Kadın Özneleşmesinin Yolu / Bahar Mavi

Kadın cinsinin özgürleşmesi nihai olarak tarihsel ezilmişliğinin kaynağının, üretim ilişkilerinin değiştirilmesi ile mümkündür. Özel mülkiyet ile birlikte toplumsal yaşamda özne konumundan erkeğin cinsel, bedensel ve emek sömürüsünün nesnesine dönüşen kadın için özgürlük; tarihin tekerleğini tersine çevirmek değil toplumsal yaşamda yeniden özneleşmektir. Elbette bu özneleşmeyle siyasette, sınıf mücadelesinde, toplumsal yaşamda kolektif özneleşme yani cins olarak kolektif bir güç olma halini tarif ediyoruz. Bu, kadının cins olarak erkek egemen sisteme karşı verdiği mücadeledir ve kadın cinsinin kolektif kurtuluşunun ana halkası da burasıdır. Ancak bu yazımızda konuyu kadınların cinsel suç kapsamında özneleşme sorununa ve zorunluluğuna daraltacağız. Çünkü toplumsal yaşamda cinsel, bedensel, sınıfsal sömürünün kadına doğrudan yansıması cinsel suç; yani cinsel, fiziksel, psikolojik, ekonomik, dijital şiddet biçiminde olmaktadır.
Toplumsal yaşamın erkek egemenliğinden temizlenerek cins özgürlükçü temelde yeniden kurulması, iç içe geçen toplumsal devrim ve kadın devrimi ile birlikte üretim araçlarının mülkiyetinin erkeğin tekelinden çıkarılması ile mümkündür. Ancak yeterli değildir. Buna paralel olarak yüzyıllardır erkeğin ayrıcalıklarına dayanan insan ilişkileri, yazılı olmayan toplumsal kuralları, kadın ve erkeğin duygulanımları, aşkı, sevgiyi, cinselliği özel mülkiyetin yarattığı geleneksel ve cinsiyetçi kalıplardan kurtarmak, geleneksel rol dağılımına ve onun yarattığı duygulanımına başkaldırmak gerekir. Bu sadece bilinmez bir tarihte gerçekleşecek sosyalist bir devrimin ve sonrasında kurulacak toplumsal yaşamın konusu değildir. Tersine bugünün yani sosyalist bir devrimi kadın devrimi ile iç içe geçirecek olan sosyalist kadınların günlük ve politik mücadelesinin en acil ve güncel sorunudur.

Bireysel Özgürleşme ve Özneleşme

Cinsel suçla mücadelenin en temel halkası elbette kadının güçlendirilmesidir. Bu güçlendirme sorumluluğu sadece kadının suça maruz kaldıktan sonraki sürecini değil suça maruz kalmadan önceki sürecini de kapsar. Elbette her yaştan, ırktan, cins bilincinin gelişkinliğinden bağımsız olarak her bir kadın erkek egemenliğine dayanan bu sistemde cinsel suça maruz kalma riski ile karşı karşıyadır. Kadının özgürleşmesi, tek başına suça maruz kalma riskini azaltmaz ancak; kadının erkeği durdurma, suç işleme girişimini engelleme, kadın adaletinin parçası olma, suça maruz kaldıktan sonra yaşadığı travma ve tahribatı daha kolay atlatma gibi bir dizi durumda kadını güçlendirir.
Toplumsal cinsiyet rollerini reddetme, kendi geleneksel kadınlığından kopuş, cinselliğiyle barışık olma, kendi bedenini tanıma; kadının cins bilinci geliştirmesinin ve özgürleşmesinin ilk adımlarıdır. Geleneksel cinsiyetçi rol dağılımında kadın korunmaya muhtaç bir nesne durumundadır. Hem erkeğin kışkırtılmış cinselliğinden hem de kadının kendi seçim-istek ve arzularından korunması gereken bir nesne olarak kadından kendini koruması yani eve hapsetmesi beklenir. Diğer taraftan erkeğe, kendisi için metaya dönüştürdüğü kadını koruması görevi yüklenir. Bu sömürü döngüsü suça maruz kalanı, suçluya ait kılar, bu da cinsel suç karşısında kadını nesne-kurban-mağdur konumundan öteye götürmez. Erkek ise hem suçlu hem kurtarıcı hem adalet sağlayıcı gibi her rolde karşımıza çıkar. Bu resmin temelinde bir kadın üzerinden kadın cinsinin nasıl bir şiddet sarmalına hapsedildiği yatarken erkekler cephesinde bir suçun tek bir erkeğe ait olduğu ve erkek cinsinin nasıl temize çekilip aklandığını görürüz. Tam da bu yüzden her bir kadının bu döngüde nesne olmaya itiraz edip özne olma mücadelesi cinsel suçlarla mücadelede kadını ve kadın cinsini kolektif güç haline getirecek önemli bir başlangıçtır.
Cinsel suça maruz kaldıktan sonra ahlakçı cinsiyetçi toplumsal yaşam, kadından ‘mağdur’ sıfatı ile evinde oturmasını ve erkeğin ona adalet getirmesini beklemesini ister. Adalet sisteminden toplumsal baskıya, medyadan ahlakçı kurallara kadar her bir araç suça neden olanın kadının yaptıkları olduğunu ispatlama yarışına girer. Kadının seçimlerinin tartışılması, özel yaşamı, giyimi kuşamı, dünya görüşü gibi bir dizi etken ortaya dökülerek; kadın maruz kaldığı suçun sebebinin kendisi olduğuna inandırılır. Böylece erkek suçlu öge olmaktan çıkar ve kadın tüm gelenekselliği ile suçlu psikolojisine girer. Bu yüzden cinsel suça maruz kalan bir kadını güçlendirmenin yolu o suçun sebebinin kendisi olmadığını kavramasını sağlamaktır ki erkek adaletin şiddet döngüsünün devam etmesinin önüne geçilsin.
‘Nerede hata yaptığına’ odaklanan bir düşünce biçiminden çıkarıp ‘neden suça maruz kaldığına’ odaklanan bir düşünce sistemi, kadının suç anına veya öncesine değil suça maruz kalmasına neden olan erkek egemen sisteme ve kendi gelenekselliği ile mücadele etmeye sevk eder. Örneğin ‘Hayır deseydim’, ‘o saate onu aramasaydım’, ‘öyle giyinmeseydim’, ‘sevgili olmasaydım’, ‘içki içmeseydim’, ‘ona güvenmeseydim’ gibi bir dizi cümle kurma eğilimindeki geleneksel kadın düşünüşü yerine kıskançlığın- sevginin – erkek hazzının temel alındığı cinselliğin- kadının seçimlerinin baskı altına alınmasının bin bir türlü erkek egemenliğinin biçiminin olduğuna ve bunu görmeyi engelleyen kadın gelenekselliğine evriltilmesi kadını daha fazla güçlendirir. Kadının kendi gelenekselliğini sorgulaması, kopuşması ve mücadele etmesi, kadının kendini suçlamasının bir başka yolu değildir. Aksine suç karşısında kendini güçlendirmek, mağdur psikolojisinden çıkıp özneleşme adımı atması için içinde bulunduğu kabuğu kırma girişimidir.
Suça maruz kalan kadının hassas ve kırılgan bir ruh haliyle evde oturup adaletin, ister kadın adaletinin ister erkek adaletin gelmesini beklemesi ya da kadının bekleme isteğini anlaşılır görmek, kadının suç karşısındaki pozisyonunu değiştirmez. Kadının bakış açısını yaşadıklarına hapseden, kadını edilgenleştiren bu anlayış yerine kadının yaşadıkları ile yüzleşmesini, suç karşısında mağdur psikolojisinden çıkıp kendisi ve tüm kadınlar için hesap soran, adalet arayan bir özneye dönüşmesi gerekir. Örneğin kadın dayanışması adı altında kadın ile birlikte yas tutmak, yaşadığı tahribatın boyutlarını dinlemek, kendini güçsüz hissetmesini ‘anlayışla’ karşılamak, onun adına adalet mücadelesi yürütmek bir kadını güçlendirmez, olsa olsa bir erkeğin işlediği suç karşısında cezasız bırakılmasını önler. Ama kadının hayatı suça maruz kalmazdan öncekinden daha dezavantajlı seyretmeye devam eder.
Kadını suça maruz kalmadan veya kaldıktan sonra güçlendirmenin temel yolu cins bilinci, kadın dayanışması ve kadın cinsinin özgürlüğü için mücadele etmesinin yolunun döşenmesidir.

Bir Kadının Cins Bilinci Hepimizin Bilincidir

Kadın cinsini toplumsal bir güç olarak erkek egemenliğinin karşısına çıkaracak temel etkenlerden biri tarihsel ezilmişliğinin farkında olmak ve itiraz etmektir. Cinsel ve bedensel olarak maruz kaldığımız sömürünün kaderimiz olmadığını anlamak, erkek egemen sistemin eğitim-medya-polis-sağlık-toplumsal yaşam gibi birçok araçla erkeğin üstünlüğüne dayalı kurduğu bu düzenin değişebileceğini kavramak, bu durumu değiştirecek temel öznenin ezilen, işçi ve emekçi kadınlar olduğunun farkına varmak cins bilincinin oluşması için ilk adımdır. Farkına vardığımız, anladığımız, kavradığımız bu gerçekleri bilince çıkarmanın yolu ise eyleme geçmektir. Bilgi bilincin oluşması için bir kapı aralar, eylem ise o kapının ardına kadar açılmasının koşulunu yaratır. Kapıyı aralamaya başlamak başka kadınların da kapılarını açmasını sağlar ve açılan her bir kapı artık kırmamız gereken koca kapıların ve duvarların yıkıcı gücünü oluşturur.
Toplumsal yaşamın erkeğin cins olarak egemenliğine dayanan kurallarını, düzenini yıkmaya çalışmak, görünen duygudan yani kişisellikten arınmış ögeleri içinde barındırır. Nispeten daha açık bir çarpışma olduğu için cins bilincimiz bize yol gösterir. Yasaların erkek egemenliği, okul-iş-ev üçgeninde erkeğin sömürüsünü daha çabuk fark eder ve mücadeleye girişiriz. Ancak cins bilincimizin gelişmesi ile farkındalık ve itirazımızın büyüyeceği temel yer içine geleneksel ve öğretilmiş duygularımızın girdiği özel alanlarımızdır. Özel olanın politik olduğu gerçeği ile özel alanda yapılan her kopuş, cins bilinci sıçraması, farkındalık kadının güçlenmesini ve özneleşmesini beraberinde getirir. Çünkü bir taraftan en yakınındaki baskı ve sömürü unsuruna karşı çıkarak erkek egemen sisteme itiraz etmiş, diğer taraftan da geleneksel –öğretilmiş duygularının, cins bilincinin gelişmesinin önünde barikat olmasının önüne geçmiştir. Çünkü içinde duygularımızın, geleneksel-cinsiyetçi rol dağılımının ve özel olana dahil paylaşımların olduğu anlarda cins bilincimizin devreye girmesi eski ve yeni arasındaki çatışmayla karşılaşır. Bu sadece tek bir kadının yaşı veya deneyimi değil, 5000 yıllara dayanan kadının tarihsel ezilmişliği kadar uzun bir mirasın süresidir. Dolayısıyla yeni olanın zamansal dezavantajını hızla kapatmak ve değişimi özel olandan başlatmak gibi bir sorumluluğumuz vardır.
Baba, abi, koca, sevgili gibi kadın üzerinde baskı unsuru olarak geliştirilen erkek rollerinin, tek başına, geleneksel kadın rolleri olmadan, kadın cinsinin toplumsal ezilmişliğine yetmeyeceği aşikardır. Her yasak onu uygulayanlar, her baskı ona itaat edenler, her suç ona göz yumanlar olduğu müddetçe vardır. Bu nedenle cins bilincinin temelinde erkek egemenliğine itiraz değil kadın özgürleşmesine adım atmak vardır. Elbette bu iki kural birbiri ile bağlantılıdır ama önemli olan kadının kendi ezilmişliğine ses çıkarması ve bedeni-emeği-cinselliği-seçimleri üzerinde kendi karar hakkının olduğu gerçeğini yaşamda var etmesidir.
Cinsel suçlarla mücadelede kadını özneleştirecek şey de budur. Kadının cinsel suç karşısında susmaması, seçimlerinin tartışılmasına müsaade edilmemesi, suça maruz kalan kadın ile suça zemin hazırlayan kadın ayrımına düşülmemesi, kadının cinselliğinin, bedeninin, seçimlerinin suçun oluşmasında veya suçun işlenmesinde erkeğin suçunu gölgede bırakan öğeler haline getirilmemesi; kadın cinsinin özneleşmesinin ve cins bilincini toplumsal değişimin kaldıracı haline getirmenin yoludur. Flört etmenin duygusal-cinsel-psikolojik şiddeti haklı çıkarmayacağı, öpüşmenin sevişmeye dönüşmesini istememenin hakkımız olduğu, evli-sevgili olsak da istemediğimiz cinselliğin tecavüz olduğu bilinciyle hareket etmek elbette önemli bir adımdır. Ama bir o kadar önemli olan ise maruz kalınan cinsel suça karşı koymak veya maruz kaldıktan sonra “Flört etmiş olmamız bu suçu aklamaz”, “Öpüşmüş olmamız hayırımı yok saymanı meşru göstermez”, “Sevgili olmamız tecavüz ettiğin gerçeğini değiştirmez” diyebilmektir. Erkeğin işlediği suçun, öncesindeki seçimlerimize-irademize-tercihimize gölge düşürmesine izin vermemek bizi güçlendirir.

Kadın Dayanışması En Büyük Gücümüz

Erkek egemen sistem kadın cinsini köleleştirirken en büyük silah olarak zora dayalı rıza üretmeyi ve öğrenilmiş çaresizliği kullanır. Kadın cinsinin üstünde her türlü ideolojik aygıtı ile oluşturduğu zora dayalı rıza ile aslında kadının cinsel suça karşı sessiz kalmasını sağlar. Kadının yalnızlaştırılması, adalet arayacağı her türlü yolun kapatılması, maruz kaldığı şiddeti açıklayan kadının toplumsal ahlak ile baskı altına alınması ve geleneksel kadınlığın dayattığı duygu-düşünce-davranış kalıpları kadınların birbiri ile temas kurmasını engellemek içindir.
Kadının kadını sevmesi, anlaması, empati kurması ile başlayan cins sevgisini politik yani bilinçli bir ilişkiye çevirmek kadın yoldaşlığıdır. Merkezinde sadece kadınları sevmek değil kadınların özgürlüğü için kadınlarla mücadele etme, aynı özgürleşme yolunu birlikte adımlama, bu yolda birbiri ile uzlaşmama, yolun zorluklarına birlikte göğüs germe, birbirinin gücü olma, birbirine dayanma ve yaslanma vardır. Tüm bunları ‘bir kadını veya kadın cinsini sevmekten’ ayıran temel şey; cins bilinci, kişisel özellikler, karakter yapısı gibi aynı özelliklere sahip olma şartı aramadan kadınlarla yol yürüme becerisini geliştirmektir. Örneğin kadının seçimleri geleneksel kadınlığın dayattığı veya öğrettiği biçimde gelişiyorsa ve bizim çabamız hızlı sonuç vermiyorsa; bunun karşısında hemen öfkelenmek yerine kadının yol yürümesini engelleyen unsurlara çubuğu bükmek, bu unsurlarla mücadele etmesini, kopuşmasını sağlayacak güven ve gücü nasıl bulacağını keşfetmek, kadının yaşadıklarının kişisel sınırlarından çıkarıp kendi cinsi için mücadele etmeye sevk etmek gibi yöntemleri kullanmak gerekir.
Erkek egemen kapitalist sistemin temel insan özelliği bireyselleşmiş, kendi isteklerine, acılarına, mutluluğuna odaklanmış olan bireyciliktir. Bu durum ‘kişinin özneleşmesi’ gibi bir sosla yüceltilerek servis edilir ve çok özgürlükçü bir kavram olarak alıcı da bulur. Ancak bu özneleşme kişinin kendisi için erkek egemen sistemin sınırlarının içinde bir özneleşmeyi tarif eder. Sınırı hangi mesleği seçeceğine, ne kadar okuyup okumayacağına, kimle evleneceğine, hangi şehirde yaşayacağına daraltılan bir özneleşmedir. ‘Kendi hayatınızın öznesi olun ama yanı başınızda nesneleşen kadınlara aldırmayın’ demenin sinsi yoludur. Bir kadın erkek şiddetine rağmen boşanmıyorsa, ekonomik olanaklarını erkeğin kontrol etmesine müsaade ediyorsa, erkek egemenliği kaba-açık biçimde ortada olan bir erkekle sevgili oluyorsa bu, kadının tercihi olarak kabul edilir. Özgürleşmek veya özneleşmek istemeyen kadınla dayanışmaya, onun içinde bulunduğu ruh halini-çevresel şartları-elini kolunu bağlayan gelenekselliği anlamaya gerek yoktur. Çünkü erkek egemenliğine göre bir kadın özneleşmiyorsa istemediği içindir. O yüzden kimse için bir şey yapmamayı salık verir bize. Oysa cins bilincine sahip her kadın, kadınların birbirinden farklı öznel koşullarını, kişisel farklılıklarını, sahip olduğu veya olmaya cesaret edemediği gücü, geçmişin hayaleti gibi üstünde taşıdığı korkuları hesaba katar ve her bir kadının attığı adımdan mutlu olurken atamadığı adımdan kendini sorumlu hisseder. Kadın adına adalet istemenin, hesap sormanın da kadını edilgenleştirdiğini görür ve suça maruz kalan kadınla birlikte mücadele etmek için onu özneleştirmesi gerektiğini bilir. Bu kadını örgütlü yani kadınlarla birlikte mücadeleye çekmekle, onun etrafını suça maruz kalan kadına baktığında ‘mağdur’ kadın değil, mücadele edecek kadın gören hemcinsleriyle sarmakla mümkün olur.

Kolektif Ezilmişliğin Çaresi Kolektif Özneleşme

Kadın cinsini erkeğin sömürüsü karşısında savunmasız bırakan ve örgütlü olduğu tüm kurumları ile kadının ezilmişliğinin tarihsel kökenini koruyan devlet, elbette kadının kolektif özneleşmesi için yıkılması gereken temel hedeftir. Çünkü cinsel suçlar her ne kadar tek tek erkeklerin davranışından meydana gelse de kaynağını toplumsal cinsiyet ayrımcılığından alır. Dolayısıyla toplumsal bir sorundur ve çözümü de elbette toplumsal olmalıdır. Her türlü insan ilişkisi toplumsal ilişkilerin minyatürü olduğu gibi toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin de yansımasıdır aynı zamanda. İşte bu yüzden cinsel suçlar kaynağını kadının tarihsel ezilmişliğinden ve erkeğin toplumsal ayrıcalıklarından alır. Güncel olarak da erkeğin ayrıcalıklarını koruma esasına dayanan hukuk sistemi, medya-eğitim-toplumsal ahlak gibi toplumsal yaşamın yeniden üretim araçları ve devlet-polis-ordu gibi zor aygıtları ile birlikte cinsel suçlar teşvik edilir, meşrulaştırılır ve suç işleyen erkek cesaretlendirilir. Tam da bu hiyerarşik ilişki sistematiği içinde bir taraftan erkek şiddetinin örgütlü kaynağı olan erkek egemen sisteme ve devlete karşı mücadele ile bireysel erkek şiddetine karşı mücadele iç içe geçmelidir. Aynı biçimde kadının kolektif özneleşmesi ile bireysel özneleşmesi de paraleldir ve iç içe geçmesi zorunludur.
Kadını cinsel suça maruz bırakan veya erkeğin cinsel suç işleme potansiyelini teşvik eden yasal ve toplumsal koşulların değiştirilmesi kadının kolektif olarak özneleşmesinin temel yollarındandır. Kadının aileyle birlikte tanımlanmasından vazgeçilmesi, ekonomik olarak erkeğe bağımlı olmaktan çıkarılması, ev içi görünmeyen emeğinin ücretlendirilmesi, eğitim-sağlık-ulaşım-barınma gibi hakların toplumsal cinsiyet eşitsizliği gözetilerek pozitif ayrımcı temelde sağlanması kadın cinsinin güçlenmesinin önünü açar. Yasaların cinsel suçları cezasız bırakmasına karşı verilecek mücadele, tahrik ve iyi hal indiriminin kaldırılması, somut delil aranma zorunluluğundan vazgeçilmesi, kadının beyanının esas alınması, özsavunma hakkının tanınması, davaların kadın örgütlerinin müdahilliğine açılması, erkeğin tutuksuz yargılanmasının önlenmesi, kadının koruma kararı çıkarmasının kolaylaştırılması ve uygulanmasının denetimi gibi erkek şiddetine karşı reform talepli mücadele elbette kadınları erkek şiddetinden korur. Kadınların örgütlenmesi, politika yapması, kadın özgürlük mücadelesinin içinde olması ve kadın dayanışması kadının cins bilincini geliştirir ve kadının kolektif güçlenmesini sağlar. Bu cinsel suça maruz kalan ve-veya kalma riski taşıyan her bir kadını güçlendirdiği gibi kadınları cins olarak güçlendirmenin, yani toplumsal yaşamda özneleştirmenin de bir yoludur.
Toplumsal yaşamın ikiyüzlü ve cinsiyetçi ahlak yapısının ortadan kaldırılması, kadın cinselliğinin bastırılması ve erkek cinselliğinin kışkırtılmasının önüne geçilmesi, kadınların cinselliği özgürce yaşamasının teşvik edilmesi, aşk-sevgi gibi duyguların erkek egemenliğinden ve erkek cinselliğine dayanan özel mülkiyetçi karakterinden arındırılması, kadın-erkek ilişkilerinin her biçiminde kadının söz sahibi olması, iradesinin güçlendirilmesi, reddetme hakkının güvence altına alınması, cinsel suç karşısında kadının hatasının arandığı ve erkeğin aklanmaya çalışıldığı toplumsal aklın değiştirilmesi elbette kadının toplumsal yaşamda özneleşmesi anlamına gelir.

Kadının Örgütlü Gücü İçin Kadın Örgütü Zorunluluktur
Kadın cinsinin toplumsal yaşamda veya yasalar karşısında özneleşmesinin yolu erkek-devlet şiddeti ile tek tek kadınlar olarak değil cins olarak, kolektif muhataplaşmasıdır. Bu bir tercih değil zorunluluktur. Karşısında örgütlü bir güç olarak yer alan erkek egemen sisteme ve onun işbirlikçisi devlete karşı ancak ve ancak örgütlü, kadın aklı ve iradesine dayanan ve sadece erkek- devlet şiddetine karşı yasalarda reform yapılması ile yetinmeyip kadınların yasa yapmasını sağlayan bir güç haline gelmesinin zorunluluğudur bahse konu olan. Güç olmak; amaç birliği etrafında bir araya gelenlerin ortak akıl ve yöntem ile politika yapması demektir. Kadınların güce dönüşmesi ise kadınlar için politika yapma iddiasındaki erkek aklına savaş açıp kendi örgütleri ile birlikte kendi cinsi adına siyaset yapması değil, kadınlarla birlikte politika yapmasıdır. Erkek egemenliğine karşı mücadele tekil değil, sistematik ve örgütlü bir mücadele sorunu olduğu içindir ki bu mücadelenin kadın aklı, emeği ve iradesi ile yürütülmesi için kadın örgütü bir zorunluluktur.
Kadın özgürleşmesi için elzem olan örgütlenmek kadar kadınların nasıl bir örgütte örgütlenmesi gerektiği de tartışma konusudur. Kadınların politikanın merkezine yürüyüşünü güçlendiren, kadın politikası üretecek mekanizmaları kuran, politika ve örgüt denklemini erkek egemenliğini tekelinden çıkaran, örgüt içinde cinsiyetçi iş bölümüne ve erkek egemenliğinin ayrıcalıklı alanlar yaratmasına izin vermeyen bir model gerekmektedir. Bu karma bir örgüt içinde özerk kadın örgütü olacağı gibi karma örgütten bağımsız kadın örgütü de olabilir. Önemli olan sadece politikada değil örgütsel olarak da kadın iradesinin şekilleneceği ve erkek aklının sızma girişimlerine olanak bırakmayan bir örgütsel modelden bahsediyoruz. Çünkü sistematik, disiplinli ve demokratik merkeziyetçi bir hiyerarşi ile politika üretmek, kadınların örgütlü erkek devlet karşısında kolektif gücüdür.
Erkek egemen sistem işbirlikçileri hükümetler ve devletler aracılığı ile kadın cinsinin köleliğinin politikasını küresel çapta politikanın konusu haline getiriyor. Geçmişin politik mirası ile bugünü yönetip geleceği planlıyor. Biz kadınlar da geçmişten bugüne aldığımız tarihsel direniş ve mücadele geleneğine yaslanıp bugün sadece güncel saldırılara karşı mücadele etmekle sınırlanmayıp erkek egemen devleti hedef alan bir mücadele programı ile yol yürümeliyiz. Sınırsız, sınıfsız ve cinsiyet ayrımsız bir dünya kurmanın hedefini kuşanmalıyız. Kadın cinsinin hem nihai özgürleşmesi hem de cinsel suçların toplumsal bir sorun olarak yok edilmesi ancak bu yolla olur.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir