Lübnan Komünist Partisi Merkez Komitesi Üyesi Jana Nakhal ile Lübnan kadın hareketi üzerine
konuştuk. Parti içinde kadın ve gençlik örgütlenmesinden sorumlu olan Nakhal, kadın hareketinin
geçmiş deneyimlerini, son dönemdeki kitle hareketi ile bağını ve kadınların parti içi erkek egemenliği
ile mücadelesini anlattı.
Lübnan kadın hareketinin gündemleri talepleri nelerdir?
Aslında Lübnan kadın hareketinin gündemleri ve talepleri elbette çok geniş ama en genel bakış
açısıyla üç başlıkta özetleyebiliriz. Birincisi, kadınların yasal statüsüyle ilgili talepler. Özellikle evlilik
içerisindeki statüleriyle ilgili. Çünkü Lübnan’da kadınların kişisel statüleri din tarafından belirleniyor.
Bu nedenle aslında medeni kanunda evlilik biçiminin belirlenmesine ihtiyaç var. Yasalarda değişiklik
isteyen talepler de var. Örneğin, Lübnan’da tacize ve tecavüze ya da kadına yönelik şiddete karşı,
sokakta veya işyerinde tacizle ilgili bir yasa yok. O yüzden kadına yönelik şiddeti önlemeye yönelik
sert ve net önlemlerin ifade edildiği yasa değişikliği talebi var. Özellikle ev içi şiddet ile ilgili de yasa
değişikliği talep ediyoruz.
Elbette yasa değişikliklerinin yanında bütün erkek egemen toplumlarda olduğu gibi cinsiyetçi bakış
açısı da hakim. Kadınların daha az yetenekli gösterilmesi, erkeklerin de ne kadar güçlü olduğunu
kanıtlaması gereken bir anlayış bu. Kadın hareketinin toplumsal yaşamda cinsiyetçi söylemlere ve
cinsiyetçiliğe karşı bir mücadele ekseni var. Bunun yanında tecavüz kültürüne karşı gelişen bir hat da
var. Çünkü bir kadın tacize veya tecavüze uğraşmışsa bu muhtemelen onun hatasıdır, kadın kesin bir
şey yapmıştır diye bakılır. İlk önce; “O ne yaptı” diye sorulur daima.
Bir başka mesele de politikada kadınların temsiliyeti ve politikaya katılımıyla ilgili yaşanan
sorunlarımız. Kadınların temsiliyeti halen sınırlı ve daha çok arka planda tutulmaya çalışılan özneler.
Bize; “Siz bir lider olamazsınız”, “Siz bir şey organize edemezsiniz ancak bize yardım edebilirsiniz”,
“Politika yapamazsınız” deniliyor. Bu bizim için önemli bir sorun. Çünkü politika üretmek veya bir
kadın olarak politik bir söz kurmak isterseniz illa doktora yapmış olmanız lazım. Herhangi bir erkek
herhangi bir şey söyleyebilir ama kadınlar için bu geçerli değil. Politik mücadelede de kadınlar yine
birçok sorun yaşıyor. Mesela erkek bir politikacıyı beğenmeyen veya eleştiren bir erkeğe karşı, “Kötü
politikaları var, iyi bir insan değil, kötü bir insan…” gibi söylemlerde bulunur. Ama bir kadını
kötülemek isterse ilk söyleyecekleri şey kadının orospu olduğudur. Politik kadınlara cinselliği
üzerinden saldırılarda bulunuluyor. Bu yüzden de bir kadın politikaya katılmadan önce on bin kere
düşünüyor, çünkü ilk önce onun özel hayatına bakılacak. Tabi bunların hepsinin üzerinde sınıf farklılığı
da söz konusu. Yani burjuva kadınlar sonuçta paraya, eğitime ve farklı seçeneklere sahip oldukları için
bunları elbette yaşıyorlar ama işçi ve emekçi kadınlarla aynı biçimde değil. İşçi, göçmen ve mülteci
kadınlar için bu sorunlar daha ağır yaşanıyor.
Lübnan’da kadınlar pandemiden nasıl etkilendi?
Kadınların, şiddet nedeniyle karakolları arama oranın yüzde yüz arttı ki bu aslında az bir oran. Çünkü
şiddet uygulayan erkeğin polis olması nedeniyle, polisi aramaya korkan kadınlar da var. Polisi veya
karakolu aradığında kocasının onu öldüreceğini düşünen ve bu yüzden korkup karakolu aramayan kadınların sayısı da oldukça yüksek. Pandemi sürecinde özellikle yalnız yaşayan kadınlar için ekonomik
ve sosyal bağımsızlığı sürdürmek giderek daha zor hale geldi. Çünkü artık daha az iş olanağı var ve
daha az para kazanabiliyorlar. Bu nedenle, ailelerin evlerine geri dönmek zorunda kalıyorlar. Bu da
ekonomik, sosyal, cinsel ve politik bağımsızlığı kaybetmek demek. Ailelerin çoğuyla politik çelişkiler ve
sıkıntılar yaşıyorlar. Ailelerin çoğu muhafazakar veya dindar. Bu nedenle aslında eve dönen
kadınlardan dini kurallara uyması bekleniyor, bu da onların bağımsızlıklarını kaybetmesi anlamına
geliyor elbette. Bir başka mesele de kadınların ev içi sorumluluklarının katlanmış, artmış olması.
Çünkü artık koca ve çocuklar sürekli evde. Okullar kapalı olduğu için 7/24 çocukların eğitimine dikkat
etmek, kocanın bakımına dikkat etmek, kocayla ilgilenmek demek. Çünkü evdeki koca sürekli yemek
yemeyi, kadının onunla ilgilenmesini bekliyor. Kadın, gün boyu hizmet sağlayıcı olarak çocuklara ve
kocasına bakmak zorunda kalıyor.
Lübnan kadın hareketinin bugüne kadar biriktirdiği mücadele deneyiminden de biraz bahsedebilir
misiniz?
Lübnan’da kadın özgürlük mücadelesinin tarihi 4 farklı dönemden oluşuyor. Birinci dönem, 1975
öncesi iç savaş dönemi. Aslında bu dönem, biraz daha liberal, kurtuluşçu, sol ve radikal politikaların
geniş kitlelerce sahiplenildiği bir dönem. Bizim şuan durduğumuz yerden baktığımızda bazı taleplerini
çok radikal bulduğumuz oluyor. İşçi sınıfının ve sendikal hareketin güçlü olduğu bu süreçte kadınlar,
taleplerinin kabul edilmesi konusunda örgütlerini zorluyor. Kadınlar sol örgütlerde de güçlü ve
onlarda bu talepleri destekliyor. Bu süreçte sendikal ve sol hareket içerisinde kadınlar oldukça çok
şehit de veriyor.
İkinci dönem ise; 1975’ten 1991’e kadar olan dönem. Burada da iki düzeyden bahsedebiliriz, birincisi
ulusal özgürlük ile ilgili mücadeleye katılan kadınların durumu. Filistin’in özgürleşmesi, Lübnan’ın da
İsrail işgalinden kurtulması mücadelesine kadınların katılımı oluyor. Burada özellikle Kürt kadınlarının
temsiliyeti ve katılımının da belirleyici olduğunu belirtmek lazım. Kürt kadınlarının, İsrail işgalinden
kurtulmak için Lübnan ordusuna katıldığı bir dönemdi. Aslında kadınların hem askeri ve politik
eylemlere ve mücadeleye daha fazla katılımı söz konusudur. Üçüncü dönem ise bu dönemin iç savaş
dönemi. İç savaş dönemi, daha çok mezheplerin birbirleriyle savaşı olarak nitelendirildiği için solun
çok katılmak istemediği ve katılmaya gönüllü olmadığı bir iç savaş dönemidir. Ama burada da yine
kadınların komünal ve sosyal olarak mücadeleye ve politikaya katılımıyla ilgili farklı sorunlar
yaşanmaya başlıyor.
Dördüncü dönem ise elbette 1991'den sonra iç savaşın bittiği dönem. Bu dönemde kadın hareket iç
savaş öncesi döneme dönmeye çalışıyor ve sahneye neoliberalizm çıkıyor. Neoliberalizm çıkınca da
para ve sivil toplum örgütleri gündeme gelmeye başlıyor. Bu dönem aslında kadın özgürlük
hareketinin, sivil toplumcullaşmaya başladığı bir dönem olarak tanımlanabilir. Emperyalizmin kadın
özgürlük mücadelesindeki kadınlara, feministlere ve sivil toplum örgütlerine, hem para sağladığı hem
de kendi söylemini yaydığı bir süreç. Böylece kadın özgürlük mücadelesi, kadınlara hizmet sağlayan
kurumlar haline getiriliyor.
10 yıl sonra çoğunluğunu genç kadınların oluşturduğu bir dalga ortaya çıkıyor. Bu dalga sadece
sahada olmayı değil de bilgi üretmeyi de hedef alıyor. Marksizm ve feminizm üzerine daha fazla
okuyan, araştıran ve buradan kadınların bilgisini üretmeye çalışan birde dalga söz konusu.
Son birkaç yıldır Lübnan’da vergi artışlarına ve yoksulluğa karşı kitlesel eylemler yapılıyor. Bu
eylemlere kadınların katılım düzeyi nasıl?
Kadınlar, ilk günden itibaren talepleri ile birlikte eylemlerin içindeydi. Eskiden de eylemlerin en
önünde yer alıyorlardı. Ama genellikle medya bunu saklardı, göstermezdi. Yeni olan şey medya bizi
görmeye başladı bu süreçte. Kadınlar hareketin içinde politik, sosyal ve dini değişikliklere dair
taleplerini de dillendirdi. Kadınlar sadece sokağa değil karar verme süreçlerine de aktif olarak
katılıyorlar. Eylemlerin nasıl örgütleneceği, nerede hangi eylemin olacağı, taleplerin ne olacağı ve
nasıl dillendireceği gibi tüm süreçlerin aktif katılımcısı, yöneticisi ve uygulayıcısı da olmaya
çalışıyorlar. Aslında devrimin nasıl görüleceği ve nasıl örgütleneceği sürecine katılarak birlikte karar
vermeye çalıştılar. Kadınların eylem ve bu ayaklanmadaki varlığının ne kadar güçlü olduğunu aslında
iki şeyle ölçebiliriz. İlki liberal ana akım medyanın kadınların eylemdeki varlığını cinselleştirmesi ve
eylemci kadınları cinsel bir imaj haline getirmesi. Eylemdeki kadınları cinsel obje haline getirmeye
çalışıyor. Örneğin eylemlerdeki kadınların fotoğraflarını daha çok popoya ve memeye odaklanarak
çekiyor. “Güzel kadınlar eylemde” gibi haberler yapıyorlar. Arap ve Lübnan medyası özellikle “güzel”
kadınların sokakta, eylemde olduğu bir imaj yaratmaya çalıştı. Bir de dindar medyanın kadınların
sokaktan çekilmesine dair yaptığı yayınlar vardı. “Bu kadınlar artık orospu oldu, onların geri çekilmesi
lazım” diyorlardı. Aslında bu iki medyanın ortak yanı şuydu: Kadınların eylemdeki varlığı o kadar güçlü
ki onları böyle göstererek sindirmek gerekir.
Lübnan’daki kadınların Müslüman ve Hristiyan gibi dinsel bölünlemeleri aştığını söyleyebilir miyiz?
Bu dinsel bölünme tam olarak aşılmış değil ama muhafazakâr bir kadın hareketi de var. Farklı dinler
ve mezhepler var. Muhafazakar kadın hareketi ve diğer kadın hareketleri bakımından dinsel
ayrışmanın aşıldığını söyleyemeyiz. Ama radikal sol ve Marksist bir perspektiften bakanlar için bu
dinsel bölünme aşıldı. Çünkü baktığımız şey sınıf ve ayrıcalıklar.
Lübnan Komünist Partisi’nin kadın örgütlenmesi nasıl ve kadınların partide örgütlenmesi için özel
politikalarınız var mı?
Kadın İlişkileri Bürosu var. Kadınların partiye nasıl katıldığı, neden katılmadığı, parti içerisinde ne gibi
ayrımcılığa maruz kaldığı gibi sorunları çözmek, izlemek ve bunlara dair politika geliştirmek için var. O
yüzden; “Biz kadın kolu değiliz” diyoruz. Bir de tabi ki parti içinde kadın özgürlükçü, feminist bir ortam
oluşturulmaya ve eğitim politikasını parti içi kadroların eğitimi perspektifinden inşa etmeye
çalışıyoruz. Büro kadınların parti içi konumunu anlamaya çalışıyor, ne gibi ayrımcılıklara maruz
kalıyorlar, bu ayrımcılıkların aşılması için ne gibi eğitim veya programlar geliştirmek gerekiyor. Erkek
egemenliğine dayanan davranışlar neler ve erkekleri kadın özgürlükçü ve feminist bir perspektiften
nasıl eğitebiliriz, hangi davranışların erkek egemen olduğunu kavratabiliriz gibi çalışmalar yürütüyor.
Son yıllarda çok güçlü bir uluslararası kadın hareketi var ve farklı ülkelerden kadınlar birbirleriyle
etkilişime giriyor. Yani enternasyonal kadın dayanışmasını örgütlemekte geçmişe oranla daha
gelişkin bir düzey yakaladılar.
Lübnan kadın hareketi uluslararası kadın hareketiyle nasıl ilişkileniyor?
Uluslararası anlamda bizim özellikle sendikal hareketle bağlarımız var ve onlarla birlikte çalışıyoruz.
Bunun sebebi Lübnan’da kadın göçmen işçilerin varlığının yüksek oluşu. Çünkü hem geldikleri ülkenin
sendikalarıyla ilişkili olabiliyorlar, hem de Lübnan’daki sendikalarla ilişkileri oluyor. Bu nedenle uluslararası sendikal hareketle ilişkilerimiz var. Komünist ve feminist örgütlerle ilişkilerimiz var.
Dünyadaki farklı platformlara dahil olan aynı zamanda Lübnan’da temsilciliği bulunan örgütlerin,
örgütleriyle ilişkilerimiz var. Kürtlerin ve Filistinlerin örgütleri var ve onlarla ilişkimiz sürüyor. Birde
tabi ki Dünya Kadın Yürüyüşü gibi ilerici ve feminist örgütlerle de ilişkimiz var.
Uluslararası kadın hareketi 4 yıldır kadın grevi örgütlüyor. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Kadın greviyle ilgili elbette bilgimiz var. Biz parti olarak katılmadık. Bildiğim kadarıyla, Lübnan’daki
örgütlerin çoğunluğu da katılmadı. Biz gerçekten farklı bir düzeydeyiz. Bir günde bir grev örgütlemek
durumda değiliz. Ülkedeki feminist ve antikapitalist örgütler olarak aslında çoğumuzun daha yerel bir
perspektifi var. Aslında uluslararası hareketin bir gündemi pek çok ülkede ortalığı kasıp kavuruyor
olabilir ama yerel anlamda oraya yansıması yoksa eğer o konuya vakit ayırmayı doğru bulmuyoruz.
Yani insanlar elbette o konudan haberdar olsun, yavaş yavaş ona dair daha fazla bilgi sahibi olsun
isteriz. Ama güç ayırmak şuan için bizim için zor olacağından böyle bir yerel perspektifimiz yok.
Ülkedeki kadın hareketiyle ilgili önemli bir noktanın da altını çizmek isterim. Daha çok önemsediğimiz
eğilim, kırsal bölgedeki kadınların örgütlenmesidir. Çünkü örgütler iç savaş öncesi ve sonrasında
aslında hep kentlerdeki daha eğitimli, görece daha ayrıcalıklı, kadınların örgütlenmesine yönelmişti
ama şimdi biz de köylerdeki görece daha şansız ve ayrıcalıkları olmayan sınıftan kadınların
örgütlenmesine dair bir yönelim içerisindeyiz.