Erkek egemen sermaye düzeni, örgütlü tüm kurumları ile birlikte kadın cinsinin ezilmişliğini devam ettirmeye çalışıyor. Toplumsal yaşamın yazılı olan ve olmayan kuralları, hukuk normları, medya vb. aracılığı ile erkek cinselliğini kışkırtılması ve kadın cinselliğini baskı altına alınması bunun temel yöntemlerinden bazılarıdır. Bu sebeple erkek egemenliği, tüm kurumları ile birlikte ortadan kaldırılmadığı sürece kadınlar ve LGBTİ+’lar özgür olmayacaktır. Tam da bu yüzden kadın cinsine karşı işlenen her türlü suçla yani cinsel suçlarla mücadele etmek, erkeğin bireysel suçlarını hedef aldığı kadar bu suçlara zemin hazırlayan erkek egemen sistemi de hedeflemek zorundadır. Çünkü erkek egemenliği ve cinsel suç birbirine içkin ve birbirinden beslenen iki kavramdır. Bu nedenle mücadele iki yönlü olmalıdır. Bir taraftan erkek egemen sisteme karşı kadın özgürlük mücadelesi yürütmek esas alınmalı; diğer taraftan da bireysel erkek suçlarını tanımlamak, mücadele yöntemlerini geliştirmek için güncel gelişmeler ışığında iç tartışma, çalıştay, konferans gibi bir dizi etkinlik ile kolektif kadın aklını ve iradesini de oluşturmalıyız.
Kuşkusuz erkek egemen sistemin dayattığı insan ilişkileri ve kadınların yaşadığı aydınlanma, cins bilincinin gelişmesi, kadın özgürlük mücadelesinin kazanımları kadın-erkek, hetero ve LGBTİ+’lar arasındaki ilişkinin sayısız biçimde gelişmesine ve değişmesine neden olmaktadır. Nasıl ki erkek egemenliğinin güncel biçimleri toplumsal süreçlere bağlı olarak değişiyorsa, cinsel suçlar da toplumsal konumlara göre değişmektedir. Cinsel suçların çeşitliliği, sınırları, mücadele yöntemleri, ceza ve yaptırım biçimleri; içinde bulunulan koşullara ve zaman göre değişmektedir. Tüm bunlar canlı ve dinamik süreçlerdir. Bu nedenle bu yazımızda içinde bulunduğumuz koşullarda ve coğrafyada erkek egemenliğinden güç alan cinsel suçlarla mücadele anlayışına odaklanacağız.
Cinsel suçla mücadele anlayışımızın güncel yöntem ve uygulama metotları; sosyalist kadınların geçmişten bu güne kadarki deneyimlerinden, tarihsel birikimlerinden süzülüp geldi. Kadın devrimi programı ışığında cins özgürlükçü bir toplumsal düzen kurmayı görev edinmiş sosyalist kadınlar olarak yöntemlerimizi kavramak, kavratmak, uygulamak ve geliştirmek; kadın özgürlük mücadelemizin en önemli görevlerindendir.
İlk anda cinselliği hedefleyen davranış gibi algılanan cinsel suç tanımının kapsamı, cinselliği hedefleyen davranışlarla ya da cinsel saldırılarla sınırlandırılamayacak kadar geniş bir tanımı ve mücadele içeriğine sahiptir. Erkek egemenliğinin sonlandırılması için mücadele eden kolektif kadın iradesini tanımama, kadın örgütünün kararlarını uygulamama, her türlü şiddet biçimi (fiziksel, psikolojik, dijital…) cinsel suç olarak ele alınır. Çünkü bu davranışların her biri tek bir kadına karşı işlense bile kadının toplumsal ezilmişliğinden ve erkek egemenliğinden kaynağını alır ve bu tarihsel eşitsiz ilişkinin devamının sağlanmasına hizmet eder. Bu nedenle Sosyalist kadın Meclisleri (SKM) Cinsel Suçlar Yönetmenliği cinsel suç tanımını ve erkek egemenliği ile ilişkisini şöyle tarif eder:
“Cinsel suç; kadınlara, çocuklara, LGBTİ+’lara dönük, erkek egemen ayrıcalıklara dayanarak gelişen fiziksel, duygusal, cinsel, ekonomik ve dijital her türlü şiddettir. Cinsel suçun yelpazesi oldukça geniştir. Bu suçun oluşması için suç oluşturan fiilin illa cinselliği hedef alması, kişinin cinselliğine yönelmesi amacıyla işlenmesi veya cinsel içerikli olması gerekmez. Bu suçu işleyen kişinin, toplumun kendisine sağladığı erkek egemen avantajlarına yaslanarak hareket etmiş olması yeterlidir. Erkek egemenliğinin maddi koşullarının ortadan kaldırılmadığı her toplumsal zemin; sosyal ya da bireysel her türlü ilişkilenme biçimi cinsel suç potansiyeli ile yüklüdür. Burada gözden kaçırılmayacak temel nokta; cinsel suçla mücadeleyi suç ve yaptırım denklemi içinde değerlendirmenin yanı sıra kadınının erkek egemen her davranış karşısında kişisel ve kolektif refleksini de güçlendirmenin önemidir.”
Özel mülkiyetle birlikte kadının cinsel köleliğine dayanan sınıflı toplum düzeni yani erkek egemen sistem; evlilik yoluyla kadının cinselliğinin denetlendiği ve erkek cinselliğinin kışkırtıldığı bir toplumsal yapıdır. Sınıflı ve erkek egemenliğine dayalı bu düzende her türlü kadın-erkek ilişkisi, erkeğin ayrıcalıklarını koruma ve hegemonyasını kurumsallaştırması üzerine düzenlenmiştir. Sınıflı toplumlarda tüm insan ilişkileri böyle kurulur. İşçi patron, ebeveyn-çocuk, öğrenci-öğretmen, müşteri-satıcı, duygusal ve cinsel ilişkiler vb. erkek egemen normlara göre şekillenir. Bu ilişkilerin özü erkeğin toplumsal ayrıcalıklarının korunması, kadın ve LGBTİ+’ların ise toplumsal ezilmişliğinin devam ettirilmesidir. Aynı alanda yaptığımız bir işteki ücret farkı, ticarette karşılaştığımız hizmet kalitesi, meslek seçimi, siyaset yapma hakkının engellenmesi veya erkek tarzının dayatılması, eğitim hakkına ulaşımdan akademik kariyere kadar eğitimdeki toplumsal cinsiyet eşitsizliği gibi bir dizi ayrımcılığın temelinde yatan budur. Bu ilişkilerin cinsel suç boyutuna geçmesi ise kadınların tarihsel ezilmişliğinin ve erkeklerin ayrıcalıklarının bireysel ilişkilerde bilinçli ve iradi olarak kullanılması ile olur.
Elbette bazı insan ilişkileri belirli bir anda ortaya çıkar ve biter; ticaret ilişkisi, hizmet alma vb. gibi. Bazı ilişki biçimleri ise duygusal ve cinsel ilişki, yoldaşlık, arkadaşlık ilişkisi gibi belirli bir sistematiği olan ilişki biçimleridir. Her bir ilişki biçimi kişilerin niyetinden bağımsız erkek egemen karakter ve cinsel suç işleme potansiyeli barındırır. Ancak bu ilişki biçimlerinin sistematikliği gibi kişiler arası hukukun ve onların tabi olduğu ortak hukukun varlığı veya yokluğu; mücadele yöntem ve biçimlerinin ayrı olmasını gerektirir. Her türdeki erkek egemenliği ile mücadele yöntemlerimizin aynı olmaması bundandır. Örneğin ticaretteki toplumsal cinsiyet ayrımcılığına karşı tek tek erkek satıcı, tamirci, tezgahtar, patron vb. ile mücadele etmek için onların kadın ve LGBTİ+’larla kurduğu ilişkide dayanak noktası olan erkek egemen devleti ve toplumsal yapıyı yok etmeye yönelik bir mücadele yürütürüz. Bireysel ve sistematik ilişkilerdeki erkek egemenliğinin bazı biçimleri ise doğrudan iki kişi arasındaki hukuk, örgütsel hukuk, karşılıklılık ve gönüllülük esasına dayanır ve bunlarla mücadele etme biçimi daha özel olmak zorundadır.
Kadın cinselliğinin baskı altına alınmasına, erkek cinselliğinin kışkırtılmasına, kadının adalet arayışının zorlaştırılmasına, erkeğin yasalarca korunmasına itiraz etmek ve karşılıklı kabule dayanan ilişkileri buna göre düzenlemek bu özel biçimin ilk adımıdır. Örgütsüz bir kadının erkek egemenliğine dayanan sevgili, arkadaşlık ilişkisini reddetmesi; taciz, şiddet vb. suçlar karşısında özsavunma hakkını kullanması veya ifşa etmesi gibi bir dizi seçeneğe sahip olması ve bunları kullanması; cinsel suç ve erkek egemenliği ile mücadelenin bireysel yöntemidir. Belirli bir örgüt hukukunu benimsemiş, aynı program etrafında görev-sorumluluk, yoldaşlık, sevgili olma gibi bir dizi ilişki biçimi ile hemhal olan insanlar olarak sosyalistlerin cinsel suç ve erkek egemenliği ile mücadele anlayışları daha sistematiktir ve bazı özgünlükler barındırır.
Sosyalist Kadınların Cinsel Suçla Mücadelesi
Erkek egemen sermaye düzenin devamlılığı ve korunması için erkek egemenliği her gün toplumsal üst yapı (hukuk, medya, toplumsal ilişkiler vb) aracılığı yeniden üretilir. Bu nedenle erkek cinsi, erkek egemen düzenin ona sağladığı ayrıcalıklardan azade yetişmez. Devrimci olmak, sınıflı ve erkek egemen toplum yapısını değiştirmek veya ortadan kaldırmak istemek erkek için doğrudan ayrıcalıklardan sıyrılma halini beraberinde getirmez. Ancak toplumsal mücadele yürüten örgütlü erkek için değişimi kendinden başlatma yükümlülüğü olduğu anlamına gelir.
Erkek egemenliğine dayanan burjuva hukuk normları suç ve ceza tanımları; ezilen cinse ve ezilen cinsel kimliklere dönük suçları önlemekten uzak olduğu gibi erkek egemenliğinin yarattığı konforlu alanları güçlendirir. Bundan kaynaklı sosyalist kadınların cinsel suçla mücadele anlayışı; kadın cinsinin toplumsal eşitsizliğinin giderilmesine, kadın cinselliğinin özgür yaşanmasına, cinselliğin erkek hazzına, talebine, isteğine ve ayrıcalıklarına dayalı yaşanmasını önlemeye, bu ilişki biçiminin suça dönüştüğü an kadından yana adaletinin sağlanmasına dayanır. Bu mücadelenin bir yanı erkek egemen davranış ve ilişki biçimleri ile ideolojik mücadele yürütmeyi gerektirirken; bir yanı da suç-ceza-yaptırım denkleminde süreç işletmeyi gerektirir.
Politikada, örgütsel çalışmada, teoride, yoldaşlık ilişkilerinde ve günlük yaşamda kadın iradesini tanımama veya zayıflatma, kadın aklına güvensiz yaklaşma, kadın teorisine ve politikasına ilgisiz davranma, kadın cinselliğini aşağılama, kadını cinsel nesne olarak görme gibi bir dizi davranış erkek egemenliğinin davranış örnekleridir. Bunlara karşı mücadelemiz her gün sürekli biçimde olmalıdır. Ancak bu davranışların belirli bir sistematik hale dönüşmesi, iradi olarak tekrarlanması, bir kadını ezme amacıyla süreklileştirilmesi, değersizleştirilip esnetilmesi veya sömürü ilişkisine dönüşmesi; erkek egemen davranışlarla ideolojik mücadeleden çıkarıp cinsel suçla mücadele yani suç-ceza denklemine sokar.
Cinsiyetçi küfür, argo erkek egemenliğinin kadın cinselliğini hakaret olarak kullanmasının sonuçlarıdır ve sosyalist kadınlar olarak cinsiyetçi küfür ile ideolojik mücadele yürütürüz. Hatta politik mücadelenin konusu da yaparız. Ancak cinsiyetçi küfür biçiminde olmasa bile bir kadının cinselliğini, cinselliği yaşama biçimini, cinsel bir deneyimini; ortamlarda konuşmak, kadını değersizleştirmenin, önyargı oluşturmanın, duygu örgütlemenin aracına dönüştürmek cinsel suçtur.
Yoldaşına bağırmak, sözünü kesmek, fikrini değersizleştirmek yoldaşlık ilişkisi bakımından sorunlu ve mücadele edilmesi gereken yaklaşımlardır. Sosyalist erkek bu davranışları sosyalist bir kadına karşı yapıyorsa erkek egemen davranıştır ve ideolojik mücadele konusudur. Ancak duygusal ilişkide, örgütsel çalışma sahasında, toplantıda vb. kadınların sözünü kesmek, sistematik şekilde mobbing uygulamak, kolektif kadın aklını küçümsemek, bunu bir kadının özneleşmesini engellemek için sistematik hale getirmek, iradi ve bilinçli bir tutum olarak devam ettirmek elbette cinsel suç kapsamındadır.
Duygusal bir ilişkide ortaya çıkan kıskançlık, kaynağını özel mülkiyet ilişkisinden alır. Kadını kendine ait gören erkek, ‘sahip olduğu bir metayı’ koruma, kontrol etme, paylaşmama eğilimi ile hareket eder. Kadının giyimine, arkadaşlarına, zamanı kullanma biçimine karışma, müdahale etme gibi davranışlar; duygusal ilişkilerde erkek egemen davranışlarla mücadele kapsamındadır. Duygusal ilişkide yaşananları kadını yıpratmanın aracına dönüştürme, kadının sosyal ve politik ilişkilerine doğrudan müdahale etme, kadının seçimlerini ‘aşk-sevgi’ denkleminde tartışma, “Sen erkekleri tanımazsın, safsın, bilmezsin, sana güveniyorum ama etrafa güvenmiyorum” gibi sözlerle kadın aklını küçümseme ve değersizleştirmeye dönüştüğünde cinsel suçtur.
Karşılıklı duyguya dayanan ilişkilerde taraflardan birinin duygusunun bitmesi, bir ilişkiyi sonlandırmak için yeterlidir. Taraflardan biri veya ikisi duygu azalmasını veya bitmesini tarif etmeden de bir başkasına ilgi duyabilir. İlişkide duyguların durumu, şiddeti ile ilgili açık olmak, duyguya dayanmayan ilişkiye devam etmemek; kadın ve erkeğin geleneksel rollerle bağını koparma ve özgürleşme mücadelesi temelinde ele alacağımız bir konudur. Erkeğin aşk duygusunun bittiği bir ilişkiyi devam ettirmesini beklemek ve tartışmak ikili ilişkilerdeki paylaşıma dayalı ve gönüllülük anlayışına uygun değildir. Ancak duygusal ilişkisini bitirmeden erkeğin başka bir kadınla ilişki yaşaması, iki kadının duygusunu istismar etmesi ve cinselliğini sömürmesi bakımından cinsel suç kapsamındadır. Her bir örnekte yaşanma biçimine göre farklılık olsa bile bir kadına ilişkiyi bitirme hakkı tanımama, onun duygusunu önemsememe, bir başka kadının ilişkiye başlama veya başlamama hakkını tanımama; duygusal ilişkileri erkek egemenliği temelli kurmaktır ve elbette kesinlikle bir suçtur. Bu suçun niteliği, ceza-yaptırım denklemi, somut hali her bir örnekte değişir. Ama bu konuya yaklaşımda kadın ilkeleri ve cins özgürlükçü bakış açısı esastır.
Duygusal ve cinsel ilişkiler, yaşanma biçiminin her insana ve koşula göre farklılaşmasından kaynaklı sayısız biçimde yaşanabilir. Bu ilişki biçimlerini uzun bir liste içinde suç olan veya olmayan diye tarif etmek hem abestir hem de neredeyse imkansızdır. Bunun yerine neyin suç olup olmadığını tarif etmek değil, bir davranışın ne zaman suça dönüştüğünü tarif etmek daha esaslı bir yöntemdir. Örneğin birine cinsel arzu duymak her iki cins için de suç değildir. Bir kadın bir erkeği arzuladığı gibi bir erkek de bir kadını arzulayabilir. Bir kadın bir erkeğe karşılıksız duygu beslediği gibi bir erkek de bir kadına karşılıksız duygu besleyebilir. Kadının karşılık vermediği her duygu elbette suç değildir. Ancak kadını duyguya karşılık vermeye zorlamak, kadının duygusunu önemsememek, kadının duygusunu değersizleştirmek tabi ki suçtur.
Cinsel Suçlara Mücadele Araç ve Biçimi
Cinsel suçla mücadelenin amacı sadece bir davranışı soruşturma konusu yapmak ve erkeğe ceza vermek değildir. Bilinçli ve iradi olarak erkek egemen ayrıcalıklarını kadın ve LGBTİ+’lara karşı ezme ve sömürülme ilişkisine dönüştürmenin önüne geçmektir. Örgüt sistematiği içerisinde yer alarak değişim isteği beyanında bulunan sosyalist erkeklerin, kolektif kadın iradesi aracılığı ile işledikleri suçlarla yüzleşmesi, değişmesi ve kadın yanlı adaleti kabul etmesidir.
Erkek cinsinin kadınlara, LGBTİ+ ve çocuklara karşı işlediği suçların hesabının sormak, erkek egemen ilişki biçimlerine son vermek, kadının özgürleşmesi erkeğin insanlaşması ve cins ayrımsız bir dünya kurmak için mücadele yürütüyoruz. Bu mücadelenin bugünkü güncel görevlerinden biri kadın cinsine karşı işlenen tekil suçlarla mücadele etmektir. Bu yüzden bir taraftan toplumsal ilişkilerdeki erkek egemen davranışlar ve ilişki biçimleri ile ideolojik, politik ve teorik mücadele yürütürken diğer taraftan örgütlü erkeklerin işlediği cinsel suçlarla mücadele ediyoruz. Bu mücadele tek tek kadınların müdahalesini, kadınların güçlendirilmesi ve özneleşmesini gerektirse de tek tek kadınların dirayetine bırakılamayacak kadar derin ve kıran kırana bir çarpışmadır. Her kadın aynı müdahale gücüne sahip olmak durumunda değildir. İster örgüt içinde ister toplumsal yaşamda erkek egemenliği ile mücadele kolektif kadın örgütlülüğüne, kadın aklı ve iradesine yaslanmalıdır. Toplumsal cinsiyet atölyeleri, ilk söz son söz hakkı, cins raporları, kota uygulamaları, eşit temsiliyet, pozitif ayrımcılık ilkelerimiz ile kadın örgütümüz içerisinde kadınların özneleşmesi; erkek egemenliği ile mücadele için kolektif haklarımızın teminatıdır.
Suç veya erkek egemen yaklaşım karşısındaki mücadele, erkeği cezalandırmaktan ziyade kadını güçlendirmeyi esas almalıdır. Bu durum suça maruz kalan kadının yanında olmaktan cinsel suç karşısında özsavunma hakkının kullanmasını, erkek egemen sistemin yıkılması için öncü bir kadın olarak öne çıkmasından erkek egemen sisteme karşı kolektif kadın aklı ve iradesi ile birlikte yol yürümesi için kadın örgütünün büyütülüp geliştirilmesine kadar bir dizi aracı kapsar. Aynı zamanda erkeğin suçlarını soruşturma konusu yaparak erkeğin karşısına kolektif kadın iradesini çıkarmak da bu mücadelenin bir yanıdır. Kolektif kadın iradesi; cinsel suçlara göz yumulmayacağını ortaya koyan yönetmelik, yöntem, uygulama, araç ve biçimler gibi süreçlerin ortaya koyulması kadar bu süreçlerin uygulanmasında irade olmayı da beraberinde getirir. Kolektif kadın aklının her bir kadını güçlendirmesi ve her bir kadının da kolektif kadın aklı ve iradesini güçlendirmesi ilişkisidir. Mükemmel bir cinsel suç yönetmeliği, anlayışı oluşturulabilir ancak bu yönetmeliğin hayata geçmesi kadın örgütünün güçlenmesiyle mümkündür. Kadını güçlendirmeyen bir yönetmeliğin eksik ve yarım kalacağı da aşikardır. Eksikliklerine, hatalarına, tamamlanmamış yanlarına rağmen kadınların örgütlü gücü ancak o örgütü güçlendiren kadınların gücü kadardır. Örneğin kadın örgütünün eksik veya hatalı bir süreç yönetiminde veya kararında; cinsel suça karşı öfkemizi nereye yönelteceğimiz belirleyicidir. Suçu unutup tüm öfkenin hata veya eksik yapan kadın örgütüne yöneltilmesi veya kadın örgütünü mahkum etmek, iradesini kendi elimizle kırmak neye ve kime yarayacaktır? Tıpkı kadınları tek tek hatalarından dolayı mahkum etmenin, affetmemenin, öfke ve güvensizlik duymanın erkek egemenliğine su taşıyacağı gibi kolektif kadın iradesinin ve örgütünün zayıflaması da kadın cinsini erkek egemen sistem karşısında savunmasız hale getirecektir.
Erkeği Dönüştürmek Ama Nasıl?
Bugün devrimci mücadele içerisindeki erkeklerin erkek egemenliğinden azade olmadığı, kadın özgürlük mücadelesi ile mesafeli ilişkilenmenin erkeğin devrimci gelişiminin önünde engele dönüştüğü, toplumsal cinsiyet rollerinin sadece kadınların değil erkeklerin kurtuluşu önünde de bir engel olduğu apaçık bir gerçek olarak karşımızda duruyor. Erkek egemenliği ile barışık sosyalist bir erkeğin, militan ya da teorik birikiminin yüksek olmasına rağmen devrimci pratiğinin eleştirisinin kadın örgütü engeline takıldığı da başka bir gerçektir. Kadın devrimi programı etrafında iradeleşen ve özgürleşen kadınlar; erkeğin cins özgürlük mücadelesi ile ilişkisini kadının ezilmişlik tarihinden ibaret görmüyor. Sosyalist erkeklerin “Ben şu sorumluluğumu yerine getirdim” dediğinde erkek egemenliğinden kopuşmadığını da biliyor. Sosyalist erkeklerin kadın örgütü ile kurduğu ilişkiyi; kadın iradesini kolektif olarak tanıyor mu, iradesini tanıdığı kadınları seçiyor mu, erkek egemenliği ile yüzleşiyor mu, erkek egemen ayrıcalıkları ve konforu ile mücadele ediyor mu, kadın cinselliği ve kendi cinselliği arasında seçim yapıyor mu gibi sorulara vereceği cevaplarla değerlendiriyoruz. Cinsel suçla mücadeleyi suçun ortaya çıktığı anla sınırlamadığımız gibi ceza vermekle de sınırlamıyoruz. Sosyalist erkeğin işlediği suçun siciline işlemesi, yönetici görevlere getirilirken siciline bakılması, kadın örgütünün fikri; cinsel suçla mücadelenin sürekliliği ile ilgilidir. Sosyalist erkeklerin, erkek egemenliği ile yüzleşme ve değişim çabası kolektif kadın aklımızın gücü ve iradesine göre değişiyor. Sosyalist kadınların erkek egemenliği ve onun sonuçları ile mücadelesi elbette tek tek erkekleri değiştirmeyi esas almıyor. Tıpkı kapitalizme karşı mücadelenin tek tek patronları hedeflemediği gibi. Ancak kapitalizme karşı mücadelede patronlar karşısında işçi sınıfının ekonomik haklarının genişletilmesi gibi erkek egemenliği karşısında kadınların güçlendirilmesi ve erkek egemenliğinin sınırlarının daraltılmasını içeriyor. Bu nedenle kaynağını erkek egemenliğinden alan cinsel suçlar karşısında bireysel cins öfkemizi kolektif cins öfkesine dönüştürmeli ve ezilen cinsin mensubu olarak değil öncüsü olarak ilişkilenmeliyiz.
Kadın özgürlük mücadelesinin öncüleri olan sosyalist kadınlar olarak, erkeğin ayrıcalıklarına dayanan ezilen cins ve cinsel yönelim üzerindeki saldırı, sömürü ve baskı ile mücadele ediyoruz. Bu biçimlerin tamamını cinsel suç olarak tarif etmek, başlı başına kadın özgürlük mücadelesini cinsel suçlarla mücadele olarak tariflemek olur. Cinsel suç ile mücadele erkek egemenliği ile mücadelenin bir parçası olsa da erkek egemenliği çok daha kapsamlı bir mücadele yani kadın devriminin konusudur. Erkek egemenliğinin maddi dayanakları ortadan kaldırılmadığı sürece cins özgürlükçü bir toplum inşa edilemez. Toplumsal cinsiyet rolleri, aile, evlilik boşanma, ev içi emek ve ucuz işgücü sömürüsü, kadın bedeni üzerindeki tasarruf vb. erkek egemen sistemle mücadele alanlarımızdan bazılarıdır. Cinsel suçlarla mücadelenin en temel noktası suçu oluşturan toplumsal koşulların yani erkek egemen düzenin yıkılmasıdır. Elbette bu durum, erkek egemen sistemden güç alarak erkek ayrıcalıklarını kadın ve LGBTİ+’lar üzerinde hegomonya kurmak için kullanılan her bir davranışla mücadele etmeyi dıştalamaz. Aksine bugünden örgütlerini, denetimini, ilkelerini, mücadele yöntemlerini oluşturmadığımız toplumsal sistem; cins özgürlükçü olamayacaktır.