Savaş Ve Kadın Hareketinin Görevleri Üzerine / Füruzan Ege

“Ülkemizde savaş var! Resmi literatürde ‘düşük yoğunluklu savaş’ olarak adlandırılan bu durum, aslında bölgede yarattığı korkunç tahribat ve bütün ülkeyi etkileyen trajik sonuçlarıyla klasik bir savaştır. Savaşın bir an önce sona ermesini, savaşla ilgili uluslararası hukuk kurallarının işlemesini talep ediyoruz.”

Savaş saptaması yaparak ve barış için “Önce Türkiyeli kadınlar yan yana gelmeli” diyerek hareket eden kadınlar, 1996 Nisan’ında Barış İçin Kadın Girişimi’ni (BİKG) ilan ederlerken böyle sesleniyorlardı.

2024 Mayıs’ında halklarımızın birleşik mücadelesine karşı intikam davası olarak seyreden Kobanê kumpas davasında başta HDP önceki dönem Eş Genel Başkanı Figen Yüksekdağ olmak üzere sosyalistlere rekor ceza yağdırılmışken; Tevgera Jinên Azad (TJA), Kobanê dava tutsağı Figen Yüksekdağ’a yazdığı açık mektupta şunları söylüyordu:
“Sevgili Figen yoldaş, senin de tanık olduğun üzere 2014 yılında Türkiye ve uluslararası egemen güçlerin emanetçisi IŞİD çetelerinin Kobanê’ye saldırması, özünde Ortadoğu’yu Ortaçağ karanlığına dönüştürme amaçlıydı. Milyonları bulan Kürt, Arap, Êzidî pek çok etnik ve inanç grubundan insanın zorla göçertilmesi, binlercesinin katledilmesi, yine binlerce kadının tecavüze uğraması, kaçırılıp köle pazarlarında satılması, kaybedilmesi tüm dünyanın gözleri önünde yaşanıyorken, Mezopotamya’nın en eski halklarından olan Kürt halkı Ortadoğu’da kırk milyonu aşkın nüfusu ile statüsüz bir halk olarak inkar ve imha politikalarının hedefi durumunda iken, ‘Kobanê düştü, düşecek’ diyen Kürt düşmanlığı karşısında, başta Kürt kadınları olmak üzere 7’den 70’e milyonlarca insan tarihi bir direnişe kuşandı. Bir halkın 21. yüzyılda varlığını ispatlama mücadelesi yürütmek zorunda kalması ve bu uğurda çok ağır bedeller ödemesi bütün insanlık açısından bir utanç kaynağı durumuna gelmişti. Bu utanca taraf olmak istemeyen her onurlu sol, sosyalist, devrimci dinamikler Kürtlerin yanında yerini alarak ödediği ağır bedelin yükünü (tüm meşru demokratik haklarını kullanarak) paylaştı.
(…)
Rojava kadın devrimine destek verenlere karşı bir intikam senaryosu olarak kurgulanan Kobanê kumpas davasının karar aşaması, Kürt ve Türk halkının yoldaşlarına karşı olan düşmanlığı bir kez daha göstermiştir. Tarihte eşi benzeri az görülen mahkeme sürecindeki senin onurlu duruşun, kadın özgürlük mücadelesinin yarattığı değerlerin 21. yüzyıldaki güncellenmiş hali gibiydi. ‘Jin, jiyan, azadî’ felsefesinin yaşamda pratiğe dönüşmesi senin özgürlük için sergilediğin duruşuna denk gelmektedir.”

Bu sözler, seslenişler kadın özgürlük mücadelemizin savaş ve işgal karşısında birleşik mücadele birikiminden süzülüp geliyor. BİKG çalışmalarında ve devam eden yıllarda kadınlar; “savaşta kadınlık durumu, Olağanüstü Hal bölgesi dışında savaşın etkileri, savaş ve göç, savaş ve çocuk, savaşın kültürel sonuçları, savaşın ekolojik dengeye etkileri…” başlıklarında pek çok çalışmalar, kampanyalar yaptılar. Feminist hareketin ‘barış politikası’ bu çalışmalarda şekillendi, kadın hareketinin savaş karşıtı mücadele pratiği ‘arkadaşıma dokunma’, ‘barış için 1 milyon imza’ kampanyalarından beslendi. Kürt sorununda demokratik çözümün önemli bir mecrası olarak birleşik kadın hareketi dinamiği şekillendi. Sol, sosyalist hareket ile Kürt hareketinin üçüncü cephe siyasetinin ortak mücadele gücü olarak örgütlenen HDK/HDP kanalıyla birlikte başka bir durum ve düzeye ulaştı.

Konumuz savaş ve işgal karşısında kadın hareketinin görevleri olduğuna göre, kadın özgürlük mücadelemizin tarihsel deneyimlerine de bakarak, güncel ve pratik biçimde tartışmak isteriz. Daha canlı bir tartışma için bir ‘an’a, ‘mekan’a gidelim hep birlikte.

Tarih 4 Haziran 2024, yer İstanbul’da bir etkinlik salonu. Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Kadın Meclisi’nin “Gezi’den Kobanê’ye kadınlar adalet ve özgürlük için buluşuyor” forumu. Feministler, sosyalistler, inanç, insan hakları, meslek örgütlerinden kadınlar salonda ve Kobanê davasından tahliye olan Gültan Kışanak ve Sebahat Tuncel yanıbaşlarında.

Kadınlar Kobanê kumpas davasında çıkan kararı ve birleşik kadın mücadelesini tartışmak üzere bir aradalar; buluşmanın hemen ön gününde ise Hakkari Belediyesi’ne kayyum atanmış durumda. Salonda kayyumla irade gaspına, tutuklamalar, cezalar, parti kapatma davaları ile irade gaspına karşı ‘Jin, jiyan, azadî!’, ‘Kadınlar birlikte güçlü’ sloganları yükseliyor; kadınlar net ve tok sözlerle konuşuyor forum boyunca. DEM Parti Kadın Meclisi temsilcisi buluşmanın mesajını şöyle açıklıyor:

“…kayyum meselesi sadece bir yerel demokrasiye, seçme seçilme hakkına saldırı, irade gaspı değildir. Kayyumlar bizzat iktidarın yürüttüğü kadın düşmanı politikaların yerellerdeki yürütücüleridir. Kadın merkezlerini, sığınma evlerini kapatan, kadınların yaşamlarına saldıran kayyumların bir kez daha Hakkâri halkının, Hakkarili kadınların iradesini gasp etmesine izin vermeyeceğiz. İstanbul Sözleşmesi’ne, 6284’e, haklarımıza ve kazanımlarımıza yönelik saldırılarda nasıl birlikte mücadele yürüttüysek bugün kayyumlara karşı da birlikte mücadele edeceğiz. Sadece direne direne değil faşizme karşı kadın özgürlük mücadelemizi büyüte büyüte daha fazla birleşme zamanıdır. Savaş varsa bunun karşısında büyüyen kadın mücadelemiz var, feminist mücadelemiz var, sosyalist mücadelemiz var.”

Savaş varsa kadın mücadelemiz var! Feminist mücadelemiz var! Sosyalist mücadelemiz var! Faşizme karşı kadın özgürlük mücadelemizi büyütme ve daha fazla birleşme zamanıdır. Kadın buluşmasının ortak perspektifi olarak açıklanan bu sözler; savaşa karşı mücadelenin hem dinamiğini, hem de güncel görevini ifade ediyor. Forumda konuşan kadın örgütlerinin sözlerinden bazı aktarımlarla ifade edelim kadın özgürlük mücadelesinin güncel görevlerini;
Kadın Savunması; Nasıl İstanbul Sözleşmesi için direndiysek, kayyum saldırısına karşı da birlikte direneceğiz!

Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu: Kayyumlara karşı birlikte mücadele edeceğiz!

Aralık Feminist Kolektif: Gezi, Kobanê yargılamalara karşı ortak duruşu yaratmalı; savaş karşıtlığını, savaşın gözaltı ve kadınlara cinsel taciz sonuçlarıyla birlikte ele almalı; faşist saldırıları partiyarka ile sürdüren iktidara karşı BİKG deneyiminde olduğu gibi mücadeleyi büyütmeliyiz.

Türkiye-Kürdistan coğrafyasının siyasi gelişmelerinin ibresini belirleyen temel olgu savaştır! Kobanê kumpas davası kararı ve Hakkari, İstanbul Esenyurt, Batman, Mardin ve Halfeti’ye kayyum atama pratiği bunun güncel ilanıdır. Politik özneler, direnen kuvvetler bu irade gaspına karşı sokakta. Kadın hareketi için de tablo net ve görevler dizgesinin başında, politik, ideolojik hegemonyasını koçbaşı yaptığı ataerki ile cins kırımına ve savaşa bağlamış faşist rejime karşı birleşik mücadele duruyor.

Bu tabloda durumu daha net tarif için birkaç adım geriye gidelim ve kadın hareketinin geçmiş dönem pratiğine yakından bakalım.

Buraya bildirgesinden aktarımda bulunduğumuz BİKG, savaş ve Kürt sorununu tarif ve çözüm açısından kadın hareketinin en önemli birikimlerinden biridir. Feminist hareketin barış politikasının da önemli bir dayanağı olan bu pratik uzun yıllar boyunca var oldu. Önemli siyasi kampanyalar örgütledi. 2009 yılında Kürt hareketine dönük sistematik ve yaygın gözaltı-tutuklama saldırısına karşı da kadınlar yan yana geldiler, Demokratik Özgür Kadın Hareketi İle Dayanışma Platformu ile Kürt sorununda savaşa, faşist baskıya dayalı iktidar programına karşı birlikte mücadele örgütlediler. Kadınlar Şengal’e dönük IŞİD kuşatmasına karşı Ezidi kadınları ile yaygın dayanışma ağları kurdu, platformlar oluşturdu, sokakta politika ile savaşa karşı durdu. Bu dayanışma ve mücadele birikimi, Kobanê’deki işgale karşı da ses çıkardı, direnişle bütünleşti. Sınır ötesine uzanan bir dayanışma hareketi büyütüldüğü kadar, 6-8 Ekim direnişi ve 1 Kasım eylemlerinde somutlaşan savaş-işgal karşıtı hareket gelişti.

AKP-MHP faşist rejiminin 2015 yılında yürürlüğe koyduğu çöktürme planı ve devam eden yıllar boyunca Kürt hareketi, sosyalist hareket ve direnen kuvvetlere dönük sürdürülen imha ve tasfiyeci kuşatma saldırıları boyunca sokakta ve birleşik bir kuvvet olarak direnen en temel özne kadınlar oldu. Kadın hareketi kazanımları ekseninde direndi, iktidara karşı makbul kadın olmayı reddeden bir duruşla sokağın militan bir kuvveti oldu. Bu direniş pratiğinde Kürt kadın hareketi ile feminist hareketin, sosyalistlerin ortak mücadele hattını kadına yönelik şiddet ve İstanbul Sözleşmesi belirledi. Savaş ve işgal karşıtlığı gündemleri Kürt hareketi ile yan yana geliş pratiği geriye düştü, yerini kadın kazanımlarının savunulması ve şiddet karşıtlığı aldı. Bu gündemler doğal olarak öne çıkmakla birlikte, Türkiye-Kürdistan coğrafyasının siyasi iklimini belirleyen bölgesel savaş, işgalci-soykırımcı savaş ve Kürt kazanımlarının dört parçada tasfiyesi adına savaş gerçeği karşısında kadın hareketi anlamlı bir politik duruş örgütleyemedi. Kadın hareketindeki bu iddia kaybının en net sonucu Kobanê yargılamasının tümden dışında kalmak oldu. Başarılı ve sonuç alıcı bir çalışma olarak burada vurgulamadan geçmeyeceğimiz “Aysel için 1000 kadın” kampanyası da bu politik ataleti kıran bir rol oynayamadı. Kadın hareketi bu hukuki ve siyasi kırım saldırısı karşısında tutsak Kürt kadınları ile sosyalist kadınları, merkezi siyasetin eşbaşkanlık, eş temsiliyet mekanizmalarını tutan arkadaşlarını ve kazanımlarımızı güçlü biçimde sahiplenme duruşu edinemedi. Bu, 25 Kasım’larda, 8 Mart’lardaki söylemlerde de üretilemedi.

Kadına yönelik şiddetle mücadele konusunda ise önemli pratikler üretilirken; Kürdistan’da süren savaş, soykırımcı işgalle iç içe süren kadın katliamlarında, İpek Er, Gülistan Doku örneklerinde yarılmalar oluştu. Kürt demokratik kadın hareketi bu saldırılar karşısında, sömürgeci faşist rejimin savaş taktiklerini güçlendirmeme ve Kürt yurtsever tabanla karşı karşıya gelmeme kaygılarıyla başlangıçta ciddi bir tutukluk gösterdi. Batı’da ise kadın hareketi bu katliamları aynı biçimde sahiplenme pratiği sergileyemedi; şiddet karşıtlığına, kadın kazanımlarını sahiplenme pratiğine iki ülke ve savaş gerçeğini içeremedi.

Kirli savaşın, gözaltında kaybetmeler, işkenceler, tecavüzler ve katliamlarla sürdüğü 90’lı yıllarda ‘Bu ülkede savaş var’ diyen kadınların; savaşı net biçimde tarifleyip, Kürt sorununda demokratik çözüm arayışına bağlanmış barış politikası oluşturan kadınların; ‘feminist barış politikası’nın tespit ve analizlerinde köklü değişimler yaşandı. Türk milliyetçiliğini bireysel ve kültürel bir olgu olarak ele almak, Kürt sorununu da bireysel, kültürel haklar temelinde bir mücadele eksenine getiren bu dönüşüm politik-ideolojik kanamanın kaynağı oldu. Feminist barış politikası ‘çatışmaların durması’ söyleminde bir yetersiz barış diline daraldı, çatışmaların kaynağında yatan sorunları saptama ve Kürt sorununu eşitlik, özgürlük, demokrasi meselesi olarak ele almakta zaaflar belirginleşti. Hareket, kadına yönelik şiddete ve kadın hakları savunusuna doğru derinleştikçe diğer toplumsal mücadele gündemleri ve görevleri ile bağı zayıfladı; siyasi gelişmelerin çok önemli alanlarında görevlerinde anlamlı bir politik duruş geliştiremedi.

2015 yılından bu yana rejimin çöktürme planına karşı birleşik halde direnen en temel kuvvet olan HDK/HDP ile seçimlerden sokak siyasetine, savaş karşıtlığından emek-beden-yaşam savunusuna anlamlı bir ortaklık kurulamadığı gibi; bu birleşik cephe zemininde yaratılan kadın kazanımlarını sahiplenme, kadın siyasetçileri de içerme gücü-açıklığı gösterilemedi. Feminist hareket ile Kürt kadın hareketi, sosyalist kadın hareketi ayrı kanallardan ilerledi. Faşist rejim ise savaş, işgal, soykırım planlarını cins kırımı ile, kadın kazanımlarını tasfiye ile birleştirerek kadın hareketinin karşısına gerici erkek egemenliği iktidarı olarak dikildi.

2023 Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde daha belirgin hale geldiği üzere toplumsal mücadeleyi, direnişi ‘AKP karşıtlığı’na indirgemek ve kazanımı ‘AKP’den-Erdoğan’dan kurtuluş’la genellemek zaafı emekçi sol sosyalist hareketimizde olduğu gibi kadın hareketinde de politik iddia ve özgüven kaybının esas belirleyeni oldu. Burjuva restorasyon programına yaslanan bir kurtuluş siyaseti ve CHP angajmanı kadın hareketinde de cisimleşti. Kadın özgürlük mücadelemizin politik özneleri İstanbul Sözleşmesi’nden çıkan, 6284’e göz diken, aileyi şeflik rejiminin minyatürü olarak inşa eden faşist rejime karşı toplumsal mücadeleyi büyütmek yerine, sandık yoluyla burjuva değişim yolunu desteklemekten ilerledi. Sandık ve seçim siyasetine daraldı; diğer toplumsal mücadeleler ile buluşması zayıfladı ve 2023 25 Kasım’ında Mecidiyeköy geri adımında somutlaştığı üzere sokakta mücadeleye ve kazanmaya dair iddia yitimine uğradı.

Kobanê davasından kayyum gaspına, ‘kadın ittifakı’ hemen, şimdi!
Burjuva siyasetin yumuşama, normalleşme sözlerine karşın gerçek durum, faşist saray yargısının Kobanê kumpas davasındaki kararında, kayyum atamalarında verili. Bu kararlarla faşist rejim çöktürme planını yeni koşullarda da sürdüreceğini ilan ediyor, yumuşama politikasını Kürt halkına ve tüm ezilenlere karşı dizginsiz faşist bir terör olarak geliştireceğini açıklamış oluyor.

Çöktürme planının odağında duran, Kürt ulusunun Bakur, Başur ve Rojava Kürdistan parçalarındaki ulusal özgürlük hareketinin iradesini kırma ve teslim alma, Kürt kazanımlarını tasfiyedir. Sömürgeci faşist rejim bu plana bağlı biçimde savaş, işgal hazırlığını ve onun bir parçası olarak saldırı politikalarını sürdürüyor. Van Büyükşehir Belediyesi’ne kayyum girişimi, 1 Mayıs yasağı ve tutuklama terörü pratiği, Kobanê kumpas davasının ceza kararları, Rojava belediye seçimlerini sömürgeci işgal savaşı gerekçesi sayan söylemler ve son dönem arka arkaya gelişen kayyum saldırıları savaşın kapsam ve düzeyini berraklaştırıyor. Yumuşama politikasının burjuva egemen blokları arasında olacağı, CHP’yi yedeğine alan faşist saray rejiminin halklarımıza karşı yeni bir ekonomik ve siyasi terör konseptini uygulayacağı açıktır.

İktidarın Orta Vadeli Program’ına bağlı iktisadi, mali soygun politikalarıyla yoksullaşma krizi derinleşiyor. Sömürgeci savaş politikaları yoksullaşma krizini katmerlendiriyor. Özgürlükleri kısıtlıyor. Farklı inanç ve yaşam tarzlarına karşı özel politikalarla savaş örgütleniyor. Kadınlara karşı Ailenin Korunması ve Güçlendirilmesi Vizyon Belgesi ve Eylem Planı’nda somutlaştığı üzere şef tipi aile konseptiyle faşist şeflik rejiminin minyatürü tipinde bir köleleştirme saldırısı geliştiriliyor. Erkek şiddeti bir özel savaş taktiği ve yöntemi olarak örgütleniyor. LGBTİ+’ların kamusal varlığı ve tüm görünürlüklerini ortadan kaldırmayı amaçlayan düzenlemeler yapılıyor. Rejimin savaş, işgal politikası ile birlikte iktisadi ve politik terörü misliyle artıyor.

Tablonun bir yanında bu dizginsiz savaş ve saldırganlık politikası-pratiği durmasına rağmen; politik öznelerin yaslanacağı imkan ve birikim, AKP-MHP faşist blokunun dünden daha zayıf durumda olduğu gerçeğidir. Halklarımızın değişim isteğinin ve faşist saray rejiminden, onun şefinden kurtulma isteğinin güçleniyor oluşudur. Yakın dönemin verilerine, yeni mücadele koşullarının olgularına bakalım;

İnkarcı sömürgecilik atına sımsıkı koşulmuş AKP-MHP faşist bloku 31 Mart yerel seçimlerinde ağır bir siyasal yenilgi aldı. Yerel seçimler Bakurê Kürdistan’da ulusal referandum iradesi olarak şekillendi ve belediyeler kayyumlardan söküp alındı. Sömürgesi rejimin Kürdistan’ın üç bölgesine karşı yürütegeldiği savaş ve işgal politikası yerel seçim hezimetini Batı’da da hazırlayan temel nedenlerden biri oldu. Sömürgeci işgal savaşı politikasında ısrar, halklarımızın politik özgürlük istemini dizginsiz faşist terörle bastırma pratikleri AKP-MHP yenilgisini koşulladı. İnkarcı, ırkçı Türk sömürgecilerinin çöktürme planı açık bir siyasal yenilgi daha aldı.

Seçimlerin hemen ardından Van’da örgütlenen kayyum girişimi serhildanla yanıtlandı. Faşist saray cuntasının kayyumla halk iradesini gasp etme saldırısına birleşik duruş ve eylemle set çekildi. Emekçi sol hareketimizin Van serhildanıyla bütünleşen pratiği sömürgeci faşist rejime karşı önemli bir birleşik mücadele imkanı yarattı, savaşa karşı antifaşist, antişovenist mücadele kararlılığını yükseltti.

Van serhildanıyla açılan yeni mücadele dönemi Batı’da 2024 1 Mayıs’ıyla karşılığını buldu. Taksim’i kazanma iradesi ve yaygın kutlamalarla somutlaşan 1 Mayıs, kitle hareketlerinin gelişim dinamiğini berraklaştırdı.

Bu tabloda kadın hareketi de aynı kanaldan, aynı politik kulvarlardan seyretti. Van’ı sahiplendi, Türkiye’den Kürdistan’a etkin bir mücadele dinamiği olarak dayanışma hattı ördü; ‘kadınlar kayyuma hayır diyor’ sesini yükseltti. Van serhildanının anlamlı bir parçası oldu. 25 Kasım’lardan, 8 Mart gece yürüyüşlerinden getirdiği birikim ve son 8 Mart pratiği ile 1 Mayıs’ta Taksim’i kazanma iradesinin parçası oldu. Gezi’den Kobanê’ye adalet ve özgürlük çağrılarına ses verdi.

Şimdi yapılması-başarılması gereken; Kobanê kumpas davasındaki karardan, devamı gelecek kayyum kararlarına, Rojava’ya, Başur Kürdistan’a işgal kararlarına karşı ‘kadın ittifakı’nı eylemde, sokakta somutlaştırabilmektir. Bunun için öncelikle savaş, işgal politikalarını bütünüyle ele alan ve yanıtlayan bir kadın duruşunu, politikasını yaratmaya ihtiyacımız var.

Kadın özgürlük mücadelesinin politik özneleri öncelikle savaşı bütün açıklığı ve boyutları ile ortaya koyan bir politik dil ve söylemde ortaklaşmayı esas almalı; sömürgeci, soykırımcı faşist rejime karşı politik özgürlüğün kazanımında somutlaşan bir siyasal hat inşa edebilmelidir. Bunun için rejimden adalet, yumuşama, demokratik Anayasa türü beklentilerin kaynağını oluşturan tespit ve analizleri aşmak; siyasi gelişmelerin temel yönü ve eğilimi üzerinde politika inşa edebilmek elzemdir. Yine CHP’nin emekçi solu, kadın hareketini, direnen öncü kesimleri yedekleyen, kayyum saldırısından dahi erken seçim söylemi-imkanı devşiren, işçi sınıfı ve ezilenlerin mücadelelerini barajlayan ve baskılayan rolü kavranmalı ve toplumsal mücadele birikimimiz ve kanallarımızda burjuva siyasetin hegemonya alanları tıkanmalıdır. Ancak bu politik-ideolojik duruluk ve netlikle gerçek bir mücadele gücü; antifaşist, antişovenist duruş yaratılabilir.
Rejimin savaş ilanı olan Kobanê kumpas davası kararına karşı yürütülen adalet ve özgürlük mücadelesinde kadın hareketimiz de bir öncü kuvvet olarak konumlanmalı; DEM Parti etrafında oluşacak ittifakın içerisinde yer alabilmelidir. Bu davada Kürt halkımızla omuz omuza direnen ve bedelini göze alarak yürüyen sosyalist hareketle yan yana durmak kadın hareketimizin de görevidir. Bu duruş; Kobanê tutsağı olarak, kadın önder ve siyasetçi olarak Figen Yüksekdağ’ın özgürlüğünü istemek, bunun için kampanyalar örgütlemekle somutlaştırılabilir. Başta feministler gelmek üzere kadın hareketi bir kez de ‘Yüksekdağ’a özgürlük’ zemininde savaşa, inkara karşı durabilmeyi, bir kez de bu zeminde ‘arkadaşıma dokunma’ diyebilmeyi başarmalıdır.

Kadın hareketi, kadına yönelik şiddetle mücadelede gücü ve birikimini Kürdistan’daki savaşın özel bir yönetim biçimi olarak uygulanan cinsel şiddete karşı da etkin bir politik hatla; erkekle, erkek şiddetiyle mücadeleyi Kürdistan’daki kadın kırımının koçbaşı olan erkeklikle ve erkek egemen sömürgeci rejim gerçeğiyle buluşturabilmelidir. Kürt halkımızın Şırnak’ta bir tacizciye karşı sergilediği özsavunma pratiğini de aynı zeminde içerebilmeli, gelişiminin ilerletici bir parçası olarak yaygınlaştırabilmelidir.

Kürt halkımız ve Kürt kazanımları ile savaşın en fazla odaklanacağı yer olan yerel yönetimleri sahiplenme tavrı, duruşu, pratiği geliştirmek kadın hareketimizin güncel politik görevlerinin başında gelmektedir. Bu; kadın eşbaşkanlık kurumunu, kadın kurumlarını sahiplenme biçiminde somutlaştırılmalı, kayyum gaspına karşı da aynı yerden hareketle mücadele edilmelidir. “İrademe dokunma”, “Kayyum rejimine son”, “Halkın iradesini gasp ettirmeyeceğiz”, “Kayyuma geçit yok” şiarlarını kadın özgürlük mücadelemizin sloganları/talepleri olarak yükseltmek, eylemleri Türkiye ve Bakur Kürdistan kentlerine yayarak, fiili meşru mücadeleyi büyütmek kadın hareketimizin de birleşik ve antifaşist/antişovenist mücadele gündem ve görevidir. Kayyum gaspına karşı çıkmak için atılacak her pratik adım aynı zamanda sömürgeci ırkçı rejimin Rojava ve Başur Kürdistan’a dönük hazırlandığı ve her an girişebileceği yeni bir işgal savaşına karşı da bir direniş gücü olacaktır.

Faşist şeflik rejiminin Ailenin Güçlendirilmesi adı altında oluşturduğu eylem klavuzu, kurduğu kurul ve 9. Yargı Paketi’nde de adımları atılan kadın kazanımlarının gaspına dönük düzenlemeler kadın hareketimizin gündeminde durmaya, politik refleksinin ve ataklığının konusu olmaya devam edecektir. Bu düzenlemelerin topluma anlatılmasında, toplumsal mücadelenin gündemleri, birleşik kadın hareketinin gündemleri haline getirilmesinde rejimin savaş-işgal gerçeğinin ifşası, savaş ve işgalin kadın yaşamı, kadın bedeni ve kadın emeği üzerindeki sonuçlarının daha çok konu edilmesi faşizme karşı özgürlük mücadelesi açısından ve kadın hareketinin birleşik zemini açısından önemli olacaktır.
Türkiye ve Kürdistan’da gelişen mücadele koşullarının, halklarımız ve ezilenlerin bağrında biriken değişim ve rejimden hesap sorma isteğinin ve kadınların dünyayı saran isyanının gücü ve inancı ile söyleyebiliriz ki; sömürgeci faşist rejimden kadın isyanımızla hesap soracağız! Kadın ittifakıyla başaracağız!

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir