İSTANBUL SÖZLEŞMESİ’NE KAŞRI ÇIKAN ŞULE PERİNÇEK’İN ANTİ-EMPERYALİST DEMOGOJİLERİ / Sezin Uçar

Fatih Altaylı 22 Temmuz tarihinde Habertürk Gazetesi’ndeki köşesinde; Doğu Perinçek’in
İstanbul Sözleşmesi’yle ilgili fikirlerinden dolayı eşi Şule Perinçek’e ithafen, “Sevgili Şule
Perinçek Sustur Şunu” başlıklı bir yazı kaleme aldı.
Fatih Altaylı’nın İstanbul Sözleşmesi’nin gerekliliğini savunurken kullandığı ataerkil
argümanları ve eşinin fikirleri nedeniyle bir kadını nesneleştirmesini, şimdilik bir kenara
bırakıyoruz. Biz daha çok Şule Perinçek’in bu yazıya karşılık kaleme aldığı Washington
Sözleşmesi başlıklı yazısını, bu yazının dayanaklarının en pespaye şekilde teorize edildiği
Ağustos 2020 tarihli Teori Dergisi’nin; “İstanbul Sözleşmesi ya da Tanzimatçılık” başlıklı
dosyasını ve Erdoğan faşizminin destekçisi Perinçek çizgisinin kadın politikasını ele almak
istiyoruz.
Erkek egemen faşist şeflik rejimi, kadın kazanımlarına dönük esaslı bir saldırı hazırlığı için,
İstanbul Sözleşmesi’nden çıkma ve bu sözleşmenin getirdiği tüm yükümlülükleri bertaraf
etme yönünde planlarını uygulamaya başladı. Bu elbette son birkaç aylık tartışma ve plan
değil. AKP-MHP-Ergenekon ittifakı; içerdikleri tüm eğilimlerle birlikte, erkek egemen
rejimin bekası için temel bir engel olarak kadın hareketinin gelişiminden rahatsızlık duyuyor.
Her fırsatta kadınların kazanımlarını farklı gerekçelerle ortadan kaldırmaya çalışıyorlar. Daha
önce 6284 Sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Yasa,
“Türk aile yapısına uygun olmadığı” gerekçesiyle kaldırılmak istenmiş, kadınların
istemedikleri evlilikleri sürdürmeleri için nafaka hakları, gasp edilmek istenmişti. Bunlar
elbette politik İslamcı, faşist, tekçi bir toplum inşasında aile ve kadına biçilen rolle doğrudan
bağlantılı. Bugün de İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılması tartışmaları bu hedefleri hayata
geçirmenin önemli bir aşamasını oluşturuyor.
Cins Çelişkisinin Rejim İçi Çatışmalara Etkisi
İktidar bloğunda, kadın kazanımlarına dönük saldırıların niteliğiyle ilgili kuşkusuz farklı
fikirler ya da zaman içerisinde kadın hareketinin önemli karşı koyuşuyla birlikte farklılaşan
fikirler mevcut. AKP ve cemaatlerin kimi bakımlardan farklılık gösteren yaklaşımları,
Bahçeli'nin Pınar Gültekin’in katledilmesinden sonraki; “Türkiye’nin taraf olduğu İstanbul
Sözleşmesi’ni kaldırıp kaldırmamayı iyi değerlendirmeliyiz. Bu sözleşmeye ihtiyaç olup
olmadığını, ne getirip ne götüreceğini objektif kriterler çerçevesinde ele almalıyız. Kadın
cinayetini engelleyemezsek hepimiz sosyal maliyeti yüksek bir çığın altında kalırız. Duyarlı
olmalıyız, empati yapmalıyız, suça çanak tutan, suçluyu imal eden her türlü ortam ve
bahaneyi ortadan kaldırmalıyız.” sözlerinde karşılığını bulan değişim bu farklılıklara örnek
olarak verilebilir. Ya da KADEM’in İstanbul Sözleşmesi’ne destek açıklamalarını, AKP il
kadın kolları başkanlarının Dilipak’ın İstanbul Sözleşmesi’ne sahip çıkan kadınlarla ilgili

hakaretleri karşısındaki suç duyurusu, erkek egemen iktidarı oluşturan bloğun, bu meselede
farklılaşan pratikleri olarak değerlendirebiliriz.
90’lı yıllardan itibaren, Türk burjuva devletini korumak amacına uygun hareket eden
Perinçek; ulusalcı hareketin ideolojisi doğrultusunda; İstanbul Sözleşmesi ekseninde
derinleşen cins çelişkisine dair de cinsiyetçi rolünü oynuyor. Antiemperyalist demagojilerle
İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılması tartışmalarında ideolojik misyonuna uygun hareket ediyor.
Fatih Altaylı’ya yanıt veren Vatan Partisi MYK üyesi ve Aydınlık Gazetesi Yazarı Şule
Perinçek; İstanbul Sözleşmesi’ne neden karşı olduklarını anlattığı yazısında kadınların bugüne kadar
şiddete karşı mücadelelerini küçümsüyor, ulusalcı üstencilikle malul bağımsızlık demagojileriyle erkek
egemen yargıya övgüler düzüyor.
Bugüne kadar erkek egemen siyasete dair tek bir itirazına rastlamadığımız Şule Perinçek;
Washington Sözleşmesi başlıklı yazısında, kendini kadın özgürlük mücadelesine adamış bir
militan gibi sesleniyor adeta.
Sokaklarda Slogan Atıyoruz Ama Evlerimize Dönmüyoruz
“Canımız yanıyor, ben kadınlara acımam, biliriz ki cinayeti daha olmadan engelleyebiliriz”
diye başladığı yazısını; “Kadını kurtarmak için kaç tane erkeği sallandıralım diye bakmayız,
yalnızca slogan atıp bağrışıp evimize dönmeyiz” diye devam ettiriyor. Sadece İstanbul
Sözleşmesi gibi oldukça önemli sonuçları olan bir kazanımı değil, kadınlar lehine en küçük
bir hakla sonuçlanan kazanımlar dahi, nice mücadeleler sonucu elde ediliyor. Türkiye’nin
İstanbul Sözleşmesi’ne taraf olmasında, hemcinslerini yaşatamamanın öfkesini kuşanan nice
kadının emeği var. Katledilen kadınların cenazelerinden yükselen; “silahlanmak dışında başka
yolumuz kalmadı” çağrısının, son nefeslerinde “ölmek istemiyorum” diyen kadınların,
geceleri, sokakları, meydanları erkeklere dar eden kadınların isyanı var. Şule Perinçek’in,
slogan atıp evine dönmekle küçümsediği kadınlar sayesinde nefes aldığını hatırlaması gerekir.
Erkeği sallandırmaya gelince; evet derdimiz hem erkeklerle, hem erkeklikle, hem de erkek
egemen faşist iktidarın tüm kurumlarıyla. Elbette derdimiz “kaç tanesini sallandırdığımızla”
ilgili değil sadece. Ancak kadın özgürlük mücadelesi, kadınların öteden beri kullandığı
bireysel meşru müdafaayı, kolektif bir mücadele aracı olarak özsavunma eylemi olarak
adlandırmaya, içeriklendirmeye ve geliştirmeye başlayalı çok oldu. Zaten Perinçek’in
ifadesiyle söyleyecek olursak cinayeti olmadan engelleyebilmenin en temel yolu bizatihi
özsavunma eyleminden geçer. Bu gerçeklere sırt çevirerek canımız yanıyor demenin de hiçbir
karşılığı yok zaten.
Perinçek, “Doğumsuz çözüm var mı” diye soruyor ve “Biz sağlıklı çocuklar doğurmaktan
yanayız” diyor. Elbette İstanbul Sözleşmesi, doğrudan doğruya kadınların çocuk doğurup
doğurmamasıyla ilgili bir madde içermiyor. Ancak burada asıl hedef olan, çocuk yapmamayı
tercih eden kadınlar. Asıl hedef olan kadınların aile içerisinde değil de bağımsız bir birey
olarak tanımlanması. Esasen rahatsız oldukları şey; evli-bekar, çocuklu-çocuksuz, bir evlilik
birliği içerisinde ya da dışında çocuk sahibi olan tüm kadınların sözleşmenin tanıdığı
haklardan ayrımsız bir şekilde yararlanmaları. Çünkü rejimin inşasında, kadınların cinselliği
ve emeği üzerindeki erkek egemen sömürü biçimi özel bir rol oynuyor. Kadınlara çocuk
doğurmaları yönünde tavsiyede bulunan her sözün, AKP’nin kadın düşmanlığı ile buluşması
kaçınılmaz. Kadına yönelik şiddeti engellemek için çocuk doğrun tavsiyesi, kadına geleneksel

rolleri dayatmakla, erkek egemenliğinin sebebinin iyi çocuklar yetiştirmeyen anneler olduğu
yalanına başvurmakla aynı anlama geliyor. Perinçek'in bu sözlerinde ifadesini bulduğu gibi,
kadınların kurtuluşunda doğurmayı öneren her görüş ne sebeple olursa olsun, ikiyüzlü ve
erkek egemen bakış açısı ile malül olacaktır.
“Bu toplantıları hep bizim gibi ülkelerde yaparlar. Washington DC’de toplayacak halleri yok.
Seneca Falls’un üzerinden yüzyıl geçti. ABD’deki kadına karşı şiddet rakamlarını hiç
incelediniz mi?” diye soruyor Perinçek, gerçeği ters yüz etmekte bir beis görmeden. Ezilen
cins, ezilen cinsel kimlikler ya da ezilenlerin herhangi bir bölüğü lehine düzenlemeler içeren
uluslararası her metin, ezilenlerin mücadeleleri sonucu ortaya çıkmıştır. Devletler gerek kendi
ülkelerinde gerekse de başka ülkelerdeki bu toplumsal gelişmeler karşısında düzenleme
yapmak zorunda kalmıştır. Sadece İstanbul Sözleşmesi değil, örneğin Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesi ya da Uluslararası Çalışma Örgütü’ne üye devletlerin imzaladığı sözleşmeleri; işçi
sınıfının ve ezilenlerin dünya çapındaki mücadelesinden bağımsız ele alınıp, emperyalist
devletlerin bir oyunu olarak değerlendirilemezse İstanbul Sözleşmesi de dünya kadın
hareketinden, Türkiye ve Ortadoğu kadın hareketinin gelişiminden bağımsız ele alınamaz.
Kadına Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye Dair Avrupa
Konseyi Sözleşmesi; devletlerin kadına yönelik şiddet karşısında temel yükümlülüklerini
belirleyen uluslararası bir insan hakları metnidir. Niteliği gereği ulusal metinlerin üzerindedir
ve devletler nezdinde bağlayıcılığı vardır. Bu üstünlük ve bağlayıcılık dahi kaynağını
emperyalist sömürüden değil; işçi sınıfının, ezilenlerin ve faşizme karşı direnenlerin
toplumsal gücünden almaktadır.
Perinçek bu sözleriyle; kadınların mücadelesinin tüm devletlere adım attırdığı gerçeğini
görmezden geldiği gibi, kadın kazanımlarını milli ve yerli olmak gibi söylemlerle ortadan
kaldırmaya çalışıyor. Egemenlerin, sınıf mücadelesinde olduğu gibi kadın özgürlük
mücadelesinde de anti-emperyalizm adı altında milliyetçiliğin bir argüman olarak
kullanmasının tipik bir örneğini yaratmış oluyor.
Perinçek’in yazısında bahsettiği; Amerikalı süfrajet Elizabeth Cady Stanton tarafından yazılan
Seneca Falls Bildirgesi, dünyanın ilk kadın hakları bildirgesi olarak bilinmektedir. Bildirgenin
içeriği, 19-20 Temmuz 1848’de, Seneca Falls (New York)’ta gerçekleşen toplantı esnasında
tartışıldı ve sonrasında imzaya açıldı. İsmini de tüm uluslararası metinler gibi toplantının
yapıldığı yerden almaktadır. Dünyanın her yerinde olduğu gibi, ABD’de de kadına yönelik
şiddet oranları çok yüksek. Tabi Perinçek’in bunu dert edineceğini düşünmüyoruz. O,
ABD’de şiddet gören kadınlarla ya da ABD’de şiddete karşı gelişen mücadeleyle
ilgilenmiyor. Seneca Falls’i de kadınların oy hakkı mücadelesini de kadın özgürlük
mücadelesinin bir kazanımı olarak görmüyor haliyle.
Perinçek’in yazısında referans gösterdiği Teori Dergisi’nin Ağustos sayısında GREVIO’nun
Türkiye raporu özel inceleme konusu yapılmış. Kaynağını İstanbul Sözleşmesi’nden alan,
açılımı kadınlara yönelik şiddet ve ev içi şiddete karşı eylem uzman grubu olan GREVIO
tarafsız ve bağımsız 10 uzmandan oluşmaktadır. GREVIO, üye devletler hakkında rapor
hazırlama, devletlere önerilerde bulunma, önerilerinin yerine getirilip getirilmediğini takip
etme ve ortak norm oluşturma gibi haklara sahiptir. 2018 yılında Türkiye ile ilgili ilk raporunu

hazırlayan GREVIO hükümetin toplumsal cinsiyet rollerini pekiştirici açıklamalarını ve kadın
erkek eşitliğini gözetmeyen politikalarını rapor konusu yapmıştır. Yine bu raporda devletin
Kürdistan’daki savaş politikasının, kadınları göç ve şiddet tehlikesi altında bıraktığı ifade
edilmiştir.
GREVIO sivil toplum kuruluşlarına yönelik, özellikle de İstanbul Sözleşmesi’ni ve onun
ilkelerini destekleyen bağımsız kadın örgütlerine yönelik giderek artan kısıtlayıcı koşullar
nedeniyle endişe duyduğunu ifade etmiş, Temmuz 2016 yılından bu yana muhalif belediyelere
kayyum atanmasının, kadın dayanışma merkezlerinin kapatılmasıyla sonuçlandığını
belirtmiştir. Tabi Kürdistan’da devletin kayyum saldırısının, eşbaşkanlık kurumuna ve
kadınların kazanımlarına dönük olduğu gerçeğinin uluslararası bir metinde bu denli yalın
ifade edilmesi, Perinçek’i rahatsız etmiş olacak ki raporu hazırlayanları devletin; “terörle
mücadelesi”nden rahatız olduklarını ifade etmiştir. Tabi bundan sadece GREVIO değil kadın
özgürlükçü bakış açısına sahip her kurum ve kişi rahatsız.
GREVIO'nun raporları, devletin erkek egemen kadın politikasının, faşizmin suçlarının
dökümü ve uluslararası alanda bu suçların ilanı niteliğinde. İçerde faşizmle bastırılmaya
çalışılan sesin (basın, devrimci demokratik kamuoyu vb.) GREVİO tarafından da
dillendirilmiş olması ise asıl rahatsızlık konusu.
Bu Avrasyacı çizgi; GREVIO raporlarının işaret ettiği erken yaşta evlilikleri ve çocuk
istismarlarındaki artışlarla ilgilenmezken, Netflix’i emperyalist kültürün toplumu milli
değerlerden yalıtma aracı olarak değerlendiriyor, cinsel içerikli dizileri gençler; cinsiyetsiz
karakterler içeren çizgi filmleri ise çocukların gelişimi için sorunlu görüp yasaklama çağrısı
yapıyor. Erken yaşta evlilikler ve iktidarın cinsiyetçi politikaları nedeniyle çocuk
istismarındaki artışa dair tek bir söz kurmayan bu erkek egemen çizgiyi; Ensar yurtlarında
çocuklar istismara maruz kalırken de göremiyoruz haliyle.
Gelelim kritik konulardan bir diğerine. Sözleşmenin cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği
bakımından getirdiği düzenlemeler de Perinçek’in yazısında nasibini alıyor.
İstanbul Sözleşmesi’nin; “Temel Haklar, Eşitlik ve Ayrımcılık Yasağı” başlıklı 4. maddesi ile
cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği ayrımcılığı yapılamayacağı net bir şekilde belirtiliyor.
Perinçek’in heteroseksizmle malul eşcinselliğin meşrulaştırıldığı kaygısı ise sözleşmenin bu
maddesine itirazında somutlanıyor. Kadın özgürlük mücadelesi,  kadın hakları ve LGBTİ
haklarının ayrılmaz bir bütün olduğunu, cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği üzerinden
ayrımcılığın devam ettiği bir dünyada kadın-erkek eşitliğinden bahsedilemeyeceği ortada.
Zaten Perinçek’in erkek egemenliğine bir sözü yok ki, heteroseksizme olsun? Aksine her
ikisini de ideolojisiyle bütünleştirmiş.
Doğu Perinçek’in de feminizm ve kadın düşmanlığında Şule Perinçek’ten geri kalır yanı yok.
Şule Perinçek’in yazısında atıfta bulunduğu Teori Dergisi’nde Doğu Perinçek; İstanbul
Sözleşmesi’yle ilgili yazısında; “Türkiye’ye New York’un arka sokaklarından, Londra
izbelerinden, Paris’in meyhanelerinden, Las Vegas’ın kumarhanelerinden Amsterdam’ın
vitrinlerinden getirdikleri feminizmle, Türk kadınını kurtarma iddiasında olanlar var”
sözleriyle kadınların dünyasal çaptaki eylem ve etki gücünü de küçümsemeye çalışıyor.

Dünyanın her yerinde; emperyalist metropollerde ya da sömürge devletlerde, Ortadoğu’da ya
da Amerika’da kadın hareketi birbirinden güç alıyor, öğreniyor ve farklılıklarına rağmen
birleşik bir zeminde mücadele yürütmeyi başarıyor.
Perinçeklerin İstanbul Sözleşmesi’ne bu denli karşı çıkması, ulusalcı politikalarını
güçlendirme, anti-emperyalizm söylemleriyle ideolojik etki sahasında tuttukları kesimleri
faşizme yedekleme ve kadın hareketini kendi içerisinde bölme niyeti taşıyor.
İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılması planına karşı; kadın hareketinin, sadece devletin kadın
düşmanı politikasına karşı kazanımlarını korumakla sınırlı kalmayan- “İstanbul Sözleşmesi’ni
Uygula” şiarında karşılık bulan -birleşik ve militan bir kadın hareketi yaratmayı başarmış
olması; egemenler arasındaki çatlağı da derinleştirmiş durumda. Tüm bu veriler; yerli ve
milli yasalarımız zaten kadınları koruyor diyen ulusalcıların da toplumu politik İslami temelde
dönüştürmek isteyenlerin de işlerinin o kadar kolay olmayacağını gösteriyor.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir