Her yıl Haziran ayı dünyanın dört bir yanında LGBTİ+‘ların festival havasında geçen etkinlik ve yürüyüşlerine sahne oluyor. LGBTİ+’ları temsil eden her çeşit bayrak, yaratıcı pankart, döviz, queer performans ile sokakları karnaval yerine dönüştüren bu etkinlikler; yaklaşık 50 yıl önce başlayan insan hakları mücadelesinin mirası. Her yıl Haziran ayının son haftası, Onur Yürüyüşü Günü olarak kutlanıyor.
1960’lı yıllarda, eşcinsellik ABD’de psikolojik bir hastalık olarak görülüyor ve bulaşıcı olduğu düşünülüyordu. Bu nedenle eşcinseller fişleniyor, eğitim başta olmak üzere birçok alanda çalışmalarına izin verilmiyordu. Bir araya gelmeleri ve sosyalleşmeleri hoş karşılanmazken, kafeler ve barlar da onlara içecek servis etmiyordu. Birlikte dans eden iki kadın veya iki erkek gözaltına alınma riskiyle karşı karşıyaydı. Eşcinsellerin o dönem gidebildiği az sayıdaki bar da polis baskısına kafa tutabilen mafya tarafından işletiliyordu. New York’ta hippilerin yoğun olarak bulunduğu Greenwich Village bölgesinde suyu bile akmayan bir işletme olan Stonewall Inn onlardan biri. Fakat 28 Haziran 1969’da bara düzenlenen rutin bir polis baskını sırasında çıkan ayaklanma, eşcinsel haklar hareketinin miladını belirledi. 4 gün boyunca polisler ve LGBTİ+’lar arasında süren çatışmalar sırasında yüzlerce kişi yaralandı, çok sayıda kişi gözaltına alındı ve eşcinseller ilk kez “Eşcinsel olmaktan utanmıyoruz” dedi.
İlk Onur Yürüyüşü Stonewall Ayaklanması’nın birinci yıl dönümünde, 28 Haziran 1970, New York, San Francisco ve Los Angeles’ta eş zamanlı olarak düzenlendi. New York’ta 2 bin kişinin katılımıyla gerçekleşen gösteri, Onur Yürüyüşü’nün yaratıcısı feminist biseksüel Brenda Howard tarafından düzenlendi. Howard, aynı zamanda 1970’li yıllarda eşcinsellerin hakları için mücadele eden Eşcinsel Kurtuluş Cephesi’nin de kurucuları arasında yer alıyordu.
Avrupa’da ilk Onur Yürüyüşü, 1972 yılında Almanya’nın Münster kentinde 200 kişinin katılımıyla gerçekleşti. Avrupa’nın pek çok yerindeayrımcı politikalar seyreldi ve kamusal hayata erişim, siyasal katılım gibi pek çok hakka eşit erişim sağlanması için gerekli düzenlemeler yapılmaya başlandı. LGBTİ+‘lar dünyanın her yerinde ayrımcılığa, nefret söylemlerine/eylemlerine maruz kalsa da hak mücadelesi kazanımlar elde ederek devam ediyor.
Türkiye’de İlk Onur Yürüyüşü ve Tarihi Gelişimi
Türkiye’de Onur Haftası ilk kez 1993 yılında “Özgür Cinsellik Haftası” adıyla İstanbul’da kutlanmak istendi ancak valilik izin vermedi. Üç günlük etkinlik programı, İstanbul Valiliği tarafından ‘‘Örf ve adetlerimize, toplumumuzun değer hükümlerine aykırı’’ olduğu gerekçesiyle yasaklanmıştı. Yürüyüşten önceki gece polis, aktivistlerin kapılarını kırıp evlerini basmış, yürüyüş günü de İstiklal Caddesi’ni ablukaya almıştı. Caddede eşcinsel olduğundan şüphelenilenler gözaltına alınmış ve yurt dışından gelen katılımcılar sınır dışı edilmişti.
Etkinliği organize edenler, bu saldırılardan sonra çeşitli adlarla örgütlenmeye başladı. Lambdaistanbul her yıl Onur Haftası’nı düzenlediği salon etkinlikleri ile düzenli olarak kutlar hale geldi. Bu kutlamaların sokağa taşması ise tam on yıl sonra, 2003’te gerçekleşti. İlk yürüyüş Lambdaistanbul’un o zamanki mekânının bulunduğu Terkos Çıkmazı’nda başladı ve 40 kişiden oluşan yürüyüşçülerin Mis Sokak’ta yaptığı basın açıklamasıyla sona erdi. Bu çıkışın ardından her yıl Haziran ayının sonu ile Temmuz ayının ilk haftası düzenlenen etkinliklerin son durağı Taksim İstiklal Caddesi’nde yapılan LGBTİ+ Onur Yürüyüşü oldu.
Bir sonraki yürüyüş, Lambdaistanbul’un yeni mekânının bulunduğu Küçükparmakkapı Sokak’ta başladı. Katılımcı sayısı bir önceki seneye göre azalmıştı. Kimi yürüyüşçüler İstiklal Caddesi boyunca karton koliler içinde yürüdüler. Galatasaray Meydanı’nda okunan basın açıklaması eşliğinde “Dolaptan Çıkıyoruz” diyerek, içinde bulundukları karton kolileri parçalayarak dışarı çıktılar.
LGBTİ+ oluşumlarının ortaya çıkışından önceki döneme baktığımızda 1980’li yıllarda darbe sonrası siyasi baskının; devrimci-demokratik kamuoyu ile birlikte yeni yeni görünür olmaya başlayan eşcinsellere ve translara yönelik de sistematik yıldırma, yok etme politikası uygulandı. Translara yönelik işkence, ev baskını, gözaltı ve hatta yaşadıkları kentlerden sürmeye varan şiddet ve baskı karşısında 1987 yılında açlık grevi yapıldı. Bu, Türkiye ve Kuzey Kürdistan tarihinde LGBTİ+’lerin ilk siyasi eylemi sayılabilir. O sene 4 LGBTİ+ baskılara karşı Gezi Parkı’nda açlık grevi başlattı. 4 kişi ile başlayan açlık grevi daha sonra çok ilgi görerek ve onlarca LGBTİ+ meydanda açlık grevine başlayacaktır. Bu eylem, uluslararası kamuoyunda da büyük ses getirdi.
Hareket, 2000’li yıllarda kamusal alanda görünürlüğünü arttırarak siyasi partiler, işçi sendikaları ve çeşitli toplumsal hareketler içinde de LGBTİ+ haklarını savunmaya başladı. 2001 yılındaki 1 Mayıs gösterilerinde Kaos GL’nin ilk defa kendi pankartıyla ve grup kimliğiyle alana çıkışıyla Türkiye’deki eşcinseller ve translar kamusal alanda örgütlü kimlikleri ile yer aldı. Daha sonra Lambdaistanbul da 2002 ve 2003 yıllarında İstanbul’daki 1 Mayıs gösterilerine kendi kortejleriyle katıldı. LGBTİ+ hareketi, kadın hareketinden de aldığı güçle, 2000’li yılların başında çalışmalarına başlanan, 1 Haziran 2005 tarihinde yürürlüğe giren yeni Türk Ceza Kanunu’nun ayrımcılığı yasaklayan maddesine cinsel yönelimin girmesi için gündem oluşturmayı başardı. 2004 yılında kadın ve LGBTİ+ örgütleri TBMM Adalet Alt Komisyonu’na taleplerini ilettilerse de kanunda cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği kavramlarına yer verilmedi.
Demokratik Halk Partisi (DEHAP) 2003 yılında programında “Cinsel yönelimlerinin farklılığından dolayı ayrımcılığa son verilmesi” başlığı ile partinin bu alanda da mücadele edeceğini ve LGBTİ+ haklarını savunacağını duyurdu. DEHAP’ın bu ilk adımının ardından gelen yıllarda da Kürt siyasi partiler, özellikle de bu partilerde siyaset yapan kadınlar, LGBTİ+ haklarına destek vermeye devam ettiler.
Yeni Bir Başlangıç Noktası: Taksim Meydanı
2005 yılında Onur Yürüyüşü yeni bir başlangıç noktası kazandı: Taksim Meydanı. Gökkuşağı bayrakları ve “Eşcinseliz Buradayız” dövizleri taşıyan katılımcılar, daha sonraki yıllarda meydanı çok daha görkemli gökkuşağı renklerine boyayacaklarının farkındalar mıydı, bilinmez ama o yıl bir dönüm noktası oldu. Yaklaşık 100 kişilik kitle Galatasaray Meydanı’na yürüdü ve ilk defa Hormonlu Domates Ödülleri dağıtarak LGBTİ+ hareket içinde yeni bir gelenek yarattı.
Her geçen yıl yürüyüşün katılımcı sayısı binlerce kişinin katılımı ile arttı. Her yıl “Bir sonraki sene Taksim’e sığmayacağız” diyenler artıyordu. LGBTİ+ haklarını destekleyen milletvekili adayları, milletvekilleri ve sanatçılar da bu yürüyüşte görmeye aşina olduğumuz simalar haline geldiler. Türkiye’nin doğusundan ve binlerce katılımla pek çok kesim Onur Yürüyüşü’nü sahiplenmeye başladı. 2008 yılındaki yürüyüşe, Dernek Kapatma Davası ve LGBTİ+ aile bireylerinin kurmuş olduğu LISTAG’ın katılımı damgasını vurdu. Artık LGBTİ+’ların anne, babaları, kardeşleri, arkadaşları ve yoldaşları da Onur Yürüyüşü’ne katılır olmuştu. Artık yürüyüş rotası coşkulu kalabalığa yetmemeye başladı ve son durak Tünel olarak belirlendi.
Hareketin Dönüm Noktası: Gezi Ayaklanması
2013 LGBTİ+’lar için yeni bir dönüm noktası yaşandı. Taksim Gezi Parkı on yıllardır LGBTİ+’lar için tanışma ve sosyalleşme alanı olmuştur. Gezi ayaklanması ile birlikte LGBTİ+’lar da yıllardır uğradıkları şiddet, taciz, tecavüz ve nefret cinayetlerine karşı ayaklanmış, onur ve özgürlük ayaklanması içine yer almışlardır. Gezi-Haziran ayaklanması LGBTİ+ hareketi açısından da dönüm noktası olurken, binlerce örgütlüörgütsüz LGBTİ+ ve seks işçisi, barikat başındaki yerini almıştı.
Kitleler ve devrimcilerle ilk defa bu kadar yakın temas kuran LGBTİ+’lar; direnişin içinde birbirlerini tanımış, günlerce kendini anlatmıştı. Beraber komünler kuran, atölyeler düzenleyen, çatışan, barikat başında omuz omuza dostluk, yoldaşlık ve dayanışma ilişkisi ortaya çıkmıştı. Gezi, milyonların zihninde yeni devrimler yapmış ve LGBTİ+fobiyle mücadele etmenin yeni kanallarını açmıştı. LGBTİ+’lar için ise iktidara, heteroseksizme karşı kitlesel olarak isyan ettiği, sokaklara çıkıp iktidara karşı çatıştığı bir alan olmuştu. Gezi’de tüm LGBTİ+’ları kapsayacak biçimde LGBTİ+ Blok kurulmuş, bu blok Gezi süreci boyunca yürüyüşler, atölyeler, söyleyişler, ortak eylemler, dayanışma örnekleri örgütlemişti. Tüm Gezi ayaklanması boyunca kitlelere verdikleri onurlu mücadeleyi anlatmışlardı.
Gezi ayaklanmasının ardından Taksim’deki eylemlerin akıbeti belli değilken Onur Yürüyüşü tam da bu belirsiz döneme denk gelmişti. 30 Haziran 2013 günü, İstiklal Caddesi bir baştan bir başa gökkuşağı bayrakları ile yürüyenlerin tarihi olmuş ve bugüne kadar gerçekleşen Doğu Avrupa, Balkanlar ve Ortadoğu’nun en büyük ve kitlesel Onur Yürüyüşü gerçekleşmişti. Gezi milyonlar için umut olurken LGBTİ+’lar için de kendini anlattığı isyan ve onur mücadelesinin haklılığını göstermiş oldu. 2013 Onur Yürüyüşü’nün bu kadar kitlesel geçmesinin en büyük nedeni de Gezi’de devrimcilerin ve kitlelerin LGBTİ+’ları tanıyıp özeleştiriler yaklaşmalarıydı.
Yasaklı Onur Yürüyüşleri: LGBTİ+’lar Sokakları Terk Etmiyor
Yasaksız ve sorunsuz gerçekleşen yürüyüş ve etkinliklerin ardından, 2015 yılında İstanbul Valiliği’nin keyfi yasağı ile birlikte İstanbul’un göbeğinde on binlerce kişinin katıldığı yürüyüşe polis saldırdı. Saldırıya rağmen LGBTİ+‘lar gece geç saatlere kadar İstiklal Caddesi’nde ve sokaklarda polisle çatışarak Onur Yürüyüşü’nü gerçekleştirdi. İstiklal Caddesi’ne çıkan pek çok sokakta LGBTİ+ grupları yürümek isterken, Mis Sokak’ta Kürdistan LGBTİ+ Meclisi’nin yürüyüşe hazırlandığı esnada polis ilk saldırısını yapmıştı. Kürdistan LGBTİ+ Meclisi açtığı pankarta, Rojava’da IŞİD çetelerine karşı savaşırken ölümsüzleşen komünist lezbiyen savaşçı İvana Hoffman’ın resmini taşıdıkları için ilk hedef oldular. Yapılan saldırıda LGBTİ+’lar “İvana Hoffman Aşkımızda Yaşıyor” sloganlarıyla ve Mis Sokak’ı gece geç saatlere kadar terk etmeyerek direnmişlerdi. İstanbul’un göbeğinde LGBTİ+’lar 2015’te yeni bir çağ açıp tarihe geçecek bir direniş sergiledi. Polis saldırılarda yüzlerce kişi yaralanmış, onlarcası gözaltına alınmıştı.
Parola: Dağılıyoruz Ayol
14. LGBTİ+ Onur Yürüyüşü bir kez daha İstanbul Valiliği tarafından yasaklandı. Bir hafta önce Trans Onur Yürüyüşü’nün yasaklanması üzerine Onur Yürüyüşü’nde basın açıklaması yapmak isteyen translar arasında yapılan anons direnişin parolası oldu. Polisin “Dağılın ve hayatın normal akışına dönmesine izin verin” çağrısı, LGBTİ+ Onur Haftası Komitesi tarafından “Onur Yürüyüşü için biz de bu çağrıya riayet ediyoruz” ve “İstiklal Caddesi’nin her köşesine dağılıyoruz. Hayatı ‘normal’ akışına döndürmek için Beyoğlu’nun her sokağında, her caddesinde birbirimize kavuşuyoruz. Dağılıyoruz Ayol” çağrısına uyan on binlerce LGBTİ+ ve destekçileri İstiklal Caddesi’nin her yerine dağıldı ve direndi.
Valiliğin basın metnini de yasaklamasının üzerine ilk eylem, HDP LGBTİ+ Komisyonunun HDP Beyoğlu ilçe binasının balkonundan İstiklal Caddesi’ni gören yerde basın metni okunup, caddede bulunan yüzlerce kişinin alkışlarla eylem başladı. İstiklal Caddesi’nin her yeri eylem ve direniş alanına dönüştü, eylemciler her yerde yasaklı metni okudu. Direnişin irili ufaklı bir şekilde tüm İstiklal Caddesi’ne yayılmasından dolayı polis nereye müdahale edeceğini şaşırmıştı. Gecenin geç saatlerine kadar polisin gaz bombalı, coplu, tazyikli sulu saldırısı devam etti.
2017 yılında ise “Ekonomi Ne Ayol?” denilen Onur Haftası boyunca etkinliklerde ekonomik kriz ve mücadele yöntemleri konuşuldu. Onur Yürüyüşü’nün yasaklanmasıyla beraber LGBTİ+’lar Taksim Meydanı’na çıkan tüm yolları zorlayarak eylem yaptı. Polis saldırısına, onlarca eylemcinin gözaltına alınmasına rağmen Onur Yürüyüşü yapıldı. 2020 yılına kadar Onur Yürüyüşü tek adam rejimine karşı “Alışın buradayız, bir yere gitmiyoruz” mesajları verilerek yasağa rağmen Taksim’de her yıl onur ve özgürlük direnişi örgütlendi. AKP faşist iktidarının her yıl yasaklama gerekçesi “halkın huzur ve güvenliği, genel ahlak, genel sağlık gibi” bahanelerdi. Bu yasaklama gerekçeleri LGBTİ+ hareketinin acil talepleridir.
1994 yılından bu yana organize edilen Onur Haftası etkinlikleri, İstanbul, Amed, Dersim, Samsun, İzmir, Ankara, Antalya, Malatya, Antep, Kars, Mersin, Kuşadası ve Kocaeli başta olmak üzere birçok ilde farklı eylem ve etkinliklerle kutlanıyor.
Türkiye’de eşitlik, özgürlük ve yaşam hakları için mücadele eden LGBTİ+’lar, kazanmış oldukları mevziyi terk etmemekte kararlılar. Bizim için mücadele; bizzat iktidarın “hasta, sapkın, günahkâr ve kabahatli” saydıkları varoluşumuzla eşitlik talebimizi dillendirmemizdi. Trans ve eşcinsel cinayetlerine karşı hiçbir önlem almayan, yaptırım uygulamayan, hak savunucularını tutuklayan erkek egemen ve hetoroseksist iktidara karşı mücadele etmek geleneğimizdir.
Salgın Koşullarında Onur Haftası
LGBTİ+ hareketi Türkiye’de 27 yılı geride bıraktı. Hareket hem kendi içinde hem de diğer toplumsal hareketlerle çekişmeler, ayrışmalar, karşıtlıklar yaşadığı gibi dayanışma da ördü, ittifaklar kurdu ve kitleselleşti. Gerek yerel gerek uluslararası alanda, LGBTİ+ kategorilerine sığdırılamayacak varoluşlar ve çeşitli direniş yöntemleriyle güçlendi. Bu yıl Onur Haftası etkinlikleri, Covid-19 salgını nedeniyle tarihinde ilk kez online olarak düzenlenecek. 22-28 Haziran’da internet aracılığıyla gerçekleşecek İstanbul LGBTİ+ Onur Haftasıcanlı olarak yayınlanacak ve dünyanın her yerinden insanlar evlerinden etkinliklere katılabilecek.
İstanbul LGBT+ Onur Haftası Komitesi, yayınladığı bir video ile 28. İstanbul LGBTİ+ Onur Haftası’nın temasının “Ben nerdeyim” olarak belirlendiğini duyurdu. Bu tema, aynı zamanda salgında LGBTİ+’ların ve seks işçilerinin yaşadıkları sorunlara da vurgu yapıyor. Salgının nedeni olarak Diyanetin, LGBTİ+’ları ve HIV ile yaşayanları göstermesi, nefret suçlarını, homofobi ve transfobiyi meşrulaştırma ve yaygınlaştırma politikasıdır.
Nefret ve ayrımcılık ile salgında sağlık hakkına erişimi daha da zorlaşan LGBTİ+’lar, çevrelerinden gördükleri şiddet nedeniyle evlerine giremezken hukuksuzca evleri mühürlenen seks işçileri açlığa mahkûm edilmiş, ailesinin evine dönmek zorunda kalanlar ise şiddete ve istismara uğramıştır.
Transların uyum sürecini yavaşlatılan veya tümüyle durdurulurken mülteci LGBTİ+’lar ise homofobi, transfobi ve ırkçılık gibi çoklu ayrımcılığa maruz kalmaktadır. Ücretsiz izine zorlanan, işten çıkarılan ve işten çıkarılanların yanında seks işçilerini belediyelerin yaptığı yardımda dahi “kapsam dışı” bırakılmıştır.
LGBTİ+ Hareketi İle Buluşmak Zorundayız
LGBTİ+’lar ve LGBTİ+ hareketi artık göremeyeceğimiz, erteleyemeyeceğimiz, görmezden gelemeyeceğimiz halde tam karşımızda duruyorlar. İnkâr edemeyeceğimiz, boş veremeyeceğimiz, yok sayamayacağımız kadar görünürler. Her yerdeler, buradalar, alışmamızı bekliyorlar. Alıştık sanıyoruz bazen, yan yanayız diye düşünüyoruz ama değiliz.
LGBTİ+’ları koruyan tek bir yasa bile yokken, seks işçiliği yapmak zorunda kalan translar her gün caddelerde, sokaklarda, evlerde transfobikler tarafından şiddet görürken, her türlü cinsel şiddete uğrarken ve öldürülürken, AKP’nin LGBTİ+ düşmanı politikaları nedeniyle karakola veya savcılığa gittikleri zaman ikinci bir saldırıya uğramaktadırlar. Kadına yönelik şiddet ve kadın cinayetlerinde refleks gösterirken söz konusu translar olunca neden daha yavaş hareket etmekteyiz? Oysa kadın devriminin müttefiki olan LGBTİ+’lar ile nasıl bir ilişki kuracağımız sadece güncel politikanın değil kadın devriminin temel gündemlerinden biridir.
LGBTİ+ hareketi ile sadece kadın, nefret, homofobi ve tarnsfobi cinayetlerinde buluşmak yerine kadın devrimini büyütmek için buluşmanın yollarını aramalı, yazılı açıklama, sosyal medya paylaşımı veya destek olma gibi pasif yöntemlerden çıkarmalıyız. Yan yana yürümenin yollarını bulmaya başladığımızda yakın tarihimizde birçok sosyalist ve komünist kadının pratiği bize yol gösterecektir.
Samsun’da ilk LGBTİ+ Onur Yürüyüşü’nün gerçekleşmesi için büyük emek harcayan, yürüyüşe öncülük eden Suruç şehidi Aydan Ezgi Şalcı, onlardan biridir. Samsun’da LÖB LGBTİ+’yi kuran ve pek çok LGBTİ+ eylemi düzenleyen, İzmir’de ailesinin baskısı karşısında intihar eden trans erkek Okyanus Efe’ye atfen sosyalist örgütlenme Kızıl Okyanus LGBTİ+ Oluşumu’nu kuran Aydan Ezgi; hetero sosyalist kadınların LGBTİ+ mücadelesinde destekçi değil öncü olması gerektiğini göstermiştir.
Yine Suruç Katliamından kısa bir süre önce 2015 Onur Yürüyüşü’nde polisin saldırısında barikatlarda pek çok sosyalist kadını görmek mümkündü. LGBTİ+’larla omuz omuza direnen 33 düş yolcusundan Hatice Ezgi Sadet ve Polen Ünlü ile Arjin Selçuk, Roza Renas ve Sarin Awaz yoldaşların LGBTİ+ hareketi ile nasıl ilişkilenme pratiklerinden öğrenebiliriz. Onur yürüyüşlerinde onların o güler yüzleri ile karşılaşmalarımızı, beraber direnmenin gücünü unutmak ne mümkün. Suruç katliamının yıl dönümü yaklaşırken Suruç’ta yitirdiğimiz kadınlara bağlı kalmak, anılarını bıraktıkları bayraklara taşımak; LGBTİ+fobiye karşı verdikleri mücadeleyi yaşatmaktır.
Homofobi ve transfobiye karşı mücadeleyi sadece erkek egemen iktidara ve örgütsüz kitlelere karşı yürütmüyoruz elbette. Devrimci ortamlarda “Ama onlar da uyuşturucu kullanıyor”, “Ama onlar da sürekli cinsellikten bahsediyor”, “Ama onlar da örgütlenmiyor” gibi söylemlerin, LGBTİ+fobi ürettiği bir gerçek. Bu durum, gizli LGBTİ+fobidir. Karşımızda devrimci bir hareket varmış gibi kolaylıkla eleştirip, özeleştiri beklemek sadece gizli LGBTİ+fobik olmakla değil aynı zamanda kadın devriminin güncel politik mücadele konusunu içselleştirmemek ve LGBTİ+ mücadelesini kendi dışında görmekle de ilgilidir. Oysa karşımızda devrimci bir hareket yok. Bir devrimciyi, bir yoldaşımızı eleştirir gibi LGBTİ+’ları eleştiremeyiz. Erkek egemen kapitalist sistem, LGBTİ+’lara uyuşturucu, seks işçiliği, şiddet ve cinsel sömürü dışında bir seçenek sunmuyor. Tıpkı kadınların ve işçi sınıfının ortak çıkarının erkek egemen kapitalist sistemin yıkılışında olması gibi, LGBTİ+’ların özgürlüğü de bu düzenin yıkılışında yani kadın devrimindedir.
LGBTİ+ hareketi ile ilişki kurmanın yollarını aramak ve LGBTİ+fobi ile mücadele etmek aynı zamanda bugünden başlaması gereken ve iç mücadeleyi de beraberinde getiren bir konudur. Homofobik ve transfobik söylem ve davranışlarla mücadele etmek; LGBTİ+ hareketine dışardan bakan, anlamaya çalışmaktan uzak ve gizli LGBTİ+fobik yaklaşımlara cepheden karşı çıkmak, ortamlarımızda LGBTİ+ kimliğini açıklamayan devrimcileri cesaretlendirmek ve bunun koşullarını oluşturmak temel sorumluluğumuzdur. Kadın devriminin önder gücü olan sosyalist kadınlar olmak üzere bu sorumluluk tüm sosyalistlere aittir.
Faşist rejiminin, LGBTİ+‘ları hedef göstermedikleri bir gün yok. Faşist iktidar bu ülkede tüm ezilenlere olduğu gibi LGBTİ+’lara da düşman. O nedenle LGBTİ+’lara yaşamın her alanında ambargo uygulayıp yasaklarla saldırılarla bastırmaya devam ediyor. LGBTİ+’lar ise yaşadıkları baskının ve nefret cinayetinin nedeninin hetorseksist faşist iktidar olduğunu biliyor. Bu nedenle yürütülen hak ve özgürlük mücadelesi iktidara karşıdır.
Devrimden çıkarı olan LGBTİ+ hareketi ile buluşmak bugünün temel görevlerindendir. Kadın devrimi programında toplumsal bir kuvvet halini alan LGBTİ+ ları, kadın devriminin ittifak gücü olarak tanımlayan sosyalist kadınlar önlerine politik görevler koymalıdır. Bunun bir biçimi LGBTİ+’ların kendi politikalarını üretebileceği çeşitli örgütlerin kurulması iken bir diğer yanı ise var olan veya kurulan örgütlerin politik-örgütsel bakımdan güçlendirilmesi ve desteklenmesidir. Ayrıca LGBTİ+ hareketi ile buluşmayan ve bunu güncel politik mücadelenin konusu haline getirmeyen bir örgütün LGBTİ+fobi ile mücadele iç içe yürütmesi mümkün değildir.
Nefret cinayetlerine refleks göstermek, onur yürüyüşlerinde yer almak, fiili meşru mücadele biçimlerinde birbirimize güven vermek, LGBTİ+ düşmanı politikalara karşı açıklamaların yanında eylem birlikleri oluşturmak da özgürlük mücadelemizde ittifaklığımızın önemli adımlarını oluşturur.
Daha özgür bir yaşam için gökkuşağı bayrağı altında herkese yer var.
Yaşasın Onur, Yaşasın Direniş.
