2013 SONRASI AKP: MUHAFAZAKAR DEMOKRATLIKTAN KADIN DÜŞMANLIĞINA / Nehir Doğan

Politik İslamcı AKP faşizmi, erkek egemen iktidarların tamamı gibi her dönem siyasal çıkarlarına uygun
kadın politikaları geliştirse de bu politikaları şekillendiren ideolojik mayaya sadık kalmıştır. Kadın
özgürlük mücadelesinin örgütsel ve siyasal gelişim stratejisini oluşturmak ve kadın cinsinin
özgürlüğünün ilk adımı olan saray faşizmini yenilgiye uğratmak için AKP’nin 18 yıllık iktidarını birçok
açıdan olduğu gibi kadın düşmanlığının seyri bakımından da daha özel incelemelere de konu edinmek
oldukça önemlidir. Ancak bu yazının konusu, AKP’nin cins politikasında belirgin bir değişiklik yaptığı
2013 ve sonrası döneme odaklanmaktadır. Yine de kuruluşundan 2013 yılına kadar olan zamandaki
kadın politikasına kısaca bir göz atmakta fayda vardır.
2001 yılında; Milli Görüş geleneğinde yaşanan ayrılıklara ve toplumda yaşanan değişim isteğine karşı
liberal söylemlerle, Türkiye ve Kuzey Kürdistan siyaset tarihine giriş yapan AKP, “muhafazakâr
demokrat” olarak tanımladığı siyasal kimliğiyle, toplumsal kesimlerin desteğine soyundu.
Kuruluşundan 2007 yılına kadar olan dönem AKP’nin siyasi tarihinde ayrı bir öneme sahiptir. Bu
dönemin temel özelliği toplumda farklı kesimlerin değişim talebinin yasal düzenlemeler yoluyla
savuşturulduğu, toplumsal meşruiyet kazanmak için kendi sivil toplum kuruluşlarını örgütlediği ve
ihtiyaç duyduğu uluslararası desteği almak için “hukuk devleti, insan hakları” gibi söylemlerle
dönemsel politikaların belirlenmesidir. AB uyum yasaları çerçevesinde kadın hakları, kadın-erkek
eşitliği gibi konularda düzenlemeler yapılmış, aile içinde ve iş yaşamında kadınlara birtakım
güvenceler getirilmiş, kadına yönelik şiddeti önlemeye dair kısmi yasa ve yönetmelikler çıkarılmıştır.
AKP’nin 2007 yılına kadarki kadın politikalarının ideolojik zeminini ılımlı İslam modeline uygun kadın
çalışması yürütme ve kadınların toplumsal yaşama katılmasına zemin hazırlama oluşturur. Bu
kapsamda, cinsel suçların bireye yönelik suçlar olarak ele alınması, evlilik içi tecavüzün ve cinsel taciz
ile ilgili yasal düzenlenmelerin yapılması, çalışma hayatında eşit işe eşit ücret ilkesinin getirilmesi ve
cinsler arası ayrımın yasaklanmasına yönelik düzenlemelerin getirilmesi, aile içi şiddetin
önlenmesinde devletin taraf olması, aile mahkemelerinin yeniden düzenlenmesi, eğitimde cinsiyet
eşitliğinin sağlanması, kadın haklarına ilişkin uluslararası mevzuatın ve yükümlülüklerin belirli ölçüde
üstlenilmesi ve buna yönelik yargısal yolların genişletilmesi gibi toplumsal cinsiyete dayalı
eşitsizliklerin giderilmesine dair yasal düzenlemeler yapılmıştır.
Ancak tüm bunlar kadın cinsinin kolektif haklarına odaklanmayan, kadınların cinsel özgürlük talebini
görmezden gelen ve tek tek kadınların yaşamında bir takım iyileştirmeleri esas alan yasal
düzenlemeler olarak hayata geçirilmiştir. Yasaların uygulanmasını güvenceleyecek toplumsal değişim,
kadın örgütlenmesi ve toplumsal cinsiyet eşitsizliğini giderecek politikalar, hiç gündem edinilmemiştir.
Kadın özgürlüğü ve eşitliği, insan hakları temelinde ele alınarak kadının ezilen cins olma gerçeği
görünmez kılınmış ve erkek egemen sistemin kadını köleleştiren rolü gizlenmiştir.
AKP’nin geleneksel politika yapış tarzından biri de toplumsal kutuplaştırma ve rejimin değişik güçleri
ile hesaplaşmayı kadın cinsi üzerinden yapmaktır. 1980 sonrası gelişen Kürt kadın hareketinin,
sosyalist kadın hareketinin ve feminist mücadelenin etkisi ile kadın özgürlük mücadelesinin ivme
kazanması, AKP’nin kadın cinsini görmezden gelerek toplumsal meşruluk kazanamayacağı gerçeğini
ortaya çıkarmıştır. Bu nedenle AKP, kendi siyasal çıkarları etrafında örgütlenen İslami kadın
hareketinin yaratılmasına yönelmiştir. Başörtüsü nedeniyle toplumsal yaşamın dışında tutulan ve
eğitim başta olmak üzere birçok hakkın kullanılmasından mahrum edilen kadınlar üzerinden yaptığı
siyasetle bir taraftan kendi kadın örgütlenmesini yaratırken, diğer taraftan da kadınlar arasında
toplumsal ayrıştırma yaratmanın yollarını döşemiştir.

Ev içi ve bakım emeğinin erkek egemen kapitalist düzenin temel kolonları olarak korunmasının
yanında kadının ücretlendirilmeyen bu emeğinin geleneksel, cinsiyetçi rolleri üretmesine özel önem
verilmiştir. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın 2007 yılında başlattığı uygulama ile hane içindeki
herhangi bir işte çalışmayan ve aylık geliri olmayan kadınlara; hasta ve yaşlı bakımı nedeniyle aylık
ödeme yapılmaya başlanmıştır. Bu düzenleme kadınların toplumsal yaşama teşvik edilmesi
politikalarının sona erdiğini ve aşamalı olarak kadına ev içi rollerin dayatıldığı yeni döneme geçişin en
önemli adımıdır.
AKP, Kadın Politikasında Özüne Dönüyor
2007-2013 yılları, AKP’nin her alandaki toplumsal cinsiyete dayalı işbölümünü muhafaza etmeye
ağırlık verdiği dönemdir. Kurucu dönemin temelini oluşturan; “Kadın hakları insan haklarıdır”
politikasından deyim yerindeyse, “Kadın hakları ailenin haklarıdır” politikasına geçişin adıdır. Kadının
kolektif haklarını tanımak şöyle dursun kadının birey olarak kabul edilmesinden bile geri adım atılarak
doğrudan aile içinde tanımlandığı ve bunun dönem politikası olarak her alana sirayet ettiği bir
süreçtir. Kadından Sorumlu Devlet Bakanlığı’nın isminin, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı olarak
değiştirilmesinde somutlaşan bu ideolojik dönüşüm, dönemin karakteristik özelliğini gösterir.
Diğer bir temel özellik ise kadın düşmanı politikaların, sarmal bir biçimde eğitimden istihdama,
medyadan toplumsal yaşamın yeniden örgütlenmesine kadar her alana yedirilmiş olmasıdır. Örneğin
kâğıt üstünde kadınların işgücüne katılımını destekleyen düzenlemeler yapılsa da bu durum kadınların
aile içindeki sorumluluklarına dikkat çekilerek gerçekleştirilmiştir.
2011-2013 yılı sonrası AKP’nin, kadın-erkek ilişkileri ile evlilik ve aile tartışmalarını öne çıkararak
sözde “demokrat” gömleğini çıkarıp, muhafazakâr özüne geri dönüğü dönemdir. “Çözüm süreci” adı
altında toplumsal kesimlere politik özgürlük vadeden söylemlerin çokça dile geldiği ancak AKP’nin
devletleşme sürecine girdiği bu dönemde, AKP’nin kadın politikası da değişir. Bir taraftan kadın
örgütlerinin taleplerini müzakere konusu yaparken bir taraftan da ailenin güçlenmesi için çeşitli
düzenlemeler yapar. Örneğin İstanbul Sözleşmesi’nin imzalanması böyle bir sürecin ürünüdür.
Kadına yönelik şiddetin önlenmemesi ile ilgili Türkiye’yi suçlu bulan AHİM kararının uluslararası
sonuçlarını azaltmak ve iç siyasette kadın cinsinin biriken öfkesini sönümlendirmek için İstanbul
Sözleşmesi’nin uygulayıcısı değil ama ilk imzacısı olur. Sözleşme, aile içi şiddetin tanımlanmasından
erken yaşta evliliklere, LGBTİ+ haklarından devletin kadın düşmanı politikalarının engellenmesine
kadar bir dizi madde barındırır ve AKP, 6284 sayılı yasanın çıkarılması gibi bazı düzenlemeler yapmak
zorunda kalır. Sözleşme tam olarak uygulanmasa bile AKP’nin kadın hareketinin gücü karşısında geri
adım atmak zorunda kaldığının resmi belgesi olur.
Beden Politikası: Kürtajı Yasakla, Doğurganlığı Özendir
Kadın bedeninin denetim altına alınması, hem ailenin güçlendirilmesinde hem de ırkçılığın
yaygınlaştırılmasında özel bir politika alanı olarak görülmektedir. Kadının kendi bedeni üzerindeki söz
hakkının engellenmesi, AKP’nin cins politikasında muhafazakâr demokratlıktan İslami
muhafazakârlığa geçişin temel yapı taşıdır. 2013 tarihinde kürtajı, ödemesi yapılacak bir sağlık hizmeti
olmaktan çıkaran AKP, kürtaj yasağı tartışmasını; “Her kürtaj bir Uludere’dir” sözleri ile savunur.
Sezaryen doğumu cinayet ve kısırlaştırma olarak tanımlayarak kadınların nasıl doğum yapacağına
kadar karar hakkını kendinde görür. Kadın bedenini, erkek egemen sistemin özel mülkü gören bu
politik hat, kadınların kendi bedenine sahip çıkmasını “tehlike” ve “ihanet” olarak tanımlayarak milli
birlik vurgusuna sarılır.

Kadın bedenine Türk ulusunu şekillendirecek ve ulusun çoğalmasını sağlayacak bir araç olma dışında
rol biçilmemektedir. Medya aracılığı ile kadın bedenine yönelik politikalar ve kadınların bu
politikalara itirazı; “Milleti silme planı”, “Sezaryen sinsi bir plan”, “Kürtaj cinayettir” ve “Anne
karnında cinayete savaş” gibi başlıklarla işlenir. Kadının doğurganlığı, milletin hizmetine ve beka
sorununa eşitlenerek “milli güvenlik” sorununa dönüştürülür.
Öyle ki Erdoğan, “İslam İşbirliği Teşkilatı Kadın Danışma Konseyi Genç Kadınlar Liderlik ve Girişimcilik
Programı Sertifika Töreni’nden meseleyi soyut bir güvenlik meselesinden de çıkararak “terörle
mücadele sorununa” vardırır ve şöyle der: Türkiye’deki terör örgütü bu konuda çok çok hassas. En az
beş, on, on beş çocukları var.
AKP’nin kadın bedenine yönelik politikasının bir diğer yanını da evlilik dışı birliktelikler ve bekâret
tartışması oluşturur. Erkek egemen sistemin işbirlikçisi olarak kadının yasal izne tabi cinsel ilişkiler
yaşamasının denetimini kendine görev edinir. “Kızlı-erkekli öğrenci evleri”, “iffetli” ve “ailelerine
bağlı kız öğrenciler” söylemleri ve “gençlerimizin namusu” gibi tartışmalar ve genç kadınların nasıl
yaşamaları gerektiğine dair bir dizi açıklama ile kadın bedenini kısıtlayan politikalara toplumsal rıza
üretilmeye çalışılır.
Aile: Kadının Görünmezlik Pelerini
Aile, devletin en küçük örgütlenme biçimi olarak erkek egemen sistemin yapısal kolonu olmaktan
çıkarılmış ve AKP’nin varlığının stratejik aracına dönüşmüştür. “Kutsal aile” ve “kutsal annelik”
söylemleriyle meşrulaştırılan bu politik hat, kadının kendi bedeni ve cinselliği üzerinde karar hakkının
elinden alınmaya çalışılarak aile ve devlete verilmeye çalışmasında kendini gösterir.
Evliliklerin özendirildiği, kadınların doğurmaya teşvik edildiği, kadının cinsel özgürlüğünün
sınırlandırılmaya başlandığı bu dönemde; kadın, toplumsal geleneği taşıyan/aktaran/yeniden üreten
bir ‘araç’ olarak nesneleştirilmiştir. Erdoğan’ın; “En az 3 çocuk doğurun” söyleminde cisimleşen
devletin ekonomik yardımları ile doğurmayı teşvik etmesi, kürtaj yasağı, erken yaşta evlilikleri teşvik
etmek amacıyla, üniversite öğrenimi görürken evlenen gençlerin, Gençlik ve Spor Bakanlığı Kredi ve
Yurtlar Genel Müdürlüğü bünyesindeki yurtlarda ücretsiz barınmalarının sağlanması; öğrenim
kredilerinin bursa çevrilmesini ya da aldıkları tüm kredi borçlarının sıfırlanmasını sağlanması gibi bir
dizi düzenleme yapılmıştır.
Evliliğe özendirmenin yanında, boşanmaları zorlaştıran kimi düzenlemeler de yapılmıştır. Örneğin;
“Bir kez de aile danışmanına sor” kampanyası adı altında boşanmak isteyenler, evlilik danışmanlarına
yönlendirilmiş ve hakimlerin danışmanların raporlarını değerlendirerek karar vermesi gibi değişiklikler
yapılmıştır.
Erdoğan, 2014 yılında Kadın ve Demokrasi Derneği’nin (KADEM) düzenlediği I. Uluslararası Kadın ve
Adalet Zirvesi’nde kadın ve erkeğin eşit olamayacağını, bu durumun fıtrata ters olduğunu söyleyerek
dini referanslarla kadınlara “anne” olmayı dayatır. "Bizim dinimiz kadına bir makam vermiş, annelik
makamı” diyen Erdoğan’a dönemin Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu, “Annelerin, annelik kariyeri
dışında bir başka kariyeri merkeze almamaları” gerektiğine dair açıklamalarını ekler.“…Çalışıyorum
diye annelikten imtina eden bir kadın aslında kadınlığını inkâr ediyor demektir. Anneliği reddeden,
evini çevirmekten imtina eden bir kadın iş hayatında ne kadar başarılı olursa olsun eksiktir, yarımdır”
sözleri ile bir kez daha kadınlara ilk görevinin doğurmak ve evdeki bakım emeği, hizmeti olduğu
gösterilir.
Ailenin bekasını kendi beka sorunu ile olarak gören AKP; kadına yönelik şiddetin yuvası ve kadının
emek sömürüsünün temeli olan ailenin kadınlar arasında eskisi gibi rağbet görememesi,

boşanmaların artması, evlilik yaşının yükselmesi üzerine, “kutsal ailenin” yanına “kutsal anne”yi de
ekler. Artık sadece kadının evlenmesi değil nasıl “makbul eş” olması gerektiğini de anlatır ve denetler.
Her anneliğin kutsal olmadığını “çalışmayan, çok çocuk doğuran, hem devlet hem de evdeki babaya
karşı gelmeyen” anneliği kutsar. Kadının emeği, bedeni ve cinselliği üzerindeki zor ve iknaya dayalı
erkek denetimini iç içe geçirir. Bu denetim için evlilik bağı ile kutsanmış, heteroseksüel aileye her
zamankinden daha fazla ihtiyaç duymaya başlar.
Kadın Hareketine Açık Savaş İlanı
Kuruluş döneminde kadın hareketinin taleplerini biçimsel olarak dikkate alan, toplumsal meşruiyet
zeminini güçlendirmek için kadın örgütleri ile sözde diyalog kanalları kuran AKP, politik İslamcı
çizgisinin belirginleşmesi ve kadın hareketinin biriken öfkesinin toplumsal patlamalara dönüşmesiyle
birlikte, kadın düşmanı yüzünü bir kez daha ortaya çıkarır. Kadın düşmanlığını; yasal düzenlemeler,
yeni toplum inşasına yönelik sözleri ve politikaları ile daha dolaylı yürüttüğü bir çizgiden doğrudan
feminizm karşıtlığı ve kadın hareketinin düşmanlaştırılması üzerinden yürütür.
Diyanet İşleri Başkanlığı’nın; “Feminizm, ahlaki ve toplumsal açıdan çok olumsuz sonuçlar
doğurmaktadır. Bir kere, feminizm hareketine ‘kapılan’ kadın, genel olarak kayıtsız şartsız özgürlük
düşüncesiyle aile için vazgeçilmez olan birçok kural ve değeri hiçe saymaktadır” diyerek kadın
özgürlük mücadelesinin değişik öznelerini hedef göstermektedir. Henüz toplam bir kadın hareketini
karşısına almayan AKP, feminizm üzerinden kadın hareketinin öznelerini hedef gösterme ve
marjinalleştirme yoluyla “ahlaklı ve ahlaksız kadın” kutuplaştırmasına gitmektedir. Feminist kadınları
“ahlaksız” olarak ayırırken “ahlaklı” kadınlara “sivriliklerden/aşırılıklardan uzak, sınırları belirlenmiş
ve törpülenmiş davranış kalıpları” öğütlemektedir. Yine dönemin Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’da
aynı tartışmaya; “Kadın iffetli olacak. Mahrem-namahrem bilecek. Herkesin içerisinde kahkaha
atmayacak. Nerede öyle yüzüne baktığımız zaman yüzü hafifçe kızarabilecek, boynunu öne eğebilecek
kızlarımız" sözleri ile dahil olmuştur. Toplumsal cinsiyet rolleri üzerinden kadınların cinsel özgürlük
talepleri hedef alınmış ve geleceği gören bir önsezi ile İslami kadın hareketine; sosyalist, feminist,
yurtsever, demokrat kadın hareketine yaklaşmama mesajı verilmiştir.
Kadın cinsinin eşitlik ve özgürlük talebi, AKP’nin siyasal İslamcı politikaları ile doğrudan reddedilir. Her
fırsatta kadını, erkeğinin tamamlayanı olarak tarif eder ve buna uygun toplumsal konumlanmasının
yollarını döşer. Kadın-erkek eşitliğine inanmadığına dair anlayışını, fıtrat ve eşitlik üstü olarak
tanımladığı adalet kavramı ile açıklayarak bu adalet kavramının içeriğini geleneksel rol dağılımı ile
doldurur. Kadına aile içerisinde erkeğin ve yetiştirmekle yükümlü olduğu çocuklarının yaşamlarını
idame ettirmesini sağlayan edilgen; toplumsal alanda ise, kendisine yüklenen dar bir misyonla aileye
dair sorumluluklarını aksatmadan yer edinme rolü biçer.
Örgütlü Kadın Gücüne Saldırı
Kadınların örgütlü mücadelesinin kazanımları olan yasal düzenlemeler, kadın cinsinin toplam gücünün
ve örgütlü mücadelenin sonucudur. Bu durum kadın davalarında erkeklerin aldığı cezalara, çocuk
istismarını meşrulaştırmayı amaçlayan yasalardan istismarcıların cezalandırılmasına kadar bir dizi
alanda AKP’nin kadın düşmanı düzenlemelerinin önünde engel oluşturdu. Kadınların giderek daha
fazla yan yana durmanın önemini bilince çıkarması ve somut pratikler biçiminde örgütlemesi
nedeniyle örgütlü kadın gücü politik İslamcı saray faşizminin saldırılarının hedefinde oldu. Dönemin
HDP Eş Genel Başkanı Figen Yüksekdağ ve kadın milletvekilleri, HDP’li belediyelerin kadın eş
başkanları, sosyalist, yurtsever ve feminist kadın siyasetçiler gözaltı ve tutuklama saldırıları ile
karşılaştı. Uzun tutukluluk süreleri, kadın eylemlerinin suç sayılması, 25 Kasım ve 8 Mart eylemlerinin
dava dosyalarında konu edinmesi, AKP’nin hukuksuzluğundan ziyade kadın cinsinin örgütlü gücünü
kırma ve tek tek kadınlara gözdağı verme politikasının parçası olarak yürütüldü. OHAL KHK’ları ile birlikte 11 kadın derneği kapatılırken birçok gazeteci, avukat, öğrenci, akademisyen kadın tutuklandı.
OHAL kararnameleri kadınları kamusal alandan dışlamanın aracı haline getirildi. Bu dönemde 1409
kadın akademisyen, 21 bin 409 kadın kamu emekçisi ihraç edildi, 5 kadın milletvekili, 35 kadın
belediye eşbaşkanı ve 16 kadın gazeteci tutuklandı, 94 belediye eş başkanı kadın görevden
uzaklaştırıldı. Kadın programı yapan muhalif TV programları yayından kaldırıldı ve 668 kadın
çocuklarıyla birlikte tutuklandı.
Kadınların örgütlü gücü ve kolektif haklarının kazanımlarını gasp etmek ve kadını toplumsal yaşamdan
özel alana yani aile içine hapsetmek için kadınları önce yalnızlaştırma politikası izledi. Kadın
davalarına verilen gizlilik ve “kapalı oturum” kararları, şiddet-taciz ve tecavüz gibi suçlar karşısında
kadının başvuracağı mekanizmaları engelleme, sosyal medya veya kamuoyu tepkisi oluşmayan kadın
davalarında indirim uygulama gibi her türlü politika kadın dayanışmasını engellenme ve kadınlarda
“çaresizlik” duygusu oluşturma amaçlıdır. Diğer taraftan kadın özgürlük mücadelesinin öznelerine
dönük sindirme ve baskı altına alma politikaları da büyüyen kadın hareketini sınırlandırma ve
“ehlileştirilmiş” sınırlara çekme amacı taşımaktadır.
Bugün bakımından AKP’nin kadın düşmanı politikaları ve kadınların kazanımlarına dönük bütün
saldırıları ile 2023 hedefine bağlı olarak toplum politik İslami temelde yeniden inşa edilmesinin
tamamlanması, İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme tartışmalarında cisimleşmiştir. AKP; kendi yanında
taraflaştırdığı basın, medya, cemaat, tarikat, dini vakıf ne varsa hepsi ile İstanbul Sözleşmesi
üzerinden kadın hareketinin kazanımlarına saldırıyor. Sözleşme bu haliyle kadınların güncel yasal bir
hakkını savunmaktan çıkıp AKP’nin cinsiyetçi ve faşist politikalarının somutlaştığı toplumsal bir
gündem haline gelmiştir. Kadın düşmanlığının dizginsiz devam edip etmeyeceği konusunda temel bir
barikat olan sözleşmeye dair KADEM bile açıklama yapmış; TÜSİAD, Koç gibi sermaye temsilcileri de
söz söylemek zorunda kalmıştır.
Sömürgeciliğin Kadın Düşmanı Politikaları
AKP, 2016 yılında OHAL kararnameleri ile Kürt kadın hareketini zayıflatarak sömürgeciliğin cinsiyetçi
politikalarını devreye soktu. Kadınların toplumsal yaşama ve siyasete katılması ile ilgili devrim
niteliğinde değişimler yapan, Kürdistan’da geleneksel cinsiyetçi rol dağılımında önemli gedikler açan,
eş başkanlık başta olmak üzere kadının siyasette aktif bir özne olmasının zeminini döşeyen ve erkek
egemenliğine karşı kadın kurumları ve meclisleri ile kadınların örgütlü gücünü açığa çıkaran Kürt kadın
hareketi; sömürgeciliğin cinsiyetçi politikalarının önündeki en büyük siyasal ve toplum engeli
oluşturuyordu. Bu nedenle AKP, önce bu kadın gücünün öncü bölüğüne yani Kürt kadın hareketinin
örgütlü gücünün toplumsal dayanağı olan kadın kurumlarına ve belediye eş başkanlarına saldırdı.
Kadınların siyasal temsiliyetini ve siyasete katılım gücünü hedef aldı. Kayyum saldırıları, kadın
düşmanı politikaların en önemli aracı yapılırken eş başkanlık kazanımı ve kadın kurumlarının
kapatılması özel bir yerde durdu.
Kuzey Kürdistan’da 43 kadın merkezinin bulunduğu il ve ilçelerde kadına yönelik her türlü şiddetle
mücadele çalışmaları, kadın özgürlük mücadelesi ekseninde geliştirilen farkındalık çalışmaları ve
danışma hizmetleri illegalize edilerek durduruldu. Kürt kadın hareketinin zayıflattığı toplumsal
cinsiyet rolleri pekiştirilmeye çalışıldı. İçinde “kadın” kelimesinin geçtiği her türlü metin, kurum,
çalışma “anne, hanım, bayan” denilerek, “Hanımlar Kültür Merkezi” gibi, toplumsal yaşamda özne
olan kadına tekrar “aile” hatırlatıldı. Kadın Yaşam Köyü, Kadın Organik Semt Pazarı, Batman Kadın
Spor Kompleksi gibi kadınlara özel her proje, çalışma veya alan karmaya açılarak aslında erkeklerin
hizmetine sunulmuştur. Kapatılan veya el konulan kadın merkezleri AKP Kadın Kolları başkanlarına,
KADEM’e, TÜRGEV’e tahsis edilerek kuran kursu, evlendirme dairesi, dikiş kursu vb. dönüştürülmüştür. Böylece sömürgeciliğin kadın politikaları AKP kadın kollar aracılığı ile İslamcı ve cinsiyetçi bir temelde yürütülmeye başlanılmıştır.
Politikanın en canlı alanı olan sokaklar kadınlara ve kadın eylemlerine yasaklanmıştır. 25 Kasım, 8
Mart gibi uluslararası kadın günlerinde bile Kürt kadın hareketinin sokağa çıkmasının bedeli gözaltı,
tutuklama ve işkence gerekçesi yapılarak kadın özgürlük mücadelesi kriminalize edilmeye çalışılmıştır.
En demokratik kadın eylemleri uzun tutukluluk nedeni haline getirilerek, herhangi bir kadın
kurumuna üye olan veya kapısından içeri giren tüm kadınlar sömürgeci mahkemelerde yargılanmıştır.
Kadın hareketinin kitle desteğini ve tabanını yok etmeyi amaçlayan bu saldırılar, giderek rutin hale
getirilerek kadının hem siyasetten hem de toplumsal yaşamdan uzak durması hedeflenmiştir.
Genç kadınlara yönelik cinsel istismar ve bunun ajanlaştırma faaliyetinin bir parçası yapılması ise
AKP’nin kendinden önceki hükümetlerden devraldığı bir devlet politikasıdır. Gülistan Doku’nun
katilinin polis çocuğu olması, Şırnak’ta bir askerin asansörde bir çocuğu istismar etmesi, Batman’da
uzman çavuşun genç bir kadına tecavüz etmesi; tek tek asker ve polislerin sapkınlıkları veya suç
eğilimleri ile açıklanamayacak kadar hükümet destekli suçlardır. Kadın gerillaların cansız bedenine
yapılan cinsel işkenceden polislerin arkadaşlık kurduğu genç kadınların görüntülerini çekerek şantaj
yapmasına, kadına karşı her suçun cezasızlıkla ödüllendirilmesine, suçluların devlet görevlisi olduğu
için açıktan korunmasına kadar AKP, sömürgeciliğin asker ve polisine Kürt kadınlarına karşı cinsel
işkence ve suç işleme ayrıcalığı vermiş ve cezasızlık vadetmiştir. Tüm bunlar bir taraftan Kürt
kadınlarının özgürlük mücadelesinin durdurulması, Kürt kadınlarının cinsel suçlarla geleneksel rol
dağılımına teslim olması ve diğer taraftan da tüm erkeklere, kadına yönelik suçlarda cinsiyetçi
özgüven vermenin aracıdır.
Derinleşen Cins Çelişkisi Karşısında Cinsiyetçiliğe Daha Fazla Sarılmak
Derinleşen ve temel bir çelişki haline gelen cins çelişkisi, her erkek egemen iktidarda olduğu gibi
AKP’de de özel bir gerilim nedeni oluyor. Yönetemediği kadın kitleleri, çözülen aile, geleneksel
cinsiyetçi rol dağılımına itiraz, aileye hapsolmayı reddetme, farklı cinsel kimliklerin ve yönelimlerin
toplumsal görünürlüğü, kadın cinsinin kolektif güç haline gelmesi, politik İslamcı toplumsal
dönüşümün sürekli kadın engeline takılması, gelişen kadın hareketinin AKP içinde çatlaklar
oluşturması, AKP’nin toplumu gerici temelde kutuplaştırmasına karşı kadın hareketinin toplumu
erkek şiddeti karşısında saflaştırması ve meşruiyet zeminini güçlendirmesi; AKP’nin bütün planlarını
alt üst ediyor. Git gide zayıflayan toplumsal desteğini kadın hareketinin kazanımlarına saldırarak
toplumu gerici temelde kendi yanına çekerek kazanmaya çalışıyor.
Ancak kadın özgürlük mücadelesinin giderek cins isyanına dönüşmesi ve 21. yüzyılın temel çelişkisinin
cins çelişkisi olması; AKP’nin olduğu gibi tüm erkek egemen iktidarların politikalarının karşısına kadın
cinsinin kolektif gücünü çıkarıyor. Kadınlar, artan kadın düşmanlığı karşısında sadece kazanılmış
haklarını korumak için değil ellerinden alınan cinsel, bedensel, sınıfsal özgürlüklerin de kazanılması
için mücadele ediyor. Dünyada bir hayalet dolaşıyor: Kadın isyanı. Şili’den Arjantin’e, Fransa’dan
Polonya’ya, Ekvator’dan Tunus’a… Öfkeliyiz, haklıyız ve isyandayız. Erkek egemen sistemi yıkıp
hakkımız olan özgürlüğü kazanmadan durmaya, durulmaya niyetimiz de yok.

Kaynak
1) Adalet ve Kalkınma Partisi’nin Kadına İlişkin Söylem ve Politikalarına Bakış: Muhafazakâr
Demokratlıktan Muhafazakârlığa Doğru Evrilişin İzdüşümleri/ Nezahat ALTUNTAŞ- Yahya
DEMIRKANOĞLU

2) Kadın’dan Aile’ye Geçiş AKP Döneminin İstihdam Politikalarının Toplumsal Cinsiyet Açısından
Analizi / Gülay TOKSÖZ Ankara Üniversitesi
3) HDP Kayyum Raporu/ 28.02.2019
4) https://ekmekvegul.net/gundem/ohal-kalkiyor-peki-arkasinda-neler-birakti
5) https://halagazeteciyiz.net/2018/07/16/medya-raporu-4-temmuz-2018-akpnin-15-yillik-
iktidarinda-medya-ve-toplumsal-cinsiyet/

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir