2019 yılında başlayan ve Dünya Sağlık Örgütü tarafından 11 Mart 2020’de pandemi olarak ilan edilen Covid-19 salgını, insanların hayatında büyük değişimlere neden oldu. Birçok insan salgına rağmen eski koşullarda çalışmaya devam ederken, işsiz kalanlar olduğu gibi, salgından etkilenen birçok işyeri de kapanmak zorunda kaldı. Salgının ekonomik ve toplumsal etkileri ile beraber sosyal yaşamda ve duygu dünyamızda da değişimler yaşandı, kişiler arası ilişkilerde zayıflama ve algılama sorunları baş gösterdi.
Halen devam eden pandemi süreci dünyanın her yerinde toplumsal eşitsizlikleri derinleştirdi. Salgının tetiklediği ekonomik ve toplumsal krizlere hükümetlerin verdiği yanıt, daha çok mevcut sistemi ayakta tutabilecek tedbirlerden ibaret oldu. Devletlerin sözde tedbirlerinin ya da salgını kontrol edemeyişlerinin/etmeyişlerinin amacı insanların canı pahasına da olsa salgının ekonomiye olan etkisini azaltmak oldu. Üstelik bu tedbirler hayata geçirilirken kadınlar görmezden gelinmiş, alınan tedbirler ise daha çok kadınları eve kapatmaya ve toplumsal yaşamdan uzaklaştırılmaya yönelik olmuştur.
Bu Süreçte Zaten Hayatı Zor Olan Kadınlar Nasıl Etkilendi?
Yaşam ve ölüm arasındaki çemberin daraldığı pandemi koşullarının, ekonomik ve toplumsal hayattaki yansımaları kadınları oldukça fazla etkiledi. Sosyal izolasyon uygulamaları ile evde geçirilen sürenin artmasıyla normal koşullarda yapılan işlere yenileri eklendi. Bu artış ile beraber bakım işleri ve ev içi emek kadınların iş yükünü daha da arttırmıştır. Bu nedenle sağlık ve eğitim hizmetlerine ulaşımda yaşanan aksaklıklar, karantina sürecinde evde artan iş yükü ve sorumluluklar, kadınların kendisi ve aileleri ile ilgili çoğu konuda söz sahibi olamaması, aile içi çatışmaların artması gibi birçok sorun kadınları fiziksel, sosyal ve psikolojik sorunlarla karşı karşıya bıraktı.
Karantina dönemi, ‘Evde kal’ çağrıları, ev içi şiddettin artmasına ve şiddete uğrayan kadınların alabileceği desteklerin kısıtlanmasına yol açtı. Araştırmalara göre 1 Nisan-30 Eylül arasında en az 140 kadın erkekler tarafından katledildi.
DİSK-AR’ın araştırmasına göre, geniş tanımlı işsizlik oranı Kasım 2020 döneminde toplamda yüzde 28,8 iken, bu oranın cinsiyete göre dağılımı erkeklerde yüzde 24, kadınlarda ise yüzde 37,7 olarak gerçekleşti. Öte yandan, Covid-19 nedeniyle işbaşında olan kadınların sayısının ve çalışma sürelerinin düşmesi nedeniyle Kasım 2020 döneminde 1 milyon 75 bin kadın iş kaybı yaşadı. Diğer bir ifadeyle işten çıkarma yasağı nedeniyle işbaşında olmayanlar istihdam içinde göründü ancak fiilen iş yapmadı. Böylece Covid-19 etkisiyle revize edilmiş geniş tanımlı işsizlik ve iş kaybı oranı kadınlarda yüzde 43 oldu. Kasım 2019’da 1 milyon 755 bini işsiz ve 8 milyon 639 bini istihdamda olmak üzere toplam 10 milyon 596 bin kadın iş gücündeydi. Salgının başlangıcından bu yana 867 bin kadın iş gücünden çekildi ve kadın işgücü 9 milyon 729 bine geriledi. Böylece kadınlar son bir yılda erkeklere göre işgücü piyasalarından daha fazla çekildi.
Toplumsal cinsiyet temelli iş bölümü ile kadınların omzuna yüklenen ev içindeki gündelik işler ve bakım işlerinin salgın süreci boyunca katlanarak artmış olması ile ev içi emeğin görünmezliği ve sömürüsü de arttı. Covid-19 süreci bize ev içi işler ve bakımın kadınların görünmez emeği ile karşılandığı, yaşamın, yeniden üretiminin ne olduğunu tekrar hatırlattığı ve ev içi emeğin kapitalizmi döndüren emek olduğunu da göstermiş oldu. Aile üyelerinin evde kalma süresinin artması ile kadınlardan beklenen ev içinde temizlik, yemek, alışverişin yanı sıra virüse karşı gerekli hijyeni sağlama ve çocukların eğitim ve bakımı gibi başka ihtiyaçları karşılama yükünü de beraberinde getirdi. Ayrıca hastanelere gitmek riskli bulunduğundan, hastalar evde kadınlar tarafından rehabilite edilirken, yaşlılar için uygulanan tedbir ve sokağa çıkma yasakları nedeniyle, bu yaş gurubunun vakitlerinin tamamını evde geçiriyor oluşu gerekli bakım hizmetleri ve ihtiyaçların giderilmesi koşullarının yönetim ve organizasyonu da kadınlara yüklenmiştir.
Çocuk bakımını kadının görevi gibi gören erkek egemen bakış açısı yasal uygulamaları ile bu anlayışı pekiştirmeye yönelik girişimleri hayata geçirmeye çalıştı. Pandemi sürecinde çalışan çiftlerden kadınların idari izinli sayılması, erkeklerin çoğunlukla işine devam etmesi bu yaklaşımın kanıtı niteliğindedir. Pandemi ile okulların kapatılması, uzaktan eğitim süreçlerinin takibi, teşviki, kontrolü ve geri bildirimi gibi görevler kadınların yaşamını daha da zorlaştırdı.
Sayılarının yaklaşık bir milyonu aştığı tahmin edilen ev eksenli çalışan kadınlar bu dönemde çalışamaz hale geldi. Çocuk bakımı ve evlere temizliğe temizliğe giderek geçimini sağlayan milyonlarca kadın işçi açlık ile karşı karşıya kaldı. Kayıt dışı çalışmanın yaygın olduğu bu alanda çalışanlar sosyal yardımlardan yararlanamadı ve bu da ev eksenli çalışan kadınların daha çok yoksullaşmasına yol açtı. İşsizlik ve kriz koşullarında işini evde sürdüren “şanslı” kadınlar için yaşamın zorlaşması ile beraber, evdeki çifte mesai, mesai kavramının tamamen yok olduğu, gece ile gündüzün iç içe geçtiği bir hal aldı.
Salgın sürecinde izolasyon tedbirleri kapsamında evde geçirilen süre, emek piyasasında çalışan ve çalışmayan kadınların yaşamını ciddi anlamda etkiledi. İşi evde çalışmaya uygun olan bazı kadınlar imkânlar dâhilinde evde çalışmaya, ücretli emeklerini evden sunmaya başlamışlardı. Bu bağlamda ev içindeki kadın emeği, diğer bir ifade ile “ikinci vardiya” evden çalışma yapan kadınlar için tek ve bütüncül bir vardiyaya dönüştü. Üstelik hane içindeki erkeklerden biri işini evden yürüttüğünde, onların konforunu sağlamak kadınların sorumluluğu haline geldi. Daha önce işverenin sorumluluğunda olan yeniden üretim faaliyetlerinin pek çoğunu kadınlar organize etmek durumunda kaldı. Sermaye çalışma ortamının temizlenmesi ve düzenlenmesi, molalar için içeceklerin hazır edilmesi ya da yemek saatlerinin planlanması gibi maliyetlerden sıyrılırken, fark ise kadınların emeği üzerinden kapatıldı.
Ev içi emeğin yanı sıra gündelik hayatın organizasyonu için angarya işleri içeren ve yine kadınlara dayatılan duygusal emek de arttı. Yıpranma payının artırmasının yanı sıra, ev içi emeğin karşılığını alamaması ile kadınlar salgının yarattığı korku ortamında ailenin duygusal yükünü de omuzlamak zorunda bırakıldı.
Kadın Emeğinin Gaspının Diğer Adı Kod-29
Pandemi döneminde kadınlar başta olmak üzere birçok işçi ve emekçi Kod 29 saldırısına maruz kaldı. Pandemi dönemine özgü olarak geçen yıl 17 Nisan’da uygulamaya konulan işten çıkış yasağına göre işveren iş akdini feshedememekteydi. Ancak belirli süreli sözleşme süresinin dolması veya işyerinin kapanması durumunda iş akdi feshedilebilirdi. İşverenin iş akdini feshettiği işçiler için Sosyal Güvenlik Kurumu’na bildirim yapması gerekiyor. Bildirim yapılırken hangi gerekçe ile işten çıkarıldığının kod numarası ile işaretlenmesi zorunludur. Kod-29 da bunlardan birisidir. İş Kanunu’nun 25. maddesinde yer alan ‘ahlâk ve iyi niyet kurallarına uymayan haller ve benzeri sebepler’ Kod 29 tanımının içerisinde yer alır.
İş akdinin fesih bildirisi Kod 29 ile yapıldığı takdirde çalışanların; kıdem ve ihbar tazminatı gasp edildiği gibi, işçiler işsizlik ödeneği de alamamaktadır. İçeriği nedeniyle bu biçimde işten çıkarılanlar, yeni bir iş ararken pek çok sorunla karşılaşmakla beraber çoğu kez iş bulamamaktadır. Pandemi döneminde işten çıkarılma yasağına rağmen Kod 29 ile işten çıkarma yolunun yaygın olarak kullanılması özellikle kadınlar açısından hak gasplarının yanı sıra başkaca mağduriyetleri yaratmıştır. Bu kod çalışanın işyerinde ‘ahlak dışı ve çoğunlukla cinsel içerikli’ davranışlarda bulunduğu anlamına gelirken, yeni iş başvurusunda da tacize uğramasına neden olmaktadır. Ayrıca Kod 29 saldırısına maruz kalan kadınlar evde de şiddette maruz kalabilmektedir. Çünkü Kod 29’a sebep olabilecek hangi davranışı sergilediği sorgulanmakta, psikolojik ve fiziksel şiddete maruz kalmaktadır. Bu uygulama ile esas hedeflenen kadınların kamusal ve toplumsal yaşamdan uzaklaştırılmasıdır.
Pandemide Ev İçi Emek
Pandemi ile birlikte kapitalizmin küresel krizi keskinleşirken hem sınıfsal hem de erkek egemen çelişkiler keskinleşti. Bu tablo yoksulluk, eşitsizlik ve kadınların omzuna yüklenen iş yükü ile beraber ev içi emeğin görünür kılınması için mücadele zeminini de güçlendirmiştir.
Salgından etkilenen ezilen toplumsal kesimlerin yanı sıra, kadınlar hem güvencesiz işlerde çalışmaya mecbur bırakılmış hem de ev içi emek sömürüsü katlanarak artmıştır. Kadın emeği gaspına dayalı erkek egemen toplumsal yaşam üzerine kurulan kapitalizm bu süreçte kadın emeğinin görünmezliğini saklayamaz olmuştur. Artan iş yükü, ev işleri, hasta, yaşlı ve çocuk bakımı kadının görünmeyen/ değersizleştirilen emeğinin toplumsal ve ekonomik yaşamdaki yerini bir kez daha hatırlatarak görünmeyen emeğin ücretlendirilmesinin önemini ve gerekliliğini de göstermiş oldu.
Ev eksenli emek özel mülkiyet ile ortaya çıksa bile kapitalizmin tarihsel değişim süreci içinde yeniden şekil aldı. Bu şekillenişin toplumsallığı sadece üretim ilişkilerini değil aynı zamanda yeniden üretim ilişkilerini de değiştirdi. Buradan anlaşılacağı üzere; toplumsal cinsiyet temelli iş bölümü, sermayeyle kaynaşmış olan erkek egemen sistemin yapısal ve temel bir gerçeğidir. Bu düzen içerisinde sermaye gereksinimlerinin üretiminin erkeğin birincil, kadının ise ikincil ve destek veren pozisyonda olmasını ister. Sermayeye göre değerli olan sadece kardır. İş/meslek olarak kabul edilen, yasal düzenlemeler ile dizayn edilen ücretli emektir. Ücretli işçiler esas olarak erkeklerden, ev işçileri ise kadınlardan oluşmalıdır. Ücretli iş esas olarak erkek işi olarak nitelendirildiği için kadınların emek sahasındaki konumu erkeklerden farklı biçim almaktan kurtulamıyor. Her ne kadar kadınlar emek alanına dahil olsa da kadın temel olarak iş gücünün yeniden üretimi gerçekleştirmesi esas alınıyor. Kapitalizm ucuz iş gücüne ihtiyaç duyduğunda ise artı değer sömürüsüne dahil edilerek ev işçiliği ile ücretli işçiliği iç içe geçiriyor. Bu iç içe geçiş sermaye ile erkek egemenliğinin birbirlerini üretmesi ve güçlendirmesi için en önemli zemindir.
Bundan dolayı, kadının evin dışındaki üretime katılımı çoğunlukla engellenir. Bugün dünyadaki nüfusunun yarısı olan kadınlar çoğunlukla tüm gün evde çalışır. Cinsiyetçi işbölümünün toplumsal ayaklarının aşınmaya başlamış olması, kadının evsel köleliğinin temellerini henüz değiştiremeyeceği gibi, ev kadın için temel ve özel yaşam alanı olmaya devam eder.
Kadınların ev içi emeği, emek sürecinin içerisinde olsa da görünmeyen, maddi karşılığı olmayan emektir. Kadınlar her ne şekilde çalışırlarsa çalışsınlar, toplumsal cinsiyet ayrımları kadınları ev içi yükümlülüklerle karşı karşıya bıraktığı gibi, ev içi emeğin somutlandığı aile kurumu ise erkek egemenliğinin kadınların emek gücü üzerindeki denetimlerinin ve sınırsızca kullanımlarının temel alanıdır. Kadının emeği ve düşünsel dünyası da erkeğin hizmetine sunularak erkeğe iş dışındaki yaşamını dilediği gibi değerlendirme fırsatını da tanır.
Evsel kölelik kapalı bir ekonomide gerçekleşir. Aile burjuva toplumda kendi içinde kapalı devre iktisadi birim olup kapalı devre olarak işler. İş gücünün değişim değeri, ev ekonomisine giren sabit emek karşılığı ile oluşur. Evde oluşan emeğin karşılığının ise her hangi bir değişim değeri yoktur. Erkeklerin kadını sömürmesi ve bunun artı değer sömürüsü olmaması, sömürü olduğu gerçeğini ortadan kaldırmaz ve evdeki bu sömürü cinsiyetçi sömürüdür. Kapitalist ücretli emek, erkek işçinin burjuvaziye bağımlılığını ve özgür köleliğini üretirken, erkek egemen yaşam tarzını da sürdürmesini sağlar. Egemenliği altındaki kadının köleliğini de süreğenleştirir.
Erkeğin sınıfsal köleliği ile cinsel egemenliği kapitalist sömürü sistemi içinde kaynaşır. Erkek evdeki egemenliği sayesinde kadının emeği üzerinden işgücünü yeniden üreterek sermayeye artı değer üretecek potansiyele ulaşır. Kapitalist gelişmenin içinde ev içi/dışı karşıtlığı kadının yaşamına girmiştir. Bugün kapitalist sistem bütün kadın cinsini dışarıda üretime dahil etse bile, doğası gereği onu ev işinden sorumlu saymaya devam edecektir. Toplumsal öğreti olan evin özel alan olduğu yalanı erkek egemen sistemin ürettiği bir argümandır. Ev emekçiliği toplumsal bir statü olarak oluşturulmuş olup, kadının ve emeğinin kimliksizleştirilmeye çalışılmasının yansımadır.
Kadınların yüklenmek zorunda kaldığı bu işler, emek gücünün yeniden üretime katılmasını sağlamaktadır. Bu ihtiyaçların giderilmesinin sadece kadınlardan bekleniyor olması ve kadınların yapıyor olması/olmak zorunda bırakılması erkek egemenliğinin cinsiyetçi iş bölümünün sonucudur. Kadınlar bu işleri ücretsiz yaparken yaptıkları “iş” olarak değerlendirilmiyor. Üstelik bu işler kadınların neredeyse tüm zamanı alırken, hem kişisel yeteneklerinin gelişmesine hem de ücretli işte çalışmasına engel olabiliyor.
Pandemide Artan Ev İçi Emek Neden Ücretlendirilmeli?
Ev içi emeğin ücretlendirilmesi talebi ilk bakışta evsel köleliği güçlendirmek gibi algılanıyor olsa da bu tamamen gerçeklikten uzaktır. Kapitalizm koşullarında ev işlerinin toplumsallaşması mümkün olmadığından, esas olan kadın emeğini görünür kılacak mücadeledir. Bu mücadele erkek egemen kapitalist sistemin emek hırsızlığına karşı mücadeledir. Aynı zamanda ‘ev kadınlığı’ statüsünün ortadan kaldırılması ve kadınların bağımsız yaşam güvencesi için ileri adımdır. Bu güvenceye ulaşabilmek için kadının evdeki emeğinin görünür kılınması, karşılıksız emeğinin son bulması gerekir. Bu sayede ‘ev kadını’ değil, ev işçisi olacaktır. Çünkü ev, kadının iş yeridir ve kadın evdeki en ağır işçidir.
Peki ücretlendirilme kim tarafından yapılacak? Çeşitli tartışmalara konu olan ücretlendirmenin kimin tarafından olacağı esasında çok nettir. Ev içi emek, üretime dolaylı katkıda bulunan bir emek türü olduğuna göre ücreti elbette devlet tarafından ödenmelidir. Bununla beraber sigorta primlerinin karşılanarak, sosyal güvenlik ve emeklilik hakkının tanınması devlet tarafından üstlenilmesi gereken bir sorumluluktur. Bu da demokratik kadın mücadelesinin sadece pandemide değil olağan zamanlardaki hak alma mücadelesinde de ev içi emeğin ücretlendirilmesi mücadelesi vermesi anlamına gelir.