Adanmış Bir Yaşam Monika Ertl/ Şirin Duran

Hayatlar vardır; öylesine gelir geçer, geriye ne bir iz kalır, ne de bir isim. Hayatlar vardır; geriye zulüm kalır, adları kanla, soykırım ile anılır. Hayatlar vardır; koca bir tarihtir. Geriye insan olmanın güzelliği, değişimin altın ışıkları kalır. Adları asırlar boyunca dilden dile dolanır durur. İşte onlardan biri, tarih sayfalarına Che’nin intikamını alan kadın olarak geçen, Monika Ertl’dir.
Monika Ertl’in biyografisi Ceylan Yayınları’ndan İlhami Yazgan’ın imzası ile çıktı. Yazgan, hayatı hakkında fazla bilgi bulunmayan Monika ile ilgili bu çalışmayı hazırlarken Monika hakkında çıkan yazılardan, yoldaşlarının ve ailesinin anlatımlarından yararlanıyor.
Kitabı yazma nedenini ise yazar “Che’yi tanıyanların Monika’yı da tanıması gerekir” diye belirtir. Eserini Türkçe’deki Che Guevara biyografisini tamamlayacağı ve Ertl’in iki ülkenin ‘68 kuşağının militan bir kadını olarak tanınmasına katkı sunacağı inancı ile kaleme alır.
Yazar, Monika’nın hayatını atılgan, uzlaşmaz ve trajik bir yaşam öyküsü olarak tanımlıyor. 1940’lardan sonra Almanya’dan Bolivya’ya yapılan göç dalgasına Monika’nın ailesi de katılmıştır. Nazi hayranı ve sempatizanı olan babası Bolivya’da da bu yönünü saklamamıştır. Bir kadın düşünün ki tüm yetişme koşullarına itiraz ediyor. Varlıklı bir Nazi yanlısı aileden koparak, profesyonel devrimci yaşama geçmek ya da silahlı bir örgütün lideri olmak için benliğinizin ve alışkanlıklarınızın tamamen değişmesi gerekir.
Bu dönem Monika için bir bakıma verimli bir dönemdir. ‘68 kuşağı aynı zamanda birinci dalga feminizm kuşağıdır. Bu dönem kadınların siyasi iktidar mücadelesine odaklandığı bir dönemdir. Bu da Monika’nın cins bilincinin gelişimine etki eder. Monika bu bilinci kendi yaşamında daha esaslı ele almaya başlamış ve önce geleneksel kadınlığa itiraz ederek babasına isyan etmiştir. O dönemde Almanların en belirgin özelliği babaya karşı koymamak ve tabiri caizse itaat etmektir. Söz konusu kadınlar olunca bu durum daha da ağırlaşır. Özgürleşmenin ilk adımının babaya isyan ile başlaması Monika’nın devrimciliğini de beslemektedir. Artık yüzünü yeniye dönen bir Monika vardır. Ve daha da radikalleşecek bir değişim başlamıştır.
Monika her ne kadar ekonomik bakımdan varsıl bir çevreye sahip olsa da hayatında yolunda gitmeyen bir şeyler olduğunu düşünür. Bir dönem yardım dernekleri kurmak ve bağış toplamakla uğraşır. Ama bu Monika için yetersizdir. Üstüne babasının ve çevresinin Hitler hayranlığı da eklenince hayat Monika için tahammül edilemez bir durum alır.
Monika’nın radikal bir kopuş gerçekleştirmesinde ve gideceği yolu saptamasında, 1968 hareketi, silahlı mücadelenin etkinliği, bir Alman olarak Nazi izlerinin ağırlığını taşıma ve kadın olmak belirgin nedenlerdir.
Monika 17 Ağustos 1937’de varsıl bir ailede dünyaya gelir. Duygusal belleği, icat etme, keşfetme merakı, hayal gücü, gözlem, bağımsız düşünme ve başkalarının sorunlarıyla ilgilenme özellikleri çok güçlüdür. Bu özellikleri ELN’ye katıldıktan sonra ELN’nin gizli lideri olarak adını tarihe yazdırmasına vesile olacaktır. 1958 yılının Ocak ayında annesini kaybedince zaten çocukluk döneminde babası ile gezilere giden Monika, bu kez belgesel çeken babasına kamera asistanı olarak yardım eder. Hans Ertl dağcı, yazar, kaşif, film yapımcısı, antropolog, amatör etnograf ve Nazilerin önde gelen ve vazgeçilmez kameramanı olarak sivrilir. Hitler’in fotoğrafçısı olarak ünlenir. Her ne kadar verdiği demeçlerde Nazi olmadığını dile getirse de Nazi hayranlığı yaşamı boyunca belirgindir.

Monika’nın İlk İsyanı
Monika uzak bir ülkede yaşıyor olsa da Alman’dı ve bu ülkedeki ‘68 kuşağının karakteristiği ‘babaya isyan’ özelliğini taşıyordu. ‘Babadan gelen emirlere kayıtsız şartsız uyma’ zorunluluğu ile yetişen Alman halkında Hitler, baba figürünün yerine geçmişti. Hitler sonrası kuşaklarda kırılganlık ve kopuşlar çok derin yaşanır. Çok sevilen dedelerinin Nazi, babaların ise Gestapo subayı olmasının açığa çıkması ailelerde çatlamalara neden olur. Çok sayıda genç bu geçmişe ortak olmamak için evini terk eder. Monika ise babasına karşı ilk isyanını hızla verdiği evlenme kararı ile gösterir. 1958 yılında varsıl bir aileden olan maden mühendisi Hans Harjes ile evlenir. Hans’ın “Karım olmak ister misin” sorusuna “Ben senin sevgilin olmayı tercih ederim” cevabını verir. Bu da Monika’nın evlilik kurumuna bakış açısının ipuçlarını göstermektedir. Monika’nın evlilikten beklentisi, eş olma tercihinden de anlaşılacağı gibi, eşitlikçi, toplumsal rollerin dışında bir evliliktir. Ancak Hans için böyle bir durum söz konusu değildir. Monika zamanla bu evliliğin aradığı değişime yanıt olmadığını görür ve 7 yılın sonunda evliliğini bitirir.
Bu yıllar Monika bakımından zor bir dönemi kapsar. Hans Harjes’in maden işçileri üzerindeki yoğun denetimi ve kontrolü, madencilerin zorlu yaşam koşullarını görmezlikten gelmesi aralarındaki uçurumun derinleşmesine neden olur. Monika yoksul halk ile dayanışma için kurduğu vakıfta çalışmaya başlar. Vakfın finansmanı, Bolivya ve Almanya’dan toplanan paralar ile sağlanır. Bu işi Monika üstlenir. Sürekli olarak eşit olmayan iki dünya arasında; ya yoksul, yarı aç-yarı tok, köle olarak ölenlerin yanında olacak ya da ticaret ve finans manipülasyonlarıyla zenginleşen para babalarının tarafını tutacaktır. Monika tercihini ezilenlerden yana yapar.
Bağış kampanyaları yaparken çıktığı seyahatlerde tanıştığı insanlar, Monika’nın ideolojik olarak sola yakınlaşmasına vesile olur. Nihayet tüm eşitsizliklere karşı daha güçlü savaşabilmek için Guevarist milislerinin oluşturduğu Bolivya Ulusal Kurtuluş Ordusu saflarına katılır.

Monika’nın ELN’ye Katılışı
Monika evliliğinin ardından ani duygu değişimleri yaşadığı, acelecilik, sabırsızlık gibi davranışlar sergilediği bir sürece girmişti. Nazi geçmişi olan babasından uzaklaşması ve evlilik sonrası içine düştüğü duygu karmaşasını Che’nin ideallerine bağlanarak aşar.
Che’nin üç kıtaya yönelik çağrısı Monika’nın hayatında da karşılık bulur. Monika artık yavaş yavaş yolunu bulup, akmaya başlar. 1965 yılında evliliğini sonlandırarak 1969 yılında ELN’ye katılır. O ana kadar hissettiği fakat bir türlü kontrol altına alamadığı duygusuna ve hayallerine yön verir. Bundan kısa bir süre sonra da ELN’nin liderlerinden İnti Peredo öldürülür. Monika babasına çiftliğini gerilla eğitimleri için kullanmak istediğini söyler. Ancak babası sert bir şekilde bu teklifi reddeder. Bu Monika ve babasının son görüşmeleri olur. Monika babasına artık yüzünü görmeyeceğini söyleyerek ayrılır. Sonrasında yer altı çalışmasına girer ve ailesine sadece senede bir kez şifreli mektup gönderir.
Monika’nın ELN’ye katılma kararı kız kardeşinin arabasının bir banka soygununda deşifre olmasıyla ortaya çıkar. Monika’nın Küba’daki gerilla kampında silahlı eğitimin yanı sıra kentlerdeki gerilla organizasyonları, lojistik, konaklama, silah temini, gerillaya malzeme ulaştırma ve gerilla eylemlerinin planlanması gibi konularda eğitim aldığı biliniyor.
Monika’nın örgüt içerisinde ki adı “Imilla”, yerel dillerde ‘genç kadın’ ya da ‘kadın arkadaş’ anlamına gelir. Bu isim hakim sınıflar tarafından yerli kadınlar için ırkçı ve aşağılama için kullanılır. Monika’nın bu ismi seçmesinin iki yönü vardır. Birincisi hakim sınıflara meydan okuma, ikincisi ise yerli halkı sahiplenmedir.
Alman bir kadının Bolivya’da silahlı örgüte katılması ve kendine yerli dilinde bir isim bulması, bir devrimcinin en belirgin özelliği olan ezilenler ile kurduğu empatinin dinamik örnekleridir. Monika hakim olan ulustan olmasına rağmen kolay olanı değil, ezilen ulusun yanında onunla savaşmayı tercih etmiştir. Bolivya’da yerli halktan kadınları daha çok ezmek ve itibarını zedelemek için taktıkları lakabı kendine isim olarak alması Monika’nın cüretinin bir kanıtıdır. Eskiyenin nasıl sökülüp atılacağını kendi yaşamında pratik olarak gösterir. Aşağılama için kullanılan bir tabirin nasıl efsaneleştiğinin örneği olacaktır Monika. Bu isim seçimi açık bir çağrıdır kadınlara.
Gerek ismini seçerken, gerekse de evlenme teklifine verdiği yanıt Monika’nın bir kadın olarak özgürleşmesi yolunda cins bilincinin etkin olduğunu gösterir. Bir kadının silahlı mücadele örgütünde yönetici olması, Almanya’da biraz garip, Bolivya’da ise çok gariptir. Bu dönemler tüm dünyada kadınların silahlı örgütlerde aktif oldukları ancak daha görünmez işlerde görev aldıkları bir süreçtir. Erkeklerin silahla kurdukları ilişki, kadınlar bakımından çok uzaktır. Kadınlar bu dönemde daha çok hazırlık görevlerinde yer alırlar.
Monika’nın devrimci yaşamını örgütleyiş biçimi örgüt içindeki geleneksel rol dağılımına temelden itirazdır. Yeri geldiğinde gazete çıkarıp dağıtan, yeri geldiğinde silahlı eğitim veren bir komutan, yeri geldiğinde tedarikçi, yeri geldiğinde suikastçı… Görevleri ile kurduğu ilişki Monika’da başka bir düzey açığa çıkarmakla kalmamış kadınlar bakımından da çok güçlü bir öğretmen olmuştur.

Monika’nın Eylemi
Che öldürüldüğünde elleri kesilmiş ve fotoğrafı yayınlanmıştı. Ellerinin kesilmesine gerekçe Che’nin Arjantin’de bulunan belgelerdeki parmak izleriyle eşleştirilmesi olarak açıklandı. Ancak Che’nin elleri faşizm için korkulan bir simgeydi. Che elleriyle günlükler yazmış, tarihi manifestolar kaleme almıştı. Ellerini etkili kullanan bir liderdi. Yazdığı yazılardan birçok insan etkilenmiş ve devrimci olarak silahlı örgütlenmelerde yer almıştı. Bu yüzden Che’nin ellerinin kesilmesi ezilen halklar ve ELN tarafından kabul edilebilir bir şey değildi. Monika’da bu yazılardan etkilenerek örgütlenmeye karar vermiş ve aradığı adresi bulmuştu.
“Toto” Quintanilla, Bolivya gizli istihbaratı adına çalışıyordu. ELN gerillalarına yönelik infaz ve işkencelerle ünlenen biriydi, Che’nin ellerinin kesilme emrini veren kişiydi. Bu insanlık dışı uygulama Che’nin anısına yapılmış büyük bir saygısızlıktı. ELN “Toto” Quintanilla’yı cezalandırma kararı aldı.
“Toto” Quintanilla 1970 yılının temmuz ayında Bolivya başkonsolosu olarak Hamburg’a atanır. Atama haberi duyulduğunda ELN suikastın bir Alman tarafından yapılmasına karar verir. 10 aylık bir hazırlığın ardından Monika 1 Nisan 1971 yılında, Hamburg’da, İnti ve Che’nin intikamını alır. O andan itibaren dünyada en çok aranan kişilerden biridir. Gazeteler haberi ilk sayfadan duyururken, çizilen robot resimleri her yere asılır. Başına konan ödül 20 bin dolardır. Che’nin başı için konan 4.200 dolarlık ödülle karşılaştırıldığında bu miktar dudak uçuklatan cinstendir.
Monika’ya duyulan bu öfkenin temelinde önce kadın olması sonra da Alman olması etkiliydi. Kadınların örgütlenmesinden bu kadar korkulmasının nedeni kadınların kendi kahramanlarından öğrenmeleri ve kendi savaşçılarını yaratmalarıdır. Bu tüm iktidarlar bakımından korku dolu zamanlar demektir. Bu yüzden kadın devrimciler her zaman en sert, en vahşi ve cinsiyetlerine yönelik saldırılar ile karşılaşırlar. Yeni kahramanların yaratılmasını engellemenin temel yolu olarak, vahşetin ve saldırıların kadınlara daha sert uygulanması görülmüştür. Çünkü kadın ve erkek arasındaki roller, bu iktidarları yıkabilecek en temel çelişkidir.
Olay yerinde parmak izinin olmaması, suikastı yapan kadının hangi yöne gittiğinin tespit edilememesi Hamburg polisi bakımından cinayetin çözülememesi ile sonuçlanmıştır. Ancak Bolivya İçişleri Bakanı yine de cinayetin sorumlusu olarak Monika Ertl’i açıklar.

Monika Bolivya’ya Dönüyor
Che ve İnti Peredo’nun intikamı alınmıştı. Şimdi yoksul Bolivya halkını savunmak ve onların yaşam koşullarını iyileştirmek için savaşmalıydı. Monika tüm uyarı ve baskılara rağmen Bolivya’ya tekrar giriş yaptı. Suikast sonrasında ilk olarak Haziran 1971’de La Paz’da görüldü. 21 Ağustos 1971’de Alman kökenli General Hugo Banzer darbe yaptı. ELN’nin 60 militanı, Monika ile birlikte, La Paz sokaklarında savaşa girdi. Bu savaş, ELN bakımından hem siyasi hem de askeri bakımdan kazanılabilecek bir savaş değildi. İnsanlar kaçırılıp öldürülüyor, özel evlerde işkence yapılıyor, akla gelmedik baskı ile her yer kuşatılıyordu. Radyo ve gazeteler askerler tarafından işgal ediliyor, halkın davasına yardım eden din insanları dahi işkencelerden geçiriliyordu.
ELN bu savaşta çok büyük kayıplar verdi. Geriye artık sadece 14 kişi kalan gerilla birliği ile ELN Bolivya’da savaşmayı durdurdu. Binleri bulan sürgün ve tutuklamaların ardından yeni toplama kampları açılıyordu. CIA, Bolivya’da istihbarat servislerinin yeniden yapılanması için çalışmalara başladı. Nazi suçlusu, Monika’nın “Klaus Amcası” Barbie, bu süreçte yeniden göreve döndü. Hemen ardından Barbie özel bir baskı timi oluşturdu. Bu tim daha sonraları “Ölüm Mangaları” adını alacaktı. Örgütün üst düzey yönetim kadroları yurtdışına kaçma planları yapıyordu. Monika buna karşı çıktı. Ülkede faaliyet yürütmeye devam edilmesi gerektiğini savundu.
Monika’nın devrimci cesareti ve davaya bağlılığı çok yüksekti. Alman disiplini örgütlü yaşamda kendisine çok büyük bir kolaylık sağlıyordu. Neredeyse bitmiş bir örgütü yeniden etkinleştirip, örgütün illegal basınını basıp dağıttı. ELN gerillaları arazi savaşı için eğitilmişti. Şehir savaşı için gerekli olan deneyime sahip değildi. Monika mücadele arkadaşlarına göre çok daha deneyimli, donanımlı, iyi organize eden ve daha kararlıydı. Monika artık örgütün gizli lideri olmuştu.
Monika’yı La Paz şehir merkezinde ilk tanıyan Klaus Amcası (Barbie) olmuştu. Barbie, Monika’nın babasının yakın arkadaşlarından biriydi. Monika’dan haber almak için sık sık aileyi ziyaret ediyordu. Bu ziyaretlerinde Monika’nın senede bir kez şifreli mektup gönderdiğini öğrendi, ancak mektuplar hiçbir zaman eline geçmedi. Monika’nın pusuya düşürülmesinde ve ölümünde etkin görev alan Barbie, sonrasında aileye başsağlığı dilemeyi de ihmal etmedi. Hans Ertl hiçbir zaman Barbie’nin Monika’nın ölümünde etkili olduğuna inanmak istemedi.
12 Mayıs 1973 yılında Monika La Paz’da kaldığı evin önünde pusuya düşürülerek öldürülür. Ailesi Monica’nın haberini gazeteden öğrenir. Babasının tek umudu Monika’nın oracıkta ölmüş olmasıdır. Çünkü ELN gerillalarına yapılan işkenceler akıl alır gibi değildir. Aile Alman Konsolosluğu’na naaşı almak için başvuruda bulunur, ancak naaş bilinmeyen bir Hristiyan mezarlığında olduğu gerekçesi ile aileye verilmez. Bugün halen Monika’nın naaşının yeri bilinmemektedir. Babası Monika’nın ismini annesinin mezarına konan taşa yazdırır.

Kitap Hakkında
İlhami Yazgan bu eserinde kullandığı sade ve akıcı dil ile okuyucuyu kendine bağlayabilmiş ve okuyucuya bazen Monika ile konuşma, bazen Monika ile yaşama duygusu vermiştir. Yapmış olduğu araştırmaları sadece bilgi toplamak ile sınırlı tutmamış, Monika ile ilgili bugüne kadar yazılan kitap, makale, film ve belgesellere de yer vermiştir. Okuyucuya sunduğu perspektif ile bu eserleri de eleştirmiş ve okuyucunun diğer yayınlar ile ilgili olarak da bilgi sahibi olmasına katkı sunmuştur. Bir biyografi kitabı bakımından son derece önemli olan bu üslup ve araştırmalar okuyucuyu kitaba bağlayabilmiştir. Yine kitabın kapak tasarımının da Monica ve Che’nin fotoğrafları ile yapılması da okuyucuya daha başından Che ve Monika’nın ortaklaşan bir yaşamda buluştuğu hissini veriyor.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir