KAPİTALİZM ÇÖKÜYOR, KADIN DEVRİMİ BÜYÜYOR / Berçem Öter

Kapitalist dünyayı teslim alan koronavirüs salgını, kapitalizmin insana, ekolojiye ve tüm insanlık değerlerine düşmanlığını bütün çıplaklığıyla ortaya çıkarmıştır. Bu gerçeğin diğer bir yanı, sosyalizmin insanlığın kurtuluşu için tek seçenek olduğu ve dünyayı ancak komünizmin kurtaracağıdır. Koronavirüs salgın dönemi, kapitalist ekonominin, birikmiş bütün sorun ve çelişkilerinin yapısallığını ve burjuvazinin bunları çözme kabiliyetinden yoksun olduğunu teyit etmiştir. Bulabildikleri tek ‘çözüm’ işçilerin, emekçilerin, kadınların daha fazla sömürülmesi ve kitlesel ölçekte ölüme terkedilmesi pahasına sermayenin korunmasıdır.
Mevcut durumda kapitalist ekonomi, ancak dünya savaşlarında görülebilecek düzeyde bir kriz dalgasının içindedir. Yaşanan krizin nedenini koronavirüs ile açıklamak olsa olsa burjuva iktisatçıların savunmanlığını kabul anlamına gelir ki, onlar dahi bu noktada teori üretmekte zorlanmaktadırlar. Kapitalizmin içine yuvarlandığı krizde koronavirüsün etkisi olsa olsa hızlandırıcı bir etki olarak ifade edilebilir. IMF tarafından açıklanan tahminleri klasikleşen bir söylemle okumak gerekirse, bundan sonra kapitalist sistem ve burjuvazi için hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. IMF 2020 yılında ABD’nin yüzde 5,9 ve Euro Bölgesi’nin yüzde 7,5 daralmasını öngörüp, Çin’in büyümesinin yüzde 1,2’ye düşeceği tahmininde bulunuyor. En iyimser tahminler dahi, dünya ekonomisinin yüzde 30-40 düzeyinde daralacağı yönünde. Kapitalist dünya açısından büyük yıkım anlamına gelecek bu koşullar altında, dünya tekelleri ve emperyalist devletler arasındaki rekabet daha ezici biçimde büyüyecek, savaş olasılıkları daha çeşitli ve güncel hale gelecektir. Bu durum, emperyalist küreselleşmenin karakterine içkin bir sonuçtur. Kapitalist dünyayı esas korkutan ise bu tablonun ortaya çıkarması kaçınılmaz olan işçi ve emekçilerin, kadınların, LGBTİ+’ların daha genel bir ifadeyle ezilen insanlığın şiddetlenerek büyüyecek olan isyan ve ayaklanmaları yoluyla “başka bir dünya”nın mümkün olduğunu ilanları ihtimalinin daha somut ve güncel olmasıdır.
Türkiye gibi mali sömürge ülkeler açısından mevcut tablo çok daha yıkıcı sonuçlar ortaya çıkaracaktır. IMF’nin öngördüğü gibi yüzde 5’lik bir daralma milyonlarda ifadesini bulan işsizler ordusunun daha fazla büyümesi anlamına gelmektedir. Salgın sürecinin başından itibaren faşist şeflik rejiminin kriz yönetimince uygulamaya konulan tüm tedbir paketleri de duyulan derin korkunun itirafnamesidir. Tüm çaba, sermayenin en az hasarla kurtarılması ve bir an önce bir yerlerden ekonominin yaşam belirtisi sayılacak hareketinin başlatılmasıdır.
Toplum sağlığının bu süreçte düşünülen son şey olduğu aşikâr. Sosyal devlet anlayışı zaten ihtimal dışıdır. Pandemi döneminde toplum sağlığının ne denli önemsendiğini en basit biçimde somutlayan olgu, korunma amacıyla kullanılması istenen maske politikasıdır. İki ay boyunca maske dağıtımını temel politik söylem malzemesi yapan faşist şeflik yönetimi, sonunda murat edilen biçime geçişi oluşturarak, 18 kuruşa mal olan maskeyi 1 lirayla piyasaya sunmuştur. Pandeminin ilk günlerinden ilan edilen IBAN numaraları ise yaşanan krizi çözme arayışlarında koronavirüs salgınından yararlanma kurnazlığının yansımasıdır. Bilim Kurulu adıyla oluşturulan kurul, özünde sermaye kurulu işleviyle, faşist şefin politikalarına meşruiyet kazandırma zeminidir. Tüm çabalara karşın, kapitalist dünyada olduğu gibi Türkiye’de de ekonomik yıkıma uğramış kitleleri suskunluğa hapsetmek ve saray patentli planları engelsiz uygulamak öyle kolay olmayacaktır. Giderek büyüyen işsizlik ve oluşacak sefalet koşulları milyonları yıkıcı olarak harekete geçmeye zorlamaktadır. Bu dönemde ‘Evde kal’ çağrısı ile evlerinde kalmaya zorlanan milyonlar öfke ve isyan yüklenmektedirler. Bu öfke ve isyan, yeni ayaklanmaları mayalamaktadır.
Koronavirüsle Büyüyen Olanaklar…
Faşist şeflik rejiminin tüm baskı ve katliamcı politikaları karşısında sokağı terk etmemekte ısrarcı davranan kadınların isyanı bundan sonra çok daha şiddetli bir boyut kazanacaktır. Pandemi günlerinde bu öngörü ile sokağı terk etmeyen, burjuvazinin çizdiği sınırlara hapsolmadan, yeni duruma uyum temelinde örgütlerini düzenleyerek sokakları, kadın kitleleri ile buluşma kanallarını zorlayan öncü çıkışlar olduğu gibi, bilim ve sağlık adına “evde kal” çağrılarına uyan ve politik faaliyetini sosyal medya mecrasına daraltan hareketler de oldu. Kadın özgürlük hareketi “evde kal”manın yarattığı emek ve beden sömürüsünü, şiddeti gündemine aldıkça, politik mücadelenin pandemi koşullarına uyarlanmış biçimlerine yüzünü döndü. 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Yasa’nın uygulama sahasını daraltan HSK genelgesi, kadınların eylemli itirazı kadın dayanışmasının örülmesinin temel halkası oldu. Kadın Savunma Ağı’nın Aile, Çalışma ve Sosyal Politikalar İstanbul İl Müdürlüğü önünde yaptığı eylem, pandemide “6284’ü etkin uygula” çağrısının ilk kıvılcımı oldu. Sosyalist Kadın Meclisleri’nin (SKM) İstanbul ve İzmir’de yaptığı sokak ajitasyonları ve ses çıkarma eylemleri de hemen arkasından geldi. Yaşamak İstiyoruz İnisiyatifi, her ayın 11’inde yaptığı eylemlerini Mayıs ayında da örgütledi. 175 kadın ve LGBT+ örgütü “Yaşamak için evde kalmak, evde kaldığımız için yoksulluktan ve erkek şiddetinden ölmek istemiyoruz” diyerek, acil önlem programı açıkladı ve kadınlar “Halk sağlığı ve güvenliği, kadın özgürlüğü için tek yol sokak” dedi.
Yeni, belirsiz bir dönem olarak pandemide ve kadın hareketinin verili tablosu içerisinde sosyalist kadınların ve özgür genç kadınların dönemin acil gündemleri saptama ve politik hattını bunun üzerine geliştirme pratiği, döneme uygun çalışma tarzının yaratılması ve eylemsel duruşları oldukça önemlidir. Dönemin özgünlüklerini ve doğrudan iletişim kanallarının sınırlılıklarını hesaba katan sosyalist kadınlar, dar komite sistemi ile çalışmaya geçmiş, örgütsel sistemi işler, işlevli kılmaya yönelmiştir. Pandemiye karşı ücretli izin talebi yükseltilmiş, dönemsel politika ücretli izin ve şiddet karşıtı mücadele üzerine inşa edilmiştir. Faşist şeflik yönetiminin işçileri pandemi koşullarında ölüme terk etmesine karşı, ses çıkarma eylemleri ve grev çağrıları yapılmıştır. 8 Mart kadın grevinde simgeleşen sarı toz bezleri, kadın emeğinin görünmezliğini görünür kılmak için kullanılmıştır.
Salgının ilk zamanlarında birleşik kadın hareketi ile sokağı birlikte zorlamanın önemi üzerine yapılan tartışmalar hızlı sonuç vermeyince, SKM bağımsız eylem hattından yürümüş, erkek şiddetine karşı 3’erli, 5’erli kadın gruplarıyla, İstanbul, İzmir, Amed’de sokak ajitasyonları yürütmüştür. Bu pratik tutum tüm toplum dinamiklerini, özelde de kadınları evlere kapatarak, onları sözsüz, tepkisiz bırakmayı hedefleyen faşist şeflik rejimine kadınlar cephesinden verilmiş eylemsel yanıttır. Ayrıca salgın koşullarında eylem yapmama ya da eylemin biçimine dair yol bulamama edilgenliğini kıran, süreci politik mücadelenin devamlılığı biçiminde kavramaya çağıran eylemsel duruştur.
Sosyalist kadınlar diğer kadın örgütlerinin sokağa çıkması ve sokakta politika yapmanın biçimlerini geliştirmeleri noktasında da öncü rol oynamışlardır. Kadınlar Birlikte Güçlü’nün cinsel istismar yasasına karşı sokağa çıkma kararı alması bunun bir yansımasıdır. 1 Mayıs hazırlıkları kapsamında pek çok merkezde SKM ve ÖGK’lı kadınların, hastane önlerinde, kent merkezleri ve market-AVM önlerinde, emekçi semtlerde sesli ajitasyon ve açıklama yaparak faşist şeflik yönetiminin politikalarını teşhir etmişlerdir. Sosyalizm propagandası yapan sosyalist kadınlar, kadın kitlelerini kadın isyanını büyütmeye çağırmışlardır. Çocuk istismarına karşı İstanbul ve İzmir’de Aile ve Sosyal Politikalar İl Müdürlükleri önünde yapılan açıklamalar ise pandemi günlerini fırsata dönüştürerek çocuk istismarını yasalaştırmayı isteyen faşist şefe uyarı niteliğindedir.
Kadın özgürlük mücadelesinin birleşik hareketi, cinsel istismar suçlularına tahliyenin önünü açan infaz düzenlemesi karşısında harekete geçtiği gibi, cinsel istismarı meşrulaştıran yasal düzenlemeye karşı da politik tutum ve canlılık içindedir. Kadınlar Birlikte Güçlü, 10 kentte düzenlediği mor kurdeleli eylem ile koronayı ekonomik ve siyasi düzenlemeleri için fırsata dönüştüren faşist AKP-MHP blokunun karşısına güçlü ve birleşik bir kadın duruşu çıkardı. Öte yandan özelde genç kadınların öznesi olduğu Gülistan Doku için adalet mücadelesi, faşist Saray rejiminin kadın düşmanı, inkârcı, sömürgeci politikalarının karşısında temel bir politik odaktır. İstanbul ve Dersim’de öncü eylemleri ve kampanyaları ile yol açan ÖGK ve SKM’liler birleşik kadın hareketinin kadın katliamlarına karşı mücadele deneyimlerine yeni bir halka ekledikleri gibi, kadın hareketi de Gülistan Doku için “nerede” sorusunu yükseltmeye devam ediyor. “Gülistan Doku Nerede” sorunun suç sayılması, TJA ve Rosa Kadın Derneği’nden kadınlara dönük tutuklama saldırısını bu özgün mücadele damarı karşısındaki rejimin refleksi ve saldırısı olarak okunmalıdır.
Kadın özgürlük mücadelesinin uzun zamandır başat gündemi olan kadına yönelik şiddet ve cinsel istismarın koronavirüs salgının ortaya çıkardığı ekonomik yıkımla katlanarak artacağı, tüm tahmin ve fizibilite çalışmalarının konusudur. Buna karşın kadınlar arasında artan oranda yaşadıkları sorunların, bunlara kaynaklık eden kapitalist toplum düzeni içinde çözülemeyeceği bilinci artıyor. Bugün politik faaliyetimizin yönünü mücadeleye çağırmanın ötesine geçirmenin ve somut örgütlenme ve erkek egemen kapitalist düzene karşı kadın isyanını büyütmenin zemini hiç olmadığı kadar genişlemiştir. Kadınlar artık küresel ölçekte kapitalist burjuva iktidarları korkutuyor. Faşist şefin yaşadığı korkuyu en iyi ifade eden şey ise kadına, kadın bedenine dönük saldırgan politikalarını dizginsizce sürdürmesi ve bunlara “yasal” kılıflar oluşturma çabasında saklıdır. Faşist şef, kadın iradesi, savaşkanlığı karşısında, duyduğu korkuyu perdelemek için mezarlıkta ıslık çalan ölümcül hasta konumundadır.
Tüm bu olasılıkları hesap eden burjuva iktidarlar, şimdiden “savaş koşulları” söylemini özel bir biçimde kullanmakta, ‘normalleşme’ dönemi olarak ifade ettikleri dönem sonrası için toplumsal psikolojide kimi kodlamalar oluşturma yoluna gitmektedirler. Sokaklarda, medyada yapılan tüm duyuru ve ilanlarda “koronavirüsle savaşımız” tanımlamasını tercih etmeleri boşuna değildir. Bu tanımlama, işçi sınıfı ve ezilenler için daha ağır yaşam koşullarını, kitlesel işsizliği, yoksulluk ve açlık koşullarına rıza üretmenin ideolojik olarak alt yapısının hazırlanmasından başka bir şey değildir. Kadınlardan ev içi emeklerini sınırsızlaştırmaları, fedakârlık adı altında her türlü yoksunluğa, yoksulluğa katlanmaları, boyun eğmeleri istenmesidir. “Savaş koşulları” demek, tüm hak ve özgürlüklerin rafa kaldırılması ve kapitalist dünyanın vahşice sömürü koşullarına meşruiyet kazandırılmasıdır. Olası ayaklanma ve isyan dalgasına karşı bir tehdit olduğu kadar tedbir amacı da taşımaktadır. “Evde kal” çağrısı, pandemiye karşı tedbir almanın ötesinde; sokakları boşaltmanın, demokratik kamuoyu ve ezilenlerin, kadınların ortak hareketini engellemenin aracı kılınmıştır. Sermayenin hareketi için ‘normalleşme’nin propagandası yapılırken; işçiler, emekçiler, kadınlar, LGBTİ+’lar sokağa çıkarak demokratik haklarını kullanmak istediklerinde pandemi riski sürmekte ve evde kalınması salık verilmektedir. Binlerce işçi salgın boyunca fabrikalarda risk altında çalışmaya zorlanmış, ancak sorun ve taleplerini dile getirmek üzere eylem yapmak istediklerinde sosyal mesafeyi ihlal ettikleri gerekçesiyle para cezalarına maruz bırakılmaktadırlar.
Sosyalist kadınların, pandemi koşullarında eylemli bir duruşu esas almaları, söz söyleme iradesini, kadın hareketindeki genel canlanma ve eylemselliği somut bir kazanım olarak ifade edebiliriz. Dönemin politik hattı belirlenmiş, bağımsız ve birleşik hattan eylem çizgisi geliştirilmiş ve böylelikle pandemi döneminin girişi sokakla, eylemle, birleşik hareketle kazanılmıştır. Dönemin belirsizliğinin de koşulladığı politik atalet, kay dedicilik ve çağrıcılık zemini faşist rejimin ekonomik, siyasi, toplumsal saldırı planlarına karşı girişilen eylem hattı ile daraltılmıştır. Şimdi, kapitalist dünyanın savaş pozisyonu aldığı durumda kadın kitlelerini saflaştırarak, sosyalizm ve kadın devrimi çizgisinde harekete geçirmek dönemin temel görevidir. Bu da ancak antifaşist, antikapitalist, antisömürgeci, fiili meşru mücadele zemininde kadın gücünün somut örgüt formları içinde ete kemiğe büründürülmesi ile mümkün olacaktır. Cins temelinde yaşanan sorunların toplumsal sorunlarla birleştirilmesi ve bu zeminde kadınlarla doğrudan temas kanallarını arttıracak her türlü aracın kullanımı üzerine somut adımlar atılmalıdır. Pandeminin evlerin içinde derinleştirdiği cinsel ve ekonomik sorunların aşılması mücadelesi ile bunların kesin çözümü mücadelesi, kadın devrimi ile toplumsal devriminin iç içe geçen yanlarını da somut bir bilince dönüştürmenin olanaklarını büyütmüştür. Bu noktada faşist şefliğin saldırganlıklarını, örgütsel sınırlılıkları bir engele dönüştüren anlayışların aşılamaması, pandemiyi bir tıbbi sorun olarak görmek ve sosyal mesafelenme kuralları içinde hareket etmek tarihsel bir anın da kaçırılması anlamına gelecektir. Devrimci hareketimizin tarihi yol arayışları, yaratıcı eylem, sınırlı güç ve olanaklarla nelerin başarılabileceğinin canlı örnekleri ile doludur.
Marks’ın, “Katı olan her şey buharlaşıyor, kutsal olan her şey dünyevileşiyor ve en sonunda insanlar yaşamın gerçek koşullarıyla ve diğer insanlarla ilişkileriyle yüzleşmeye zorlanıyor. Modern burjuva toplumu, böylesine kudretli üretim ve mübadele araçlarının bir araya getirmiş olan bu toplum, yer altı güçlerini kontrol edemez bir büyücüye benziyor” tespiti, kapitalist dünyanın içinde bulunduğu somut durumu açıklıyor. Daha önceki krizlerini öteleyen ya da bir biçimde ezilenlerin hareketinin içini boşaltarak kendisine yedekleyen burjuva iktidarlar, artık bu kabiliyetlerinden yoksundur. Burjuva iktidarlar, sahnede yaptıkları kötü numaralarıyla yuhalanan ve sahneden atılmaları an meselesi olan illüzyonistler konumundadırlar. Kendisi ile bütün insanlığı ve doğayı çürütmekte, yok oluşa sürüklemekte olan kapitalizm, işçilerin ve tüm ezilenlerin, kadınların, LGBTİ+’ların, doğanın kurtuluşunun iç içeliğini de olmadığı kadar görünür kılmıştır. Kendi varlığının devamı için insanlığı kitlesel biçimde ölüme rıza göstermeye zorlamakta beis görmeyen kapitalist dünya, bu dönem kendi ölümünü de hızlandırmıştır. Salgın günlerinin ezilen insanlığa, kadınlara gösterdiği en temel ders, kapitalist toplum düzenine karşı isyan ve ayaklanmaların meşruiyeti ve yaşamak için zorunluluğu olmuştur. Salgının kadınlar bakımından hangi sonuçları ortaya çıkardığı sorusuna yanıt aramak kadar, bundan sonrası için hangi olanakları açığa çıkaracağı sorusunu da somut biçimde yanıtlamak durumundayız. Kadın devrimimiz açısından mevcut durumu okumak ve bu doğrultuda politik mücadelemizi sürdürmek elbette elzemdir. Bununla birlikte yaşadığımız süreç bizleri stratejik hedeflerimizin güncelliğini somut görmeye ve tüm faaliyetimizi, etkinliğimizi bu çizgide örgütlemeye çağırıyor. Tüm toplum dinamiklerinin isyan ve ayaklanmalara gebe olduğu koşullarda, kadınlar kendi devrimlerinin öznel olarak hazırlıklarını nesnel zeminle buluşturmak zorundalar.
Sömürü Çarklarının Dişlileri Arasında Kadınlar…
Koronavirüs salgınıyla kadın haklarının en ileri olduğu ülkelerde dahi kapitalizmin erkek egemen bir sistem olduğu gerçeği görünür biçimde somutlaşmıştır. Bu gerçeği perdeleyecek örtülerinden soyunan kapitalist dünya artık çıplaktır. Kadına yönelik artan şiddet, cinsel saldırı ve sömürü, ev içi emek sömürüsünün yeni formlar kazanarak büyümesi, erkek egemen toplum düzeninin yıkılmasının ve ev işlerinin toplumsallaşmasının zorunluluğunun da teyididir.
Salgın günlerinin en temel çağrısı tüm dünyada “Evde kal” olarak hafızalara kazındı. Türkiye’de 65 yaş üstü ve 20 yaş altı olan herkese sokağa çıkma yasağı getirildi. Kapitalist burjuva iktidarlar yaşlı ve verimsiz kabul ettiği nüfusu ise gözden çıkaran bir hattan ilerledi. Koronadan korunma tedbiri olarak ailelerden hijyene daha fazla dikkat etmeleri, bağışıklığı arttırıcı beslenme biçimi uygulamaları istendi. Bu sorumlulukların birinci dereceden muhatabı ise kadınlar sayılmaktadır. Üstelik uzaktan eğitim sistemine geçişle kadınlar açısından yeni bir iş yükü oluşturulmuştur. Evin dışından alınan hizmetin asgari seviyeye düşüşü, hijyen standartlarının yükselmesi, evde hastalanan ve bakıma ihtiyaç duyacak kişilerin bulunma riski, ev içi emek yükünü yıpratıcı boyutlara taşımıştır. Daha önce üretimde bulunan kadınların bir bölümü artan ev içi emeğin yanı sıra, ev içinden ya da işyerlerinde ücretli çalışmaya devam etmişlerdir. İşten atılmalar, ücretsiz izin ya da ücretlerin tam ödenmemesi nedenleriyle düşen hane geliri sonucu satın alınamayan mal ve hizmetlerin telafisinin yükünü de büyük oranda kadınlar omuzlamak zorunda kalmışlardır. Bu tablonun kadına yönelik şiddeti arttırdığı henüz salgın günlerinin ilk dönemlerinde ortaya çıkmaya başlamıştır. Faşist şeflik rejimince infaz düzenlemesi adı altında çıkarılan yasayla sokağa salınan tacizciler, tecavüzcüler ve eli kanlı katiller, döndükleri evlerinde kadın kırımını sürdürmelerinin önü açılmıştır.
Pek çok ülkede olduğu gibi Türkiye’de de kadın istihdamının önemli bir kısmı salgın açısından kritik önemde olan hizmet alanlarındadır. Sağlık, yaşlı ve engelli bakım hizmetleri, sosyal hizmetler, ev ve yemek hizmetleri, eğitim, gıda ve perakende hizmetleri, bu sektörlerin başında gelmektedir. Salgın koşulları altında tüm bu sektörlerde iş yükü ve saatleri artmış, çalışma koşulları zorlaşmıştır. Salgın öncesinde üretimde yer alırken salgınla üretim dışında kalan ve dönem boyunca ücret alamayan kadınlar için yapılan tahmini oranlar sorunun farklı bir açıdan ciddiyetini ortaya koymaktadır. Salgınla gündelik işçi olarak evlerde çalışan yaklaşık 1 milyon kadın işsiz kalmıştır. Konaklama ve yiyecek zincirleri, perakende, ticaret, tekstil, hazır giyim sektörlerinde 190 bini kayıt dışı olmak üzere 700 bin civarında kadının ise işini kaybedeceği öngörülmektedir.
Ev eksenli çalışan ve çok farklı sektörlere iş üreten kadınlar da bu süreçte büyük oranda gelirlerini kaybetmiş durumda. Ev İşçileri Dayanışma Sendikası’nın, ev işçileri arasında yaptığı araştırmaya göre, Türkiye’de büyük bir çoğunluğu kayıt dışı olan gündelikçi ev işçisi kadınlar, salgınla yoğun bir işsizlik sorunuyla karşı karşıya kalmışlardır. Yatılı olarak çalışan ve önemli bir bölümü göçmen olan ev işçilerinin ise izin kullanmadan ve işçi sağlığı, iş güvenliği tedbirlerine uyulmaksızın çalıştırıldıkları tespit edilmiştir. Yatılı çalışan birçok ev işçisinin, işyeri, içine kapatıldıkları hapishanelere dönüşmüş durumdadır. İzin isteyen ev işçisi kadınlar, işverenleri tarafından risk unsuru olarak görülmekte ve izin talepleri karşılanmamaktadır. Hizmet sektöründe çalışan 3,5 milyona yakın kadın, süreçten doğrudan etkilenmiş ya da işsiz kalmıştır. Kayıt dışı çalışan işçiler bakımından salgın sonrası için yapılan tahmini işsizlik oranı 1 milyon 350 bin olarak ifade edilmektedir. Bu oranın 700 binini kadın işçiler oluşturuyor.
İngiltere merkezli yardım kuruluşu Oxfam’ın 9 Nisan 2020’de yayınladığı “Yoksulluk Değil, Onurlu Bir Yaşam” raporu, gelişmekte olan ülkelere gereken yardımların acil olarak yapılmaması durumunda, koronavirüs salgınının ekonomi üzerindeki etkileri sebebiyle yarım milyar kişinin daha yoksullukla mücadele etmek zorunda kalacağını gösteriyor. Aynı kuruluşun 2020 Eşitsizlik Raporu-Bakım Zamanı’nda yer verdiği veriler de oldukça çarpıcı. Buna göre; 2019 yılında sayıları yalnızca 2.153 kişi olan dünya milyarderleri, 4,6 milyar insanın toplam varlığından daha fazla servete sahip bulunuyor. Dünyanın en zengin 22 erkeği, Afrika’daki tüm kadınların toplam varlığından çok daha fazla servete sahip. Dünyanın en zengin yüzde 1’i, 6,9 milyar insanın toplam varlığının iki katından daha fazla servete sahipken; 15 yaş ve üstü kadınların karşılıksız emeğinin parasal değeri yılda asgari 10,8 trilyon doları buluyor. Bu oran, küresel teknoloji endüstrisinin 3 katından daha fazlasına tekabül ediyor.
IMF, Türkiye büyüme tahmini oranını 2020 için +yüzde 3’ten -yüzde 5’e revize etti. Türkiye’de mevcut durumda 8 milyonu aştığı ifade edilen işsiz oranının, yaz ortalarına kadar 11 milyonu bulması bekleniyor. ILO, çeşitli ülkelerde başvurulan tam veya kısmi kısıtlama önlemlerinin yaklaşık 2,7 milyar işçiyi etkilediğini ve bunun da dünyadaki iş gücünün yaklaşık yüzde 81’ini temsil ettiğini ifade etmektedir.
Sağlık alanı pozisyonu gereği dönemin en fazla konuşulan alanı oldu. Kadınlar dünyada, bakım kurumlarında çalışanlar dâhil, sağlık çalışanlarının yüzde 70’ten fazlasını oluşturmaktadır ve pozisyonları gereği salgınla mücadelede ilk risk grubundadırlar. Türkiye’de hekimlerin yüzde 40’ını ve toplam sağlık personelinin yüzde 56’sını kadınlar oluşturuyor. Her fırsatta şehir hastaneleri ile övünen ve salgına karşı sağlık sisteminin ne denli güçlü olduğunu ifade eden faşist şefi, rakamlar yalanlamaktadır. Sağlıkta bina, yatak ve ekipman için oldukça yüksek yatırım yapılmasına rağmen, sağlık çalışanlarının istihdamı ve eğitimi için aynı yatırımları görmek mümkün değildir. Ki zaten yapılan yatırımların önemli bir kısmı rant ihalelerinin sonucudur. Türkiye, OECD ülkeleri içinde 1000 kişiye düşen hemşire sayısının en düşük olduğu ülkedir. Toplam sağlık ve sosyal hizmet çalışanı sayısında ise OECD içinde sondan 2. sıradadır. Hükümetlerin sağlık alanı için ayırdığı harcamaların GSYH’deki oranına baktığımızda ise Türkiye, yüzde 3,3 ile 36 ülke arasında sondan ikinci sırada yer almaktadır. Pandemi döneminde hastaneler gerçek anlamda salgının yayılım alanlarına dönüşmüştür. Kronik hastalıkları bulunan binlerce insan salgın nedeniyle hastanelere gidemedikleri için tedavilerini sürdürememiş, bir kısmı yaşamını yitirmiştir. Günlük olarak Sağlık Bakanlığınca manipülatif rakamlar paylaşılarak, salgınla mücadelede her şeyin kontrol altında olduğu yanılsaması oluşturulmuştur. Hastalık belirtisi bulunan insanlar evlerine yollanarak karantina uygulamasına gidilmiş, evlerde yapılacak bakımın yükünü çekenler ise ağırlıklı kadınlar olmuştur. Kapitalist burjuva iktidarlar ‘sürü bağışıklığı’ politikasıyla hayatta kalmayı başaranlarla yola devam edeceklerini ‘normalleşiyoruz’ diyerek ilan ettiler. Birçok sağlık emekçisi pandemi koşullarında hizmet sunarken her gün yaşadıkları ağır duygusal ve fiziksel baskının ardından, evde de okula devam edemeyen çocukların eğitimleri, yemek pişirme ve artan hijyen ihtiyacını karşılamak ve yoğunlaşan ev işleri ile uğraşmak zorunda kalmaktadırlar. Dahası evde yaşlı, engelli, çocuk bakımı sorumlulukları olan sağlık emekçileri, virüs bulaşma riski nedeniyle bu sorumluluklarını yerine getirme noktasında da sorunlar yaşamaktadırlar. Hekimler ve hemşireler sağlık emekçilerinin daha çok görünen yüzü olsalar da hasta bakımı ve temizlik işlerinde çalışan sağlık emekçileri sürecin en ağır ve riskli alanlarının parçası konumunda bulunuyorlar ve bunların önemli bir kısmını da kadınlar oluşturuyor. Üstelik bu gruptaki sağlık emekçileri, pandemi nedeniyle yapılan ek ücret ödemelerinden de yararlanmamaktadırlar. Virüse yakalanan sağlık emekçilerinin ücretlerinden kesintiler yapılmaktadır. Toplam tablo, bir dönem boyunca yapılan 21.00 alkışlarının psikolojik bir manipülasyondan başka bir anlam taşımadığının göstergesidir.
Ev içi emek sömürüsü, pandemi dönemi ile katlanarak artmıştır. Tüm aile bireylerinin yoğunluklu olarak evde kalma zorunluluğu, ev içinde üretilen ve kadınların ‘işi’ sayılan görünmeyen emek oranında kaçınılmaz bir artış demekken, evde kalan genç kadınlar ile kız çocukları da bu döngünün parçası haline gelmişlerdir. Ev içi emeğin rutin üretimi koşullarındadahi kendilerine zaman ayıramayan kadınlar, pandemi günlerinde günün tüm saatlerinde mesai halinde olmuşlardır. Okulların ve okul öncesi kurumların kapatılması, çocukların bakımı ve eğitimi konusunda herhangi bir düzenlemeye gidilmemesi, evdeki yeni yaşam koşullarında ayrıca yükü ağırlaştırıcı bir faktör haline gelmiştir. Uzaktan eğitimin tekniğe dayalı formuyla, toplumsal eşitsizlikler ve gelir dağılımındaki farklılıklar nedeniyle yoksul ailelerin, göçmen ve mülteci çocuklarının bilişim teknolojilerine erişim ve kullanma olanaklarının olmaması aileler açısından gerilim ve şiddeti arttıran bir etkene dönüşmüştür. Bu durumun yansımalarının en fazla kadınlara ve genç kadınlar ile kız çocuklarına olduğu açıktır. TÜİK’in Hanehalkı Bilişim Teknolojileri Kullanım Araştırması’na göre, Türkiye’de masaüstü bilgisayar bulunan hane oranı yüzde 17,6, taşınabilir bilgisayar bulunan hane oranı yüzde 37,9, tablet bulunan hane oranı yüzde 26,7; cep telefonu bulunan hane oranı ise yüzde 98,7. Okulları kapatarak, öğrencilere evlerinin yolunu gösteren burjuvazi uzaktan eğitimin teknik olanaklarında ise sorumluluk üstlenmemiştir. İlk etapta uzaktan eğitim için oluşturduğu EBA kanalıyla eğitimden çok ideolojik propaganda yapma yoluna giden faşist şeflik yönetimi, bunun maliyet yükünden de kurtulmak için eğitimi Eylül ayına kadar tamamen askıya almıştır.
Plan, International ve UNESCO’nun koronavirüs süreci ve sonrasına ilişkin uzaktan eğitimle bağlı dikkat çektiği bir noktaysa çok daha ciddi bir risk ve soruna işaret etmektedir. Okuldan kopuşun özellikle ergenlik çağındaki kız çocuklarını etkileyeceği, eğitimdeki toplumsal cinsiyet eşitsizliklerini artıracağı, istismar, erken gebelik, erken ve zorla evlenme risklerini ağırlaştıracağına işaret edilmektedir. Genç kadınların ve kız çocuklarının eğitimden tamamen kopma olasılığının nedenleri olarak; genç kadınların, kız çocukların ve kadınların hane içi bakım sorumluluklarının artışı, ailelerin yoksullukla baş etme sürecinde kız çocuklarını gelir getirici işlere yönlendirilmeleri, erken evlenmeye zorlanmaları, azalan kaynakların tahsisinde önceliğin erkek çocukların eğitimine verilmesi ifade edilmektedir.
Kadın İsyanıyla Kadın Devrimine…
Marks; “İnsanların maddi yaşam koşullarını belirleyen onların bilinçleri değildir, bu maddi koşullar onların bilinçlerini belirler” demektedir. Koronavirüs salgını ile ortaya çıkan tablo, ezilenler bakımından yeni bir sıçrama zemini oluşturmuştur. Pandemi günlerinde tüm işçi ve emekçilerin en temel hakkı olan ücretli izin hakkı tanınmamış, evde kalması istenen toplum kesimlerinin asgari yaşam ihtiyaçlarını dahi karşılayabileceği olanaklar sunulmamış, işyerlerini kapatmak zorunda kalan esnafa kimi borçlarını ötelemek dışında hiçbir destek sunulmamıştır. Sağlığa erişim ve salgınla mücadelede toplumsal eşitsizlik her zeminde ortaya çıkmıştır. Hastalık riski altında bulunan ya da kısmi belirtileri olan işçilere, emekçilere ve kadınlara test dahi yapılmazken; burjuvazi için sayısız koruyucu tedbir alınmıştır. Tüm olanaklar sınırsızca burjuvaziye, sermayeye akıtılırken; açlık ve sefalete mahkûm edilen işçilerden, emekçilerden, kadınlardan bol çamaşır sulu günler geçirmeleri ve boğazlarından geçmeyen yemekten kısarak IBAN numaralarına para yatırmaları istenmiştir. Bir gecede milyon dolarları harcama lüksüne alışık olan faşist şef ve şürekâsının yoksul bir aile için bir maskeye vereceği 1 liranın, bir mesaja yollayacağı 10 liranın ne denli önemli olduğunu anlamasını beklemek elbette saflık olur.
Artık saflar daha net, çarpışmalar daha sert olacaktır. “Savaş koşulları” söylemine sarılan kapitalist dünya için esas savaş, sosyalist toplum istemi karşısında vereceği varlık yokluk savaşı olacaktır.
İşçilerin, kadınların LGBTİ+’ların ve doğanın kurtuluşu ortaktır ve bu ortaklık kapitalist sermeye düzeninin devrimle alaşağı edilmesiyle yaşam bulacaktır. Ortaya çıkan çelişki olmadığı kadar derindir ve bu ancak devrimci pratikle ete kemiğe büründürülecektir. Kapitalizmin çözümsüzlük girdabında bulunan varoluş krizinin karşılığı toplumsal devrimler ve kadın devrimleri çağıdır. Bu gerçeklik bizleri iki ayağı bulunan bir zeminde, stratejik hedeflerimize sıkıca bağlanmış, somut politik hattımızı derinleştirmeye ve kitlelerin nesnel bilincini öznel olarak öncüyle buluşturmaya çağırıyor. Salgın sürecinin ortaya çıkardığı tablo ezilenlerin, kadınların devrimle bağlı somut bilinçlerini mücadelenin sayısız kanalına akıtmanın olanaklarını da sunuyor. Kadın devrimimiz bakımından güncel ve acil taleplerimizi belirlemek ve zaman yitirmeksizin pratikleştirmek zorundayız. Bunun için hedefleri belirlenmiş, somut gündemlere kilitlenmiş bir hattan ilerlemeliyiz.
Kadına yönelik şiddet ve katliamcı politikalara karşı etkin bir mücadele ve kadın kıyımını meşrulaştıran tüm yasa ve politikalara karşı kadınların isyanını büyütmek her zamankinden çok daha olanaklıdır. Pandemi döneminde, işsizlik ve yoksullukla birlikte kadına yönelik şiddet de artmıştır. Giderek artan işsizlik ve yoksulluk bu durumu derinleştirecektir. Bunun karşısında kadınları tutum almaya çağırmak kadar, pratik tutum almalarını sağlayacak araçları da yaratmaya ihtiyacımız var. Özsavunmanın farklı biçimlerini kullanmanın, kadınları özsavunma, antifaşist milis grupları içinde örgütlemenin olanakları genişlemiştir. Bu olanakları görünür kılmak ve kadınlar açısından özgüven oluşturmak, pratik öncü örnekler yaratmakla mümkün olacaktır.
Küresel ölçekte büyüyecek olan kadın isyanının enternasyonalist zemini de yeni boyutlar kazanarak, ortak hareketin imkân ve dinamiklerini çoğaltacaktır. 8 Mart Kadın Grevi nedeniyle küresel zemini büyüyen enternasyonalist kadın hareketini, kadın isyanı zemininde güncel ve sürekli kılmayı hedeflemeli, bunun olanaklarını zorlayan bir hattan ilerlemeliyiz.
Kapitalizmin erkek egemen toplum yapısına karşı, kadın özgürlükçü sosyalist toplumun propagandasını güncel politikanın konusu yapmalı, her zeminde kadın devriminin geleceğinin sosyalist toplumla birliğini öne çıkarmalıyız. Kapitalizmin bu denli teşhir olduğu bir zeminde, düzen içi çözüm alternatiflerin propaganda alanı da daralmıştır. Bu, aynı zamanda kadın özgürlük mücadelemizin devrimci programı temelinde ideolojik mücadelemizi güçlendirecektir.
Salgına karşı ücretli izin, sağlık güvenliği ve parasız sağlık talepleri güncelliğini hala korumaktadır. Üretim alanlarında bu talebin yükseltilmesi, kriz ve salgının da etkisiyle giderek artacak işçi kıyımına karşı, iş güvencesi talebiyle işyerlerini terk etmeme eylemlerinin, işyeri işgallerinin örgütlenmesi hedeflenmelidir. İşsizlik ve yoksulluğa karşı ses çıkarma eylemleri yaygınlaştırılmalı, pazar alanlarında yürütülecek ajitasyon, propaganda çalışmalarında yoksulluğu simgeleyecek boş tencereler ve başkaca mutfak gereçleri kullanılmalıdır.
Küçük işletmelerdeki iflaslarla işsiz kalacak kayıtlı-kayıtsız işçiler, işsizler, ev eksenli çalışan kadınlar, yoksul köylü ve yarı proleterler açlıkla yüz yüze kalacaklar. Elektrik, su, ısınma faturalarının ödenmemesi, ihtiyaç sahiplerine ücretsiz gıda ve kira yardımının yapılması talepleri yükseltilmeli. Kimi pilot bölgelerde elektrik, su, doğalgazın görevlilerce faturalandırılmasını önleme çağrıları yükseltilmeli, bu durum eylemli bir duruşun aracı kılınmalı. Pandemi dönemi boyunca yasak ihlalleri adıyla kesilen para cezalarının ödenmemesi çağrısı yükseltilmeli.
TBMM Çocuk Ölümlerini Araştırma Komisyonu’nun taslak raporuna göre Türkiye ve Kuzey Kürdistan’da ergen yaşta bulunan kız çocuklarının yüzde 9.6’sı evli bulunuyor. Dünyada ise her yıl 70 bin ergen kız çocuğu gebelik kaynaklı yaşamını yitiriyor. Faşist şeflik rejimi, cinsel istismarı meşrulaştıracak ve çocuk evliliklerinin önünü açacak yasayı koronavirüs salgını günlerinde geçirme planları yapıyor. Meclis gündemine getirileceği açıklanan yasayla ‘erken evlilik mağduru’ olarak tanımlanan çocuk istismarcılarının affedilmesi ve cinsel istismarın meşrulaştırılması hedefleniyor. Çocuk istismarını aile meselesine dönüştürmeyi planlayan faşist şefin, üniversite kürsülerine oturttuğu sözde öğretim üyesinin pornografik konuşmalarının, din görevlilerinin, 12 yaşındaki kız çocuklarının gebeliğe hazır oldukları fetvalarının da şaşırtıcı bir yanı bulunmuyor. Kadınların bu noktada ne denli büyük bir öfke barındırdıklarını faşist şef, istismar yasalarını uygulama denemelerinde ortaya çıkan sonuçlardan biliyor. Cinsel istismar yasasına karşı mücadele kadın kitlelerini harekete geçirme ve örgütlenmenin geniş olanaklarını sunuyor. Sokak sokak, ev ev yürütülecek çalışmalarla kadınları bulundukları her zeminde harekete geçmeye çağırmalıyız. Cinsel istismarcıları aklama yasasının doğrudan muhatabı olan Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı binaları önünde yapılacak eylem ve etkinlikler kadar, buralarda kadın ve kız çocuklarıyla oturma eylemleri yapılabilir. Bu gündemle yapılacak sokak tiyatroları dönemin bir etkinlik biçimine dönüşebilir. Cinsel istismar yasasına karşı komünist erkekler de kendi sözlerini söyleyecekleri bildiri ya da el ilanları yoluyla erkeklere hitap edecekleri çalışmalar yürütmelidirler.
Özgür genç kadınlar arasında, cinsel istismar yasasına karşı ve artan yoksulluğun genç kadınlar bakımından ortaya çıkaracağı olası sorunlara karşı mücadele ve sokakları tutma çağrılarını büyütmeliyiz.
Sokaklar ve tüm yaşam alanları, erkek egemenlikçi kapitalist toplum düzeni için ölüm çanlarının her cepheden çalacağı alanlara dönüştürülmelidir. Kadın isyanıyla kadın devrimine yürümenin zamanındayız.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir