“Hiçbir çağ bizimkisi kadar keskin ve katı cinsiyetçi olmamıştı.”
Virgina Woolf
Erkek egemen sistem kadınların doğurganlığını, cinselliğini, bedensel etkinliklerini denetim altına alarak egemenlik kurmaya çalışır. Kadın bedeninin ve cinselliğinin metalaşması devam ettiği sürece, erkeğin özel mülkiyetin oluşmasıyla başlayan ayrıcalıklı statüsü ve egemenliği devam eder.
Kadın erkekle aynı dünyayı paylaşmasına rağmen, kapitalist sistemde aynı toplumsal koşulları paylaşamamakta ve aynı özgürlüğü yaşayamamaktadır. Çünkü öncelikle annedir, bir erkeğin eşidir. Ne bedeni ne de yaşamı üstünde söz söyleme hakkına sahiptir. Yaşamı kendinden çok başkalarına aittir. Bu çoklu sahiplenme içerisinde eşinin, çocuklarının, ailesinin isteklerini karşılamakla yükümlüdür. Kendini düşünmesi ve kendine ait bir yaşam kurması bu toplumsal ilişkiler içerisinde imkansız gibidir. Erkek cinsi bu ilişkilerin içerisinde erk olduğu için rahattır. Toplumsal cinsiyet rolleri ilk olarak aile ve toplumsal çevre vasıtasıyla öğretilir. Gündelik hayatta, ailede, okulda, iş yerinde yani herhangi bir kamusal alanda ortaya çıkabilir. Bu öğrenilmiş davranışlar kural haline gelir. Bir kadının rolü iyi bir anne ve eş olmak iken, bir erkeğin rolü evine bakmak için para kazanmaktır.
Toplumsal cinsiyet rollerinin oluşumunda nelerin etken olduğunu kavramak, öğretilmiş davranışların kalıplarını çözümlemek; kadın-erkek arasındaki eşitsizliği anlamamızı sağlar. Toplumsal cinsiyet rollerinin oluşumunda siyasi iktidarın, ekonomik sistemin, dinin, eğitimin, geleneklerin rolü büyüktür. Özellikle de ataerkil heteroseksist aile yapısı toplumsal cinsiyet rollerinin kuşaklara taşınmasını ve sürekliliğini sağlayan en önemli kurumdur. Aileden başlamak üzere akrabalar, sosyal çevre, eğitim kurumları ve medya; toplumsal cinsiyet rollerini, kodlarını yeniden üretir. Çocukluk döneminde oynanan oyunlar, oyuncaklar, dinlenilen/okunan masallar, izlenen çizgi filmler, tercih edilen kıyafetler toplumsal cinsiyet rollerinin oluşmasına ve kadının ikincil rolünün kabul görmesine hizmet eder. Bu rolleri meşru kılar.
Sınıflı toplumlarda kadın ve erkeğe özgü cinsiyet rolleri bazı dönemlerde farklılık gösterse de erkeğin evi dünyası, kadının dünyası ise evi olarak görülür. Toplumsal cinsiyet rollerinin üretilmesinde ve devam ettirilmesinde aile kurumu kritik bir yerde durur. Kadın kimliğini oluşturan “ev işlerini yapma, becerikli, temiz, tutumlu, fedakar olma” normları ile ev içi kölelik fikri pekiştirilir. Erkeklerde ise “ev işi yapmayan, bedensel güç gerektiren işleri yapan, evde egemenlik kuran, her dediği yapılan” normlar ile erkeklik inşa edilir.
Televizyon Programlarının Toplumsal Cinsiyet Rollerinin Oluşmasındaki Rolü
Toplumsal cinsiyet rollerini aktaran ve yeniden üretimini sağlayan araçlardan biri medyadır. Kitle iletişim araçlarından televizyon, sosyal medya, kadın dergileri, reklamlar, programlar kadınlara yetersiz ve kusurlu olduğunu gösterir, kadınlara kapitalist sistemin güzellik normlarını dayatır, kadın bedenini denetim altına alır. Kadınlar güzellik imajı üzerinden tüketime yönlendirilir. Güzellik üzerine oluşturulan mitin kadın kitlelerine ulaştırılması görevi medyaya aittir. Medya kadın ve erkek arasındaki toplumsal cinsiyet rollerini kitleler içerisinde normalleştirir.
Televizyon veya dijital platformlar geniş kitlelere ulaştığından etki alanı oldukça geniştir. Televizyon programları ev emekçisi kadınların günlük yaşamlarının planına göre düzenlenir. Erkeğin ve çocukların evde olmadığı ve yemek saatleri dikkate alınarak dizilerin, programların saatleri belirlenir. Kadınlar televizyon karşısında uzun vakit geçirdiği için bu ekranı yegane dostu kabul eder. Kadının duygu ve düşünce dünyasını etkisi altına alır, değer yargılarını değiştirir ve yaşam biçimleri empoze eder. Kapitalist erkek egemen sistemi, heteroseksist aile yapısını meşrulaştıran ve sistemin yeniden üretilmesini sağlayan ideolojik bir araçtır. Genel olarak haberlerde, gündüz programlarında kadın “Şiddete maruz kalan, zavallı ve korunmaya muhtaç, cinsel obje, iyi/kötü anne, yuva yıkan ahlaksız, tüketen ve tükettiren” tanımlamalarıyla verilir. Kadına yönelik şiddet, taciz ve tecavüz saldırılarının meşru görülmesi sağlanır.
Medyanın rolü, egemen rejimin belirlediği kadın kimliğini inşa etmenin yol ve yöntemlerini bulmaktır. Rejimin kadın politikasına bağlı olarak kadınlara yönelik programlar hazırlanır. 1980 darbesi sonrası ev emekçisi kadınların günlük ev işi yapma rutinlerine uygun olarak ‘Günaydın’, ‘Günün İçinden’, ‘Öğle Üzeri’ ve ‘Öğleden Sonra’ gibi programlar yayınlandı. Bu programlar sosyal güvenlik, toplumsal kurallar, yaşlılık ve emeklilik gibi konuları içermenin yanı sıra pratik bilgiler, ev ekonomisi ve çocuk bakımı gibi konuları da kapsadı. Sonuç olarak bu programlar ailenin Türk toplumunun çekirdeği olduğunu, kadının toplumdaki yerinin aile olduğunu vurgulayan programlardır. 90’lı yıllarda özel televizyon kanallarının açılması ile birlikte mahalle ve komşuluk ilişkilerinin, dayanışmanın anlatıldığı diziler yayınlanmaya başladı. Bu dizilerde kadın evin ve mahallenin dışına çıkmazken erkek evin ve mahallenin dışında gösterildi.
2000’li yıllar ve sonrası ise dizilerde toplumsal cinsiyet rolleri, erkek egemen sistemde kabul gören tanımlamalarla aynıdır. Günümüzde televizyon dizilerinin hikâye örgüsü; aile yaşamı, tüketim, toplumsal cinsiyet rolleri, toplumsal statü, güç, başarı, şiddet, zenginlik, entrika, yalan, bireysellik vb. gibi konulardan oluşur. Geniş seyirci izleyicisine sahip olan bu dizilerde toplumsal cinsiyet açısından karakter tasvirleri zıtlıklar üzerinden kurulur. Soğukkanlılık, cesaret, başarı, iktidar, otorite, istikrar gibi özellikler erkek karakterlerle özdeşleştirilirken; sadakat, duygusallık, güzellik, zayıflık, saflık gibi özellikler kadın karakterlerle özdeşleştirilir. Toplumsal hayattaki cinsiyetçi iş bölümünün aktarıldığı bu dizilerde, kadınların çalışma yaşamı olsa bile genellikle aile, ev yaşamı ve annelik görevleri üzerinden öne çıkarılır.
Birçok dizide erkekler; yakışıklı, evi geçindiren, parayı ve gücü elinde bulunduran, duygularını ifade etmeyen, şikayet etmeyen, aldatan olarak gösterilir. Kadın ise; yalancı, erkeğin varlığına ihtiyaç duyan, zaman zaman şiddet görmesini ve ‘aldatılmasını’ normal karşılayan, çocuklarına bakan, kıskanan, eşini kaybetmemek için entrikalar çeviren, eşine, sevgilisine hesap veren olarak gösterilir. TV dizilerinde kadına yönelik şiddet bazı hikaye örgüleriyle meşrulaştırılır. Örneğin; kendisine taciz veya tecavüz edene, şiddet uygulayana aşık olan kadınların hikayesi işlenir. Ya da bir kadının bir erkekle cinsel ilişki yaşaması kadını ve ailesini “lekemesi” olarak verilirken, bir başka kadının düğün gecesi şiddetten kurtulmak için başka bir erkeğe sığındığı anlatılır.
Televizyon veya sinema; kahraman, ahlaklı, namuslu, vatansever, milliyetçi, adalet arayan, kötülerle savaşan, argo konuşan, “ne baba ne koca” olabilen, ‘erkeklerin ağlamadığı”, “erkektir sever de döver de” anlayışı ile depresif erkeklik inşa eder. Erkek olmanın temel özelliği ‘delikanlı’ olmak olarak verilir. Arkadaşını satan, ele veren erkekler ‘ibne’ olarak suçlanır. Erkek kavga ettiği, şiddet uyguladığı, şiddete dayandığı, ‘sertleştiği’ kadar erkektir. Yeni kurulan dijital platformlar dışında dizilerde toplumsal cinsiyet rollerinin kurgusu heteroseksüellik üzerinden verilir. Medya heteroseksizm ideolojisinin toplumsal yaşamda oluşturulmasında faşist iktidarla işbirliği halindedir. İktidarın belirlediği erkek egemen rejim inşa edilirken kadınlar ve LGBTİ+lar ise ötekileştirilir.
Son dönemde çekilen sinema filmleri başta olmak üzere, televizyon dizileri sadece zengin insanların yaşamını sunmaktadır. Dizilerin konusu çoğunlukla kadınlar arasındaki rekabet veya erkek-kadın ilişkilerindeki aldatma, güç, entrikadır.
Medyada sunulan toplumsal cinsiyet rollerinde erkek karakterler çoğunlukla yönetimde, karar mekanizmasında yer alan, bilgili, başarılı, hırslı, zengin, bağımsız, rekabetçi bir davranış örüntüsü ile verilir. Kadınlar ise yönetim kademesinden uzak, pasif, saf ama kimi zaman entrikacı, fedakâr, anaç davranış örüntüleri ile verilir. Diziler aracılığıyla kadına ve erkeğe sistematik bir şekilde geleneksel rol kalıpları sunulur. Bu kalıplara göre medyada kadın ya korunması gereken, saf, masum, anne, eş olarak ya da fettan, entrikacı, cinselliğini ön plana çıkaran, yalancı olarak gösterilir. Hikaye örgüsü gereği hep ikinci plandadır, ilk görevi genel olarak anneliktir. Anne olmayan karakterler ise “anaç” rolündedir. Ya kardeşine ya da çevresindekilere kol kanat gerer. Bir kadının mutlu olmasının çevresindekilerin mutlu olmasına bağlı olduğu, sürekli onların hayatını düşünmesi gerektiği ön plana çıkarılır. “Cefakar”, “fedakar” olması kadının asli görevidir. Ana karakterlerden kadına verilen diğer bir rolde “aileyi ayakta tutma” görevidir. Aile kutsaldır ve aile olmanın sorumluluğu kadına aittir.
H. Turan’ın (2019) “Televizyon Dizilerinde Kadın Temsili” adlı makalesinde yer alan araştırmaya göre; “kadın karakterlerin yüzde 85’i özel alanda ataerkil toplumun eril baskısını canlı tutan rollerde sunulmaktadır. Aataerkil toplumun kalıplaşmış toplumsal cinsiyet rolü kapsamında kadın karakterlerin yüzde 85’i özel alanda ev içi işler ve çocuk bakımıyla ilgili eş ve anne rollerinde, erkeklerin ise yüzde 87’si kamusal alanda iş içerikli eylemlerde çalışan ve patron rollerinde sunulmaktadır. Televizyon dizilerinde kadınların fiziksel/bedensel görünümü yüzde 55’lik oranla popüler kültürün tüketim algısına göre şekillenerek seksi, alımlı ve çekici rollerde sunulmaktadır. Bu araştırma dâhilinde, ataerkil toplumun ‘kadın’ kavramına yüklediği anlam yüzde 80’lik oranla; erkeğe itaat eden ve onların isteklerini sorgulamayan, ailesinin bakımı ile ilgili sorumluluğu üstlenen, toplumsal baskı, taciz, tecavüz ve şiddet mağduru olan rollerle toplumda ötekileştirildiği bulgusu öne çıkmaktadır. Kadınların televizyon dizilerinde şiddet mağduru olma oranı yüzde 55 iken, bu mağduriyetleri çoğunlukla özel alanda eşler/babalar/erkek kardeşler ve diğer aile yakınlarından görmektedirler. Kamusal alanda ise erkek çalışanlar ve patronlar tarafından baskıya/tacize ve şiddete maruz kalmaktadırlar.” Medyanın kadın imgesine ilişkin ifade tarzı ”kadınların genellikle bir erkeğin ekonomik ve sosyal gücünü elde etmek için her türlü entrikaya ve yalana başvurması” biçimindedir.
Reklamların Kodu: İyi Anne, Eş ve ‘Güzel’ Kadın Ol!
Kadınların toplumsal cinsiyet rollerini şekillendiren ve topluma bu rolleri fısıldayan bir başka medya aracı da reklamlardır. Reklamlarda önemli ölçüde kadınların kullandığı ve onlara hitap eden ürünlerin tanıtımı yapılır. Kadınlar hem tüketim nesnesi hem de tüketici konumundadır. Çoğunlukla kadınlardan temizlik maddelerini, araçlarını, yatak odasını, çocuk bakımı ürünlerini tanıtan reklam filmlerinde oynanması istenir. Reklamlarda kadınlar güzel, bakımlı, sağlıklı ve formdadır. Elbiseleri genellikle beyaz, ışıl ışıldır. Reklamların çekildiği mekanlar ise mutfak, banyo, alışveriş merkezleri, yatak ve çocuk odasıdır. Genel olarak kadınlar ev işi yapmaktan memnun ve huzurludur. Her gün evde birçok işi aynı anda ve mükemmel yapar. “Temiz ev, mutlu eş ve çocuk hayal edin ve kendinizi iyi hissedin” sloganları ile kadına sürekli geleneksel görevi hatırlatılır. Aslında reklamlarda ‘ideal’ dünyayı yaratanın kadın emeği olmadığı, kullandığı ev aletleri, temizlik ürünleri olduğu gösterilir. Bir tarafta kadının emek gücü reddedilirken bir taraftan ise kadının iyi çamaşır- bulaşık yıkaması, temizlik ve yemek yapması, mutlu, fedakar anne ve eş olması istenir. Bu reklam filmlerinin birçoğunda arka fonda sürekli bir erkek, kadına neyi-nasıl yapması gerektiğini söyler. Bu da aslında ev içinde otoritenin, iradenin erkek olduğunu göstermek amaçlıdır.
Kadının ev içindeki emeğini ve köleliğini görünmez kılan başka bir yöntemde temizlik ürünlerinde, yemek yapılan reklamlarda erkeklerin oynamasıdır. Gıda ürünlerini tanıtan reklamlarda ise kadınlar genelde mutfakta yemek hazırlar veya beyaz masa örtülü, temiz, düzgün sofralar kurar, servis yapar. Kadın mutfak işlerini yaparken ‘evin babası’ ise televizyon seyreder veya çocuklarla oyun oynar. Bu yemek sahneleri ailenin bir araya gelmesini, birlikteliğini ve mutluluğunu sağlayan anlardır. Ve bu anlarda kadının anne ve eş olma dışında bir kimliği olmadığı hatırlatılır.
Çocuk ürünlerini tanıtım reklam filmlerinde ise çocuk bakımı ya annenin görevidir ya da kadının annesi tarafından üstlenilen bir görevdir. Temizlik, vücut ve çocuk bakımı ürünlerini kullananlar genellikle kadınlar olduğu için reklam şirketlerinin hedef kitlesi kadınlardır.
Reklamlarda kadın, günlük yaşam ilişkileri içerisinde alışverişi yapan ve aldığı tüketim maddelerini kullanan, üretmeyip sadece tüketen olarak lanse edilir. Kadınların cinsel çekiciliği ön plana çıkarılarak tüketim objesi olarak sunulur. İç giyim, kadın bağı, çorap, tatil rezervasyonu, araba, dondurma gibi reklamlarda kadın bedeninin güzelliği, çekiciliği yoğun olarak kullanılır. Reklamlarda güzel, bakımlı, çekici kadın imgelerinin kullanılması günlük yaşamın bir parçası haline getirilir.
Son yıllarda reklamlarda kadın ve erkeklerin ev temizliği gibi işlerde birlikte yer aldığı görülse de otomotiv, banka/finans, telekomünikasyon, online/offline perakende işlerinin çekildiği reklamlarda kadınlar görülmemektedir. Görüntülerde ‘iyi ve süratli araba kullanan’, ‘hesap işlerinden anlayan’ erkekler vardır.
Reklamlarda güzellik ve çekicilik; beyaz, zengin, güçlü, statü sahibi kişilere ait olarak gösterilir. ‘Çirkin’, ‘bakımsız’, ‘fakir’ bir kadına rastlamak neredeyse imkansızdır. Bazı ülkelerde çirkin kadın tanımlamasında ilk akla gelenler; fakirler, yabaniler, siyahilerdir. Güzellik olarak topluma sunulan kavramın altını kazıyınca ırkçılık ortaya çıkar.
Sonuç
Televizyonda ve reklamlarda kadının cinsel obje olarak yansıtılmasına, bedeninin köleleştirilmesine, nesneleştirilmesine, cinsel istismarın ve şiddetin meşrulaştırılmasına, erkeğin temel alınmasına karşı çıkmalıyız ve yaratılan ‘ideal kadın’ tipinin yapay olduğunu görmeliyiz. Erkek egemen rejimin inşasının kodu olan toplumsal cinsiyet ayrışmasına ve rollerine karşı çıkmakla mücadeleye başlayabiliriz. Kadının bedeninin, emeğinin, cinselliğinin üzerinde söz sahibi olduğu ve özgürlüğün medyanın yarattığı yaşam biçiminde değil; mücadelede olduğu gerçeğini kendimize rehber edinelim.
Kapitalist erkek egemen sistemin normalleştirmeye ve meşrulaştırmaya çalıştığı ‘ideal kadın’ tipine, kadın üzerinde hegemonya kuran bütün erkek egemen kurumlarına, ilişki biçimlerine, söylemlerine; kadın özgürlük mücadelesinin ideolojik duruşu ve radikalliği, örgütlenme ve aydınlatma gücü ile toplumsal cinsiyet ayrımcılığına karşı günlük mücadele yöntemlerini örgütlemeye yönelmeliyiz.