Engels’e göre, “Tarihte kendini gösteren ilk sınıf çatışması, erkekle kadın arasındaki uzlaşmaz karşıtlığın karı-koca evliliği içindeki gelişmesiyle ve ilk sınıf baskısı da dişi cinsin erkek cins tarafından baskı altına alınmasıyla düşümdeştir.”
Kadın cinsin erkek cins tarafından tahakküm altına alınması ve köleleştirilmesi, özel mülkiyetin doğuşuyla birlikte tarih sahnesine çıkan ilk sınıf çatışmasıdır. Özel mülkiyet, tarih sahnesinde boy göstermesi ile birlikte eşitliği bozdu, sınıfsallaşma ve aynı zamanda cinsiyet çelişkisini beraberinde getirdi. Bu yenilgi kadını toplumsal yaşamdan kovarak, erkeğin özel mülküne dönüştürdü.
Cinsel ve sınıfsal bu bölünmenin başladığı yerde maddi yaşamın ve türün üretimi için aile şekillenmeye başladı. Bu haliyle aile, tarihsel gelişimin zorunlu bir örgütlenmesi olarak ortaya çıktı, erkek egemen bir kurum olarak inşa edildi. Burjuva toplum; evsel kölelik, kadının ezilmişliğinin iktisadi temellerini oluşturan en temel birimi olan aile düzeni üzerinde yükseldi. Kadın bedeni ve cinselliği metalaştı, genel bir sermaye yatırım alanı haline geldi. Kadın ucuz işgücü haline geldi. Kadının toplumsal üretime ve yaşama katılımı da cinsiyetçi iş bölümünün ağır bastığı biçimlerde gerçekleşti.
Kadın ve erkek arasındaki biyolojik bölünme, üretim araçlarına sahiplik ya da mülksüzlük anından itibaren biyolojik bir mesele olmaktan çıktı. Üretim araçlarına hakimiyet siyasi bir egemenliğe, soyun üretimi ve aile birliği içindeki iş bölümü de bu egemenliğin tamamlayıcı bileşenine dönüştü. Ataerkil toplumsal düzen ve kölelik sisteminin organik bir bütünlük oluşturması ve cinsel, sınıfsal ezilmişliğin ekonomik, politik ve ideolojik kurumlarını yaratmasıyla cinsiyetçi toplum ortaya çıktı. Cinsiyetten toplumsal cinsiyete geçiş de böyle oldu.
Bu yapı, tarihsel gelişim içinde heteroseksist nitelik de kazandı. Kadın ve erkek arasındaki iş bölümü ve soyun üretimi üzerine kurulu olan heteroseksüel ilişki dışındaki diğer tüm cinsel ilişkiler yok sayıldı, baskı ve zor ile soyun üretimine dayalı ilişki biçimini ve onun aile biçiminde tanımlanmış kurumsallığı dayatıldı. Tarihin ilk anlarında gey-lezbiyen ilişkiler, üreme amaçlı cinselliği de reddetmeden var olabilmişti. Erkek egemenliğinin kurumsallaşması ile heteroseksüel cinsel ilişki yasal-zorunlu ilişki haline getirildi. Hazza dayalı ve üremeyi dışsallaştıran tüm ilişki biçimleri yasaklandı. Bu özel mülkiyet, aile, devlet üçlüsünde somutlaşan erkek egemenliğinin sonucudur. Heteroseksizm, özel mülkiyete dayalı cinsiyetçi toplumun kurumsallaşmış bir bileşenidir.
Cinsiyet ve LGBTİ+
Dişi ve eril olmak xx ve xy kromozomlarının belirli bir disiplin içindeki hareketlerinin sonucudur. Kadın ve erkek bu olaya dayalı biçimde toplumsal kimlik edinirler. Bu haliyle cinsiyet, bir kişinin biyolojik veya genetik özelliklerini ifade eden kavramdır. Tüm canlılarda erkek ve dişileri ayırt etme olanağı veren bedensel özelliklerin tümü olarak tanımlanabilir.
LGBTİ+’lar üçüncü bir cins değildir. Biyolojik olarak eril ve dişi olmakla beraber (interseks ve diğer biyolojik farklılıklar bir yana) cinsel performanslarını toplumun bu biyolojik formlara atfettiği biçimlerde gerçekleştirmezler.
Belli bir cinsiyetteki bireye karşı süregelen duygusal, romantik ve cinsel çekim cinsel yönelimi tarif eder. Kişinin kendi cinsiyetinden birine yönelmesi eşcinsellik, kişinin karşı cinsiyetten birine yönelmesi heteroseksüellik, kişinin her iki cinsiyete de yönelim göstermesi biseksüelliktir. Cinsel yönelim, duyguları ve kendilik kavramını içerir. Kendi olmak bilinç ve bu bilinç temelinde özneleşme halini getirir. LGBTİ+, kendiliğinden olan bir durum içinde “kendisi” olarak ve “kendisi için” olma tavrıdır.
Bireyler olarak biyolojik kimliklerimizden ibaret olmadığımız gibi, cinsel yönelimlerimiz de bu kimliklere atfedilen kodlardan ibaret değil demektir LGBTİ+. Devamla bize göre, her insan heteroseksüel değildir demektir.
Kadın ve erkeği birer toplumsal kimlik haline getiren erkek egemen toplumdur. Gay, lezbiyen, biseksüel, transseksüel, interseks ve başkaca cinsel kimlikler, kapitalist toplumun seyri boyunca, cinsiyetçi topluma karşı, heteroseksizm karşıtlığı temelinde ortaklaşmış ve giderek bir toplumsal kuvvet haline gelmiştir. Maddi yaşamı ve soyun üretimini kendinde birleştiren aile kurumunu çözücü bir rol oynayan LGBTİ+ hareketi, erkek egemenliğinin emek ve cinsiyet sömürüsünü de pratik olarak sorgular. Cins çelişkisinin keskinleştiği emperyalist küreselleşme koşullarında bu durum daha da belirgin bir nitelik kazanmış ve LGBTİ+ hareketinin gelişimi de hızlanmıştır.
Cins Ayrımsız Toplum İçin Mücadele
Toplumsal cinsiyet kimliklerinin zorunluluk olarak ortadan kalkması, kadın ve erkek bölünmesinin bütün temellerinin ortadan kalkmasına bağlıdır. Cins ayrımsız toplum, heteroseksizmin toplumsal yaşamdaki bütün izleriyle birlikte yok oluşuna, cinsiyetçi toplumun maddi temellerinin tümden tasfiye edilmesine bağlıdır.
Cinsiyetçi toplum düzenine karşı mücadele, erkek egemenliğine karşı mücadelenin yanı sıra, heteroseksizme karşı mücadeleyi de içermelidir. Bu yanıyla LGBTİ+ mücadelesi cinsiyetçi topluma karşı mücadelenin temel bir kanalıdır. Heteroseksizm karşısındaki “nesnel yıkıcılığı” nedeniyle toplumsal cinsiyet sorununa teorik, ideolojik ve politik bakımdan yeni ufuklar açmaktadır.
LGBTİ+’lar heteroseksüel norm egemenliğinde ezilen kimliklerdir. Heteroseksist egemenlik karşısında ezilen kimlik olmaları suretiyle kadının ezilmişliği ile ortaklaşırlar.
Özel mülkiyet ve cinsel ezilmişliği ortadan kaldırmanın programı olan kadın devrimi, kadınları ve toplumsal bir kuvvet olarak LGBTİ+’ları ezilmişlikleri ve kurtuluşun imkânlarında bir ittifak haline getirir.
Kadın devriminin öncüsü sınıfsal gerçeğinden bağımsız olarak kadın değildir. Kadın, homojen halde özel mülkiyeti ortadan kaldıracak kuvvet değildir. Yine aynı nedenle homojen bir cins olarak patriyarkanın da sonlandırıcısı olamaz. Yıkıcılık eylemi ve niteliği işçi ve emekçi kadınlardadır. Bu haliyle kadın devrimi programı, cinsel sömürüyü ayrı bir toplumsal sistem olarak niteleyip, ayrı bir program yapanlardan da, cinsel sömürüyü sermayenin ürettiği cinsler üstü bir olgu olarak gören anlayışlardan da ayrışır. Aynı zamanda feminizmin biyolojik bölünme üzerine inşa edilen patriyarkal egemenlik analizinden de farklılaşır.
Bu saflaşma içinde LGBTİ+ hareketi, kadın özgürlük mücadelesinin alt alanı değil, kadının ve kadın devriminin ittifakıdır. Heteroseksist egemenlikle mücadele ve cinsiyetsiz toplum mücadelesinde kadın hareketi, LGBTİ+ hareketi ile sıkı bir ittifak ve etkileşim içinde olmalıdır.
Aynı şey LGBTİ+ hareketi için de geçerlidir. LGBTİ+ hareketi, ataerkil sermaye dünyasına karşı mücadele yolunu seçmedikçe ve pratik konumlanışını proletaryanın kurtuluşu ve kadın devrimi birleşik programında var etmediği müddetçe özgürleşemez. Burjuva devletin hukuk normları ölçülerinde dahi, bir ‘tanımlama’ ya da insanca yaşama imkânı söz konusu olmayacaktır. Kimlik mücadelesi, burjuva kapitalist değer yargılarının bütününe yönelmeden sonuca götürülemez. Sermaye düzeni ve onun koruyucusu burjuva kapitalist devlet aygıtı yıkılmaksızın, beden ve kimlik üzerindeki tahakküm aşılamaz.
LGBTİ+ Hareketine Örgütsel ve İdeolojik Yaklaşım
LGBTİ+’ların örgütlenmesi ve örgütsel formu konusunda ilk temel ilkemiz, hiç kimsenin kendini kadın veya erkek olmak üzere bir cinsel kimlik içerisinde tanımlamak zorunda olmadığıdır. Ayrıca, kadın tanımının biyolojik cinsiyet temelinde yapılması, heteroseksist bir yaklaşımdır ve kesin biçimde reddi gerekir. Bu ilkesel tutum ve yaklaşımlardan hareketle sosyalist kadınlar, LGBTİ+ hareketini kadın hareketinin bir alt alanı olarak görmez.
Sosyalist kadınlar LGBTİ+’ların hangi örgütlenmede yer alacağı konusunda kişinin cinsel kimlik beyanını esas alır. Bu durumda örneğin trans kadınların kadın örgütünde yer alması da doğal ve gereklidir. Bununla birlikte, heteroseksizme karşı mücadele ile erkek egemenliğine karşı mücadele arasında, cinsiyetçi toplum karşısındaki güçlü ortaklık nedeniyle, kadın örgütlenmesi kendini kadın ve erkek cinsiyet kimlikleri içinde tanımlamayan LGBTİ+’lara açıktır.
Devrimci sosyalistler bakımından, LGBTİ+ hareketinin sosyalizm mücadelesine kazanılması için, LGBTİ+’lar arasında örgütlenmesinin öncülüğünü kadınlar yapmalı ve LGBTİ+ mücadelesinin devrimci hattan gelişiminde pratik sorumluluk üstlenmelidir. Fakat kadın örgütü karma örgütte dolaylı veya dolaysız olarak bağlı LGBTİ+ örgütlerinin kurulmasında rol üstlense de, bu örgütler, karma örgütlerin heteroseksist yaklaşımlarına karşı, kadın örgütlerimizden politik bakımdan özerk örgütler olarak kurulmalıdır.
Devrimci kitle partisi içerisinde LGBTİ+ örgütleri örgütsel yönetimlerinin, doğrudan özel bir cinsel kimlik ifade etmeyen parti örgütü tarafından mı, yoksa cinsel kimlik beyan etmekle birlikte cinsiyetçi toplumla mücadelede partiye öncülük rolü olan kadın örgütü tarafından mı yürütüleceğine kendileri karar verirler. Parti her tür görevlendirmede pozitif ayrımcılığı esas almalı ve pratik karşılığı oluştuğu oranda kota yönetimini uygulamalıdır.
LGBTİ+ hareketi ile örgütsel temelde buluşmak aynı zamanda güçlü bir iç ideolojik mücadelede gerekir. LGBTİ+ hareketinin toplumsal bir mücadele dinamiği olarak edindiği yer, devrimci sosyalistlere, emekçi sol-sosyalist hareketten pek çok partiye heteroseksizme karşı mücadelede belli bir yol kat ettirmiş olsa da, hala homofobik, transfobik tutumlar mevcuttur. Heteroseksist yaklaşımlar, LGBTİ+’ların kendi varlık biçimleri ile devrimci ortamlarda yer almasının önünde somut bir engel olarak varlığını sürdürmektedir. Bu nedenle heteroseksizmin sonuçları olan homofobi, transfobi ve bifobi ile mücadele sistemli ve sürekli olmak zorundadır.
Politik Mücadele Görevlerimiz
Hareketin temel mücadele dönemlerinden biri olan trans onur haftası ve LGBTİ+ onur haftası, kadın örgütünün ve partinin politik görevleri kapsamındadır.
Mayıs 2012’de ilan edilen “Trans Manifesto”nun tüm taleplerini sahiplenip, bu taleplerle yürütülen mücadeleleri pratik biçimde destekleriz.
Trans Manifesto, Mayıs 2021’de gerçekleştirilen 7. Homofobi ve Transfobi Karşıtı Buluşma sonrasında yayınlanmış bir belgedir. Bu bölge şöyle başlıyor;
“Bizim mücadelemiz yan yana geldiğimizde değil, doğduğumuzda başlıyor. Trans cinayetleri politiktir. Katilleri biliyoruz. Katil sadece silahı, bıçağı tutan ellerin sahipleri değildir. Katil, trans bireyleri temel hak ve özgürlüklerinden mahrum ederek yaşamaya zorlayan sistemdir…”
Hareketin politikleşme düzeyini gösteren bu belge şöyle devam ediyor; “Cinsel yönelim, cinsiyet kimliği, cinsiyetlerimiz üzerinden tanımlanmayı reddediyoruz.” Belge hangi noktalardan mücadele yürüteceğini de şöyle sıralıyor;
“– Trans cinayetlerinin, nefret cinayetlerinin önlenmesi
– ‘İkinci sınıf vatandaş’ ya da ‘3. cins’ gibi davranılmasının son bulması
– Cinsel yönelim, cinsiyet kimliği, cinsiyetlerimiz üzerinden tanınmanın son bulması
– Metropollerde gecelere ve gettolara sıkıştırılmanın son bulması
– Barınma hakkının önündeki engellerin kaldırılması
– Yasal ve siyasal kurumlarda transfobik yaklaşımların son bulması
– Eğitimde heteroseksüel cinsel yönelimin baz alınmasının son bulması
– Trans bireylerin istihdam edilmelerinde pozitif ayrımcılık uygulanması
– Seks işçiliğinin bir emek biçimi olarak tanınması
– Hapishanelerde kişisel beyanın kabul edilmediği, trans bireylerin ‘varsayılan’ biyolojik cinsiyetlerine göre yapılan yerleştirilmelerinin son bulması
– Medyada transfobinin, nefret söyleminin üretimi ve yaygınlaştırılmasının son bulması
– Lezbiyen, gay, biseksüel ve trans bireylerin temel hak ve özgürlüklerinin anayasal güvence altına alınması
– Nefret söylemi ve nefret suçlarıyla mücadele hedefli bir nefret suçları mevzuatının oluşturulması
– Transseksüelliğin hastalık kategorisinden çıkartılması ve kişisel beyanın esas kabul edilmesi
– Sağlık ve sosyal hizmetlere erişimi engelleyen cinsiyetçi, homofobik ve transfobik tutumların son bulması.”
Tüm bu talepler sosyalist kadınlar başta olmak üzere devrimci sosyalistlerin LGBTİ+ hareketi karşısındaki politik görevlerini çerçeveler.
Hareketimiz politik görevlerini yerine getirirken, pratik içerisinde kendini LGBTİ+’larla dayanışma içinde olmakla sınırlandırmamalıdır. Bu var olma biçimini insanın kendisine dair bir irade beyanı olarak ele almalı, kendi varoluş zeminlerimize içkin kılmalı, asla dışsal bir olgu olarak bakmamalıyız. Dışsal yaklaşım daha baştan kendimizi heteroseksist bir varoluş sınırında konumlandırmak anlamına gelir.
Sosyalist kadınların LGBTİ+’lara dair ve hareketin politik, örgütsel gelişimine dair tartışmalarda kendilerini ‘heteroseksüel bir bileşim’ olmalarından kaynaklı sınırlandırdıkları biliniyor. Aynı ‘dışsallaştırma’ halinin burada da geçerli olduğunu söylemek yanlış olmaz. Kadınlar LGBTİ+’ların hakları ve hareketin politik-örgütsel gelişimi konusunda öncü sorumluluklarını önce bu yaklaşımı aşarak edinmeye başlayabilir. Ayrıca parti örgütlenmesini her türlü fobiden korumak ve heteroseksist egemenliğe karşı pratik politik mücadelede derinleştirmenin yolu da buradan geçmektedir.
Sosyalist kadınlar ve kadın örgütü başta olmak üzere parti, devrimlerin LGBTİ+ deneyimlerini özümsemeli, kuruluş, yeni insan, yeni toplumun yaratımı süreçlerini bu açıdan irdelemelidir. Harekete yaklaşım ve onunla politik-örgütsel temelde buluşma görevlerinin içeriklendirilmesi, tarihsel deneyimlerden de beslenmelidir. Ekim Devrimi’ni kadın kazanımları bakımından içeren devrimci sosyalistler, geri dönüş sorunlarını kadın kazanımlarının tırpanlanması ve buna yol açan nedenler üzerinden de irdelemektedir. 1917 Ekim Devrimi ve Sovyetler Birliği deneyimi cinsel yönelimlere yaklaşım ve toplumsal cinsiyet ile hesaplaşmak konusunda iyi örnekler yarattığı kadar, kötü örnekler de sergilemiştir. Burjuva ahlak yargılarının reddi, kadının konumunun değişimi ile burjuva toplumsal cinsiyetçi algıların alt üst edilişi LGBTİ+’lar konusundaki algıyı da yerle bir etmiştir. Burjuva ahlak normlarının yerine devrimci ahlak normları böyle bir alt üst oluş içinde şekillenmiştir. Bu dönemde LGBTİ+ Bolşevik kadroları olduğu gibi, devrim kurumları içerisinde etkin olan LGBTİ+’lar da vardır. Fakat 2. Emperyalist Paylaşım Savaşı ve sonrasındaki dönemde devrimin kuruluş-inşa süreci kadınlar ve LGBTİ+’lar açısından ulaştığı ve geliştirilmeye açık düzeyden geri düşerek kırılmaya başlamıştır. Devrim ilk olarak kadın ve LGBTİ+’lara yenilmiştir.
Ekim devriminin toplumsal cinsiyeti alt üst eden ve devrimci ahlakı, cinsiyet anlayışını yeniden kuran pratiği bizim alacağımız tarihsel paydır. Bugündeki güncel görevimiz ise bir kadın devrimi olarak nitelediğimiz Rojava devriminin, cins ayrımsız/cinsiyetsiz bir yönde gelişimi için uğraş vermek, bu sebeple LGBTİ+’ların varlıklarının Rojava Toplumsal Sözleşmesi’nde güvenceye alınması yönünde çalışma yürütmektir. Şu an için Rojava toplumsal yapısı ve sisteminde LGBTİ+’lara yönelik herhangi bir çalışma bulunmuyor. Bir dönem savunma sistemi içerisinde örgütlenmeye çalışılmış queer isyan ve özgürlük ordusu deneyimi de varlığını sürdüremedi. Enternasyonal tabur sistemi içerisinde yer alan LGBTİ+’ların varlığı bilinse de, onların da toplumsal alanda çalışmaları yok. Bu bakış açısı yoksunluğunu ve girişimsizliği, Rojava kadın devrimimizin zaafı olarak göstermek, toplumsal örgütlenmede LGBTİ+ görüş açısı kazanmadığı sürece erkek egemenliğini sistematik biçimde üreten burjuva ahlak normları ile sarıldığını ilan etmek en başta sosyalist yurtsever kadınların, devrimin komünist bileşenlerinin görevidir.
Başlangıç İçin…
Cinsiyetçi toplumun varlığının tek kaynağı heteroseksist ilişki biçimi değildir. Erkek egemenliği onun bütün maddi temelleriyle birlikte yenilgiye uğratılmadıkça, doğurganlığın cinsiyetçi denetimi ve cinslere bölünmüşlük sorunu ortadan kalkmaz. Bu mücadele anti-faşist, anti-emperyalist, anti-sömürgeci, cins özgürlükçü demokratik devrimi esas alan bir programa bağlanmak ile sonuca ulaşabilir.
Devrimci program bu konuda biriken güncel imkânları, kurtuluşun nesnel zeminini ve ittifak düzlemini şöyle çiziyor; “Emperyalist küreselleşme evresinde, kadını toplumsal yaşamın içine çeken üretimin toplumsal karakteri ile eve bağımlı konumunu pekiştiren mülkiyetin özel karakteri arasındaki çelişkinin derinleşmesine bağlı olarak cins çelişkisi keskinleşmiş, bu durum kadın cinsin ayaklanmasının ve kadın devriminin nesnel zeminini oluşturmuştur. Kadının ucuz işgücü olarak sömürüsü katmerlenmiş, kadın işçiler nicelik olarak büyümüş, cinsiyetçi sömürü ile artı değer sömürüsü arasındaki ilişki pekişmiş, sermaye üretimi ev eksenli güvencesiz sömürü temelinde ev içine taşınarak evsel kölelikle kaynaşmış, seks endüstrisi küreselleşmiştir. Bu zeminde, 21. yüzyıl, bir kadın devrimleri çağı olarak başlamıştır. Toplumsal bir kuvvet halini alan LGBTİ+’lar kadın devriminin önemli bir ittifak gücü haline gelmiştir.”
LGBTİ+’lar cins çelişkisinin en ezilen tarafı oldukları gibi, cins çelişkisinin çözümü konusunda da etkin bir politik öznedir. Cins çelişkisi karşısında LGBTİ+ hareketinin politik kuvveti kadar, hatta ondan daha fazla ideolojik kuvveti belirleyicidir. Cinsiyetçi toplumu sorgulama ve sorgulatma gücü ile burjuva toplum yapısı ve ahlak kurallarını yıkıcı, katıldığı tüm hareketleri ve toplumu dönüştürücü bir kuvvettir. Kadın özgürlük mücadelesi cins çelişkisinin çözümü ve cins özgürlükçü mücadele temelinde LGBTİ+ hareketinden bu yanıyla beslenmeyi ve hareketin gücünü içerebilmeyi muhakkak başarmak zorundadır.
LGBTİ+’ların insanca bir yaşam ve ayrımcılıktan kurtulmak için diğer toplumsal cinsiyet kimlikleriyle aynı biçimde burjuva eşit haklara sahip olması yetmez. LGBTİ+ talepleri temelindeki kimi düzenlemeler, nefret söylemlerini ve cinayetlerini, ayrımcılığı engellemez. Tam bir hak eşitliği ve özgürlük için erkek egemenliği bütün yapısal kaynakları ile birlikte çöküntüye uğratılmak zorunda. Kadınlar cins özgürlükçü program temelinde önce bunun için LGBTİ+’ları devrimci mücadeleye çağırmalı ve kendileri de bunun için ön saflarda pratik önderlik tavrı içerisinde olmalıdır.
Kadın hareketimiz; LGBTİ+ hareketinin burjuva toplum yapısını yıkan, ahlak normlarını parçalayan özünü görüp, onu düzen içi tutmak amacıyla yapılan göstermelik yasal düzenlemeler karşısında mücadele etmekle yükümlü olduğu kadar; cins bilincini burjuva feminist sınırlarda tutup, LGBTİ+ hareketini “öteki” olarak gören anlayışlarla da mücadele etmelidir.
LGBTİ+’lar, kendi bireysel deneyimleri ile aileden başlamak üzere bütün toplumsal ve iktisadi kurumları ile burjuva-kapitalist sistemle mücadele ediyor. Bunu ‘kendisi için’ bir varoluş halindeyken yapıyor. O zaman “LGBTİ+’lar vardır” diyen sosyalistler de siyasal, toplumsal, kültürel alanı LGBTİ+ realitesinden bağımsız düşünmemeyi bir varoluş biçimine dönüştürmelidir. Heteroseksist egemenlik ilk başta böyle kırılacak. Erkek egemenliği bu iki özgürlük gücünün dinamiğinde yenilgiye uğratılacak.