir hareket geliştirmeye yönelmişlerdir. Daha da önemlisi, kapitalistleri iktidara taşıyan burjuva devrimler kadınlara eşit yurttaşlık haklarını tanımaya yanaşmamış, buna karşı gelişen kadın mücadelesiyle hareket siyasallaşmıştır. Cins bilinci nüveleri bu hareketin öncelidir ve bir aydınlanma ile hareketin kitleselleşmesi birbirine paralel gitmiştir. Kapitalizmle birlikte yeni olan, bu perdenin yırtılabilir hale gelmesidir. Perdenin yırtılması cins bilinci, eylemi de kadın kurtuluş hareketidir.
Birbirine paralel gelişen kadın cinsin eni hayatı, bilinci ve eylemini 20. yüzyılın başında değerlendiren Kollontay, bu ilk süreci değerlendirerek, yeni hayatın ortaya çıkardığı yeni kadınları şöyle betimler: “Abartılmış duygulanma yerine disiplin, boyun eğme ve kişiliksizlik yerine özgürlük ve bağımsızlığa değer verme, sevdiği erkeğin görüntüsüne girmek ve onu yansıtmak için saf çabalar yerine kendi kişiliğini kanıtlama ikiyüzlü “namus” yerine yeryüzü sevinçlerindeki haklarını isteme, sonunda aşk hikayelerini yaşam içindeki sınırlı bir yere koyma, yeni kadının uğraşları bunlardır. Önünüzde duran, erkeğin gölgesi durumundaki kadın değil, kendinde bir kişilik olan yeni kadın.”
Tanımın bütünüyle ilgilenmeden, giriş ve bitiş cümleleriyle yetinebiliriz. Özgürlük ve bağımsızlığa değer vermek, erkeğin yansısı olmamak ve erkeğin gölgesinde değil kendinde bir kişilik olmak, yeni toplumsal koşulların yarattığı yeni bir kadın kimliğinin esası ve özü. En öz anlamı da; “kendinde bir kişilik” sözlerinde yakalamaktayız. Bu kez Kollontay’nın “kendiliğinden sınıf, kendinde sınıf” tanım benzerliğini, kadının cins bilincine sahip haliyle sahip olmadığı hali ayırmak için kullandığını görüyoruz.
Demek ki kadın cins bilinci öncelikle, 5 bin yıl hanesinde ve ismiyle anılabildiği erkek’ten, yani erkek egemenliğinden bağımsızlıkta somutlaşır. Özgürlük de bu bağıntıya sahiptir. Cins bilincinin ilk ifadesi bağımsızlık ise duruşu da kendinde ya da kendisi için bir duruştur, bundan sonraki duruşu, hayatı bunun üzerinden kuracaktır.
Proletaryanın ve tabii burjuvazinin de saflarında yükselen bu yeni kadın kimliği, cins bilincinin ilk ve başlıca belirtisidir. Tarihten biliyoruz ki bu iki kadın grubu da en baştan cins bilinciyle hareket ettiklerinde, durumlara/ erkek egemen ve kapitalist sisteme/devlet ve yasa koyucularına karşı devrimci saldırılar yönelttiler. İşçi kadın önce ücret eşitliği istedi, burjuva kadın ise yasal eşitlik, eğitim hakkı ve oy hakkı istedi. Birinciler yasalara bakmaksızın hayatın, doğrudan üretimin içinde eşitliği daha kolay elde edebilir gibi görünse de evdeki dahil, öyle olmadı, işçi kadının bağımsızlık mücadelesi zorlu mücadeleler gerektirdi.
Lenin de ezilen cinsi ezilen ulusa benzetir ve ikisinin de kurtuluşu için kendi kaderini tayin hakkından söz eder. (Devrim sonrası eski sömürge halkların kadınlarını da “ezilenin en ezileni” olarak tanımladığını ve partinin oradaki görevlerinin katmerli olduğuna işaret ettiğini de ekleyelim.) Ezilen cins ya da ezilen ulusun kendi kaderini tayin hakkının gerçeğe dönüşebilmesinin ön koşulu durumunun bilgisine/bilincine varılması gerekir. Bilinçlenme süreçleri bakımından da bir koşutluk olduğu açık. Bilincin ortaya çıkışı -ki, kendi başına bir gerçek değil, maddi olarak var olan ama gizlenmiş gerçeğin yansımasıdır- elbet öncülerin kafasında ve eylemindedir, ulusun tümünün bu bilince ulaşması da, örgütlülüğü ve eylemi gerektirir. Onların bilinçli eylemi, uluslaşma süreci tüm ulus bireylere yayılmasını hızlandırır, kendi kaderini tayin hakkını kullanma hareketine çekilmesini sağlar ve ulus devletin doğuşuna ulaştırılabilir. Bu olgu, kadın cins bilincine ulaşma ile kadın hareketinin kitleselleşmesinin bağlantısı için de geçerlidir. O da bir tarih içinde oluştu.
Tarihin kayıp halkası kadının, iki sınıf içinde ayrı öncüllerden doğan hareketi aynı yüzyılda içinde başladıkları halde ayrı kulvarlarda, ayrı yollarda yürüdüler. İşçi kadın kaderini, işçi sınıfının devrimi içinde birleştirip sürecin parçası olurken, cins bilincini sınıf bilinci içinde eritti. Burjuva kadın hareketi ise, sistemden bağımsızlığını, toplumsal saldırı gücünü kaybetti. Tarih Ekim Devrimi’ne vardığında, bu iki kadın hareketi çoktan yollarını ayırmıştı. Ayrılık, burjuva kadın hareketinin sosyalizm ve devrim bayrağıyla buluşmasını, işçi kadın hareketinin de devrime eşlik edecek kadın devrimiyle buluşmasını engelledi. Ekim Devrimi’nin kayıp halkayı insanlığa yeniden kazandıran muazzam atılımları feminist hareket için anlamlı olmadı, uzun süre siyaset sahnesinde görülmedi. Devrimin gidişatında kadın özgürlüğü ve bağımsızlığı çizgisi de silikleşti. Özellikle Kollontay’nın kadın özgürlüğü teorisini kurma ve yaşama girişimlerinin yarım kalması da bu bilançonun içinde sayılmalı.
Durumu, İkinci Dalga Feminist Hareketin doğuşu koşullarında yeniden ele aldığımızda, iki kadın hareketi arasındaki bölünmenin derinleşerek sürdüğünü görürüz. ‘68 başkaldırısının bir parçası olan feminst hareket, kadın ezilmişliğinde ata- rerkinin bir sistem olarak kapitalist sistemin bütününe, tüm yapılarına ve uygulamalarına içkin olduğunu açığa çıkardı. Bu, kadın özgürlük mücadelesinin kapsamını ve hedeflerini açığa çıkarmak bakımından oldukça önemli bir gelişmeyi ifade ediyordu. Nitekim cins bilinci, kadın devrimi, ev içi emeğin ücretlendirilmesi gibi temel tezler bu süreçte daha çok sosyalist feminist kadınların eseridir. 50’lerden başlayarak 70’lerde, ‘80 ve 90’lara kadar kadın mücadelesinin bir dizi kazanımı, bu emeğin ürünü sayılmalı. Kayıp halka kadını arayışın ve kaybetmeye karşı savaşımın görüngüleridir her biri.Ancak feminist hareketin toplumsal devrim dinamikleriyle buluşamayan doğası itibarıyla ileriye doğru büyük bir toplumsal gelişmeye yol açamamıştır.
2000’lerde yeni bir duraktayız.Bu durak, sosyalist kadınların ulaştığı cins bilinci, kadın devrimi ve bunun yaşama müdahalesiyle karakterize olmaktadır.Şimdi kayıp halka kadın, kendi gerçek kurtuluşu rotasını bulmuştur. Bütün kadın hareketinin birleşebileceği, birleşmesi gereken rota burası. Kayıp halka, kadının tek tek öncü kadın ya da öncü kadın gruplarından çıkıp kitlesel olarak kendi kimliğiyle buluşması rotasıdır bu. Kadının kendisi için cins halinde kendi özgürlük mücadelesiyle yürüme rotasıdır bu. Bütün toplumsal hareketle buluşma, onu köklü olarak etkileme, cins eşitliği yönünde dönüştürme gücüne sahip olmak rotasıdır bu.
Sosyalist kadınların, kadın özgürlük mücadelesi deneyimlerinden iz sürerek ulaştıkları ve yeniden kalıba dökmeye giriştikleri cins bilinci, kadın aklı ve kadın devrimi görüş açısı, teorik ve pratik üretimi, kayıp halka kadının bulunması teori ve eyleminin bugünkü hali ve düzeyidir. Sosyalist Kadın Meclisleri pratiği, son üç- dört yıldır cins bilinci ve kadın devrimi fikrinin somutlanmasıdır.
Sosyalist Kadın Meclisleri, sosyalist saflarda gerçekleşen somut bir kadın ayaklanmasının siyasetin merkez kurumu partilerin yaşamına, eylemine kadın aklını, iradesini ve inisiyatifini taşımanın, ortak etmenin organlarıdır. Bugün bunu gerçekleştirebilmesinden bağımsız olarak, kadın cinsin partili süreçlerden başlayarak, erkek egemen siyaset tarzının tekelini kırma anahtarı. Maddi varlık olarak da kadını karar organlarda öne çıkarma, eşit hale getirme aracı. Kadınların partide eşit sayıda temsili, kadının partiaklı, iradesi ve inisiyatifinin yarısı olmasıdır. Eski model, kadın kolları gibi basit bir parça olmayı reddetmektir. Devrim ve sosyalizm program, strateji ve taktiklerine kadın cinsine dahil olmasının da kaldıracı olacaklardır.
Sosyalist Kadın Meclisleri’nin, “mutfakları terk etme kararı”, siyasi kadınları da girdabında tutan geleneksel rollerden, geleneksel iş bölümünden koparmayı hedeflemiştir. Geleneksel rollerde ve geleneksel iş bölümünde yutulan, heba olan enerji ve zamanını kurtarmayı, burada saklı kalan sömürüyü açığa çıkarmayı öngörmüştür. Geleneksel iş bölümü ve rollerin yarattığı geri kalmaları, inisiyatif ve irade kayıplarını durdurmayı; kadın aklını, iradesini ve inisiyatifini geliştirme olanaklarını artırmayı öngörmüştür.
Sosyalist Kadın Meclisleri’ni üreten cins bilinci kadının aydınlanmasıdır. Kadının kendi -partinin de kadın- aklı iradesi ve inisiyatifini kuşanmasıdır. Meclisler modeli, kadın devriminin ateşleyicisidir. O nedenle Sosyalist Kadın Meclisleri; “Cins bilinciyle aydınlanıyor, kadın devri- miyle özgürleşiyor ve siyasetin merkezine yürüyoruz” diyerek kuruluşunu ilan etmiştir. Siyasetin merkezine yürümek, yeni bir düzeydir. Alışılmış parti kadın çalışması rutinlerinin terk edilmesidir. Kadının siyasetin merkezine yürümesi formülü, kadını doğrudan siyaset organlarında kararların oluşumunda eşit özne olmasını hedefleyen bir yürüyüştür. Kadın aklına baş vurmayan bir parti kararı olmayacaktır. Kadın kararına uymayan bir parti organı olmayacaktır. Siyasetin tabanı değil, tavanı da kadın aklıyla birlikte oluşacaktır. Parti de böylece akıl bütünlüğüne, irade ve inisiyatif bütünlüğüne ulaşacak, kadın devrimi ateşiyle erkek egemen tarzının kirinden pasından zaaflarından arınma olanağına kavuşacaktır.
Geçtiğimiz döneme bakarak, kadınların partileşmesinin önemi ve yaratacağı değişim gücünü kestirebiliriz. Siyasette kadın aklı, iradesi ve inisiyatifi alışılmış siyaset tarzlarının, siyaset kültürünün ve normlarının sarsılması demek olacaktır. Siyasetin bütün konularına kadınların katılması, kadın kitlelerini parti siyası çalışmasında ortak etmenin önünün açılması demektir. Keza, kadın kitleleriyle siyaset yapmak deyince de kadınların kendileri için de siyaset yapar hale gelmelerinin yollarının açılması demek olacaktır. Ev içi emeğin ücretlendirilmesi mücadelesi, kadının kendi adına, kendi emeğinin hakkını elde etmek için siyaset yapmasıdır. Muazzam bir kadın enerjisi uyandırmaya, kadınları bütün toplumsal kimliklerinden koparmaya, kendisi için siyaset yapar hale getirmeye adaydır. Binlerce yıldır gaspe- dilen emeğinin karşılığını koparıp almak savaşı, büyük kadın kitlelerin cins bilinci kuşanmasını ve toplumsal devrimlerin içinde kadın devrimini güvencelemesine hazırlayacaktır. Sosyalist Kadın Meclisleri, öncülerden menkul örgütler değil, kadınların kitlesel örgütlenme modelidir. Kolay erişilebilir, siyasete canlı katılımı sağlar, her katılanı özneleştirmeye uygun iş ve alan sağlar özellikleriyle çekim merkezleri olmaya adaydır.

EK: “Özel mülkiyet temelinde tek eşli evliliğin/babalık hukukunun ortaya çıkışını “büyük bir toplumsal ilerleme” saymış olan Engels, bu büyük ilerlemenin aynı zamanda kadın cinsin köleliği olarak geliştiğini ve “görece gerileme” olduğunu eklemişti. “Görece gerileme”nin kadın açısından bir tarifi yapılsa da, -kendisinden sonra da- adının tam konulmadığı, çözümün bütünlüklü programının -kadının evsel köleliğinin doğrudan üzerinde yükseltileceği “maddi yaşamın üretiminin” ikinci yönü, “soyun üretimi”nin dahil edilmemişliği- çıkarılmadığı da bir gerçek.”

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir