Önce OHAL, sonra pandemi ge- rekçesi ileri sürülerek pek çok alan devrimci demokratik talepli eylem ve etkinliklere kapatıldı. AKP-MHP faşist ittifakının yıkım, talan ve savaş politi- kalarına karşı söylenebilecek en küçük bir söz faşizmin saldırılarına uğradı. Kadın özgürlük mücadelesi de bu ya- saklara direnişiyle, kararlılığıyla karşı- lık verdi. Gelinen aşamada yasakların altında imzası olan İçişleri Bakanı Sü- leyman Soylu, geçmiş yıllardan daha farklı bir söz kurmak zorunda kaldı. 25 Kasım’da sokaklara çıkacak kadınları açık tehdit yerine şiddet uygulayan erkeklere “Kendinize gelin… Neyi ko- ruyorsun… Ayıptır” dedi. Kendilerinin ise “kadın cinayetlerini engellemek için ne kadar uğraştıkları” yalanını da peşine eklemeyi de unutmadan. Çeşit- li kurumların yayınladığı erkek şiddeti tabloları açıklanırken Soylu’nun “uğ- raşıları”nın stant açmak, şiddete değil kadınların önlerine barikat kurmak ol- duğu görüldü.
Van’da kadınların yürüyüşleri en- gellenirken Van Valisi’nin katılımıy- la polisler stant açtı. Gündüz Ankara Tuzluçayır’da stant açan polis, akşam eylemine saldırdı, kadınların yürüyü- şünü engelledi. Taksim’e çıkan kadın- ları işkenceyle gözaltına aldı. Kadı- köy’de bütün sokak aralarına barikat kurdu. Kadınlar barikatları aşa aşa meydanda bir araya geldi. Buna rağ- men kadınlar bulundukları yerlerde eylemlerini sürdürdü. Polis şiddetine de boyun eğmedi.
İşte bu irade, Soylu’yu konuşturan.
Gülen Cemaati’yle iktidar paylaşı- mında anlaşmazlığa düşen, ardından başarısız bir darbe girişimini fırsata çeviren, ardından MHP’ye sarılan fa- şist şeflik rejimi, halklara ve ezilen- lere açtığı savaşla birlikte ilan ettiği OHAL’le estirdiği teröre karşı kadın özgürlük mücadelesi bileşenleri so- kakları terk etmedi. Geriye düşen kitle hareketine rağmen, niceliksel bir dü- şüş olsa da sosyalist, feminist ve Kürt özgürlük hareketi bileşenleri kurduk- ları özgürlükçü kadın ittifakıyla yürü- yüşünü sürdürdü.
OHAL’in hemen ardından kadın kazanımlarına yapılan saldırı girişim- leri sokaklarda yanıtlandı. Kürtaj hak- kının sınırlandırılması, küçük yaştaki kız çocuklarının evlendirilmesi, infaz yasasında düzenlemelerle ilgili şiddet faillerinin serbest bırakılması ve son olarak da İstanbul Sözleşmesi’nden im- zanın çekilmesine karşı kadın hareketi sadece merkezi alanlarda değil, Türki-
ye ve Kürdistan’ın birçok kentinde ka- zanımlarını korumanın propagandasını ve eylemini çok yaygın bir şekilde dile getirdi. Yürütülen mücadele kadın ha- reketini birleştirmekle kalmadı, başta AKP olmak üzere erkek egemenliğinin cephesinde önemli bir gedik açtı.
Elbette erkek şiddeti bu açılan gediklerle son bulacak türden değil. Kapitalizme ve onun rejimlerine içkin olan erkek şiddetinin son bulması, onu besleyen zeminin ortadan kaldırılma- sıyla mümkün.
Kadın özgürlük mücadelesi bu ze- mini temizlemeye kararlı yürüyüşünü sürdürüyor. Birçok iç tartışmalarına rağmen, kadın hareketi birleşik ve yan yana yürüyor. İstanbul Sözleşmesi’n- den çekilme tartışmalarında irade sa- vaşını kazanan kadın hareketi, geçen yıla kıyasla 25 Kasım’a buradan aldığı güçle daha yaygın ve kitlesel bir şekil- de hazırlandı, haklılığını ve meşruiyeti- ni çok daha güçlü bir şekilde haykırdı.
Sömürgeciliğin bir süredir özel bir savaş politikası haline getirdiği kadın kimliğine yönelik saldırıları sokakta yanıtlanmaya devam ediyor. Türki- ye cephesinden tepkisi sınırlı da olsa devletin üniforma zırhının koruma- sı altında gerçekleşen Gülistan Do- ku’nun kaybedilmesine, İpek Er’in inti- hara sürüklenmesine, yanı sıra taciz ve tecavüzlerin faillerinin cezasızlık poli- tikasıyla korunmasına tepki de bu dö- nemde öne çıkan gündem oldu. Başta Kürt kadın hareketi olmak üzere faili üniformalı erkek olunca sömürgecilik şiddetini daha artırıyor, başta öncü ve önder kadınlar olmak üzere gözaltı ve tutuklama saldırıları peş peşe geliyor. Kürdistan’da birçok kentte süren ey- lem ve etkinlik yasaklarına takılmayan kadınlar özel savaş politikasına ev ev,
sokak sokak bildiri dağıtımından mor konvoylara, yürüyüşlerden ev ziyaret- lerine mücadelenin her koşulda ve her yerde devam ettiğini gösteriyor.
Benzer bir durumu Türkiye sahası için de söylenebilir. Faşizmin erkek yüzünün daha da belirginleştiği son yıllarda, kadın özgürlük mücadelesinin seyri de değişiyor, cins eksenli politi- ka, politik özgürlüğün kazanılmasına evriliyor. Bu değişimin izlerini geçti- ğimiz 25 Kasım’da, Las Tesis eylemle- rinde ve 2020’nin 8 Mart’ında gördük. Bir yandan engellemeler yeni araç ve biçimlerle boşa çıkarılmaya çalışılır- ken, bir yandan da öncü kadınların ey- lemleri yol açıcı oluyor.
25 Kasım Kadına Yönelik Şiddet- le Uluslararası Mücadele Günü, uzun süre sınırlı katılımla çok görünür olma- yan, ancak artan erkek-devlet şidde- tine gösterilen direnişle birlikte özel bir mücadele gününe evrilmesinde de bu toplam mücadelenin payı var kuşkusuz. Dominik Cumhuriyeti’nde- ki Trujillo diktatörlüğüne karşı direniş gösteren Mirabel kardeşlerin, dikta- törlük askerlerince tecavüzle katledil- mesine atfen ilan edilen şiddete karşı mücadele, faşizmin iki karakteristik saldırısını hedeflemeye başladı. Mira- bel kardeşler sadece katledilmedi, te- cavüz edildi. Siyasi ve cinsel kimlikleri saldırının hedefiydi. Ekin Wan’ın kat- ledildikten sonra çıplak bedeninin teş- hir edilmesinde olduğu gibi veya Şirin Öter’in vajinasına onlarca kurşunun sıkılmasında olduğu gibi… Veya Nadi- ra Kadirova’nın katledilmesinde AKP milletvekilinin aklanması, Şule Çet’in katillerinin sırtlarını AKP’ye yaslama- larında veya Pınar Gültekin’in katili- nin yakalanacağını düşünmemesinde olduğu gibi. Erkek-devlet şiddetinin
içiçeliği bu denli belirgin olmamıştı. Bir dönemin kadın hareketindeki “ka- musal-özel” ayrışması, bugünün so- mutluğunda devlet iktidarı ile erkek iktidarının örgütlü saldırganlığıyla de- neyim aktarımının konusu olacak gibi görünüyor.
Kadın özgürlük mücadelesini, diğer toplumsal mücadelelerden ayıran bir özelliği birleşikliği ise bir diğer özelliği de kullanılan farklı araç ve mücade- le biçimlerinin birbirine karşıt değil, tersine birbirini güçlendiren bir role sahip olması. Bu durum mücadele dinamiklerini besliyor. Bir yandan er- kek şiddetine karşı kendini dayatan özsavunma hattı, bir yandan da ge- niş toplumsal kesimin cins özgürlük- çü bir bakış açısıyla aydınlatılmasına hizmet eden araç ve biçimlerle, kadın özgürlük alanının genişletilmesi hattı. Bir yanda sosyalist kadın hareketinin kendi ideolojik çizgisinde yürüyüşü bir diğer yanda feminist hareketin veya Kürt kadın hareketinin kendi özgün politik varoluşunu sergilemesi. Hem ayrı hem de bütünleşik yürüyüşteki özgünlüğü faşist erkek egemen siste- min ezberlerini bozuyor, diğer yandan da kadın devriminin yolunu döşüyor.
Durumu an’la değerlendirmek veya konjonktürel olarak ele almak mücadelenin kazanımlarını ve sorun- larını anlamaya yetmeyecektir. Kadın- lar, sadece bugün değil her gün yürüt- tüğü mücadeleyle geleceğini kuruyor, kimi zaman geriye düşüyor, kendini yenileyerek ayağa kalkıyor ve yürüyü- şünü sürdürüyor. Sonuçta başta faşist şef Erdoğan olmak üzere, AKP-MHP faşist ittifakıyla sürdürülen savaşın kazananı örgütlü erkek saldırganlığı değil, kadın iradesi oluyor.
Keza hem hazırlık çalışmalarının hem de merkezi eylemlerin geçmiş yıllara kıyasla daha fazla yerellere yayılması başka bir kazanım olarak mücadele hanesine yazılmalı. Bu yıl Diyarbakır’dan İzmir’e, Adıyaman’dan İstanbul’a, Ankara’ya, Samsun’a Mer- sin’e onlarca merkezde 2020 25 Ka- sım yürüyüşleri, eylemleri yapıldı. Pandemi gerekçesiyle de alan yasak- larına seslerini birleştirdi, isyanlarını haykırdı.
İsyanında da direnişinde de kadın- lar faşizmi yeneceğini gösteriyor. Ka- dınlar kırıntıyla yetinmeyecek, dünya- yı istemeye devam edecekler. Tutuklu kadın siyasetçilerden Gültan Kışa- nak’ın sözünde olduğu gibi: “Ant olsun ki biz kadınlar en büyük kariyerimizi sizin saltanatınızı yıkarak yapacağız.”
(*) Atilim Gazetesi 27 Kasım 2020 454. Sayı