EV İŞİNE KARŞI ÜCRET / Arzu Demir

Koronavirüs salgını, burjuva ideologların iddia ettiğinin aksine tüm sınıfları eşit etkilemediği gibi, cinsiyetler bakımından da etkisi ve sonuçları farklı oldu. Salgına karşı alınan önlemler, kadınlar bakımından büyük mağduriyetler yaratırken karantina günlerinde artan erkek şiddeti, salgının yaşandığı tüm ülkelerin “normali” oldu. Ev içindeki cinsiyetçi emek sömürüsü, artan erkek şiddetine eşlik etti. Çocukların, yaşlıların, hastaların ve çoğu zaman da işsiz ya da ücretli/ücretsiz izne gönderilen erkeklerin 7/24 evde kalması, kadınların “ev işleri” ve “bakım hizmeti” işini ağırlaştırırken, bazı iş kollarının “evden çalışmaya” geçmesiyle ev; kadınlar bakımından iki işyeri haline geldi. Kadınlar, mesaisi belli olmayan ev işleri ile mesaisi belli olmayan uzaktan çalışma işini bir arada yapmak zorunda kaldı. Kapitalist sistemin “olağan” ya da olağanüstü her durumda kadının cinsiyetçi sömürü biçimi olan evsel köleliğini güçlendirdiği bir kez daha görüldü.
Kadın emeğinin toplumsallaşması ile birlikte, kadının evsel köleliğine ve ev içi emek sömürüsüne dayanan erkek egemen kapitalist sistemin temeli sarsılmaya başlamıştı. Devasa bir sömürü ve dolaylı artı değer alanı olan ev işlerinin ve bakımhizmetinin kapitalizm bakımından hayati önem taşıdığı salgında bir kez daha ortaya çıktı. Cinsiyetçi iş bölümünün sonucu olan ev işleri, sadece kadının cins ezilmişliğinin dayanağı değil aynı zamanda sermayenin varlığını devam ettirmek için muhtaç olduğu sömürü alanıdır. Hem çözülmeye başlayan aile kurumu, hem ev içi emeğin sömürüsü hem de geleneksel cinsiyetçi rol dağılımının devamı için ücretsiz, güvencesiz ve ‘gönüllü’ çalışan ev emekçisi kadınların, emperyalist küreselleşme döneminde kapitalizmin mezar kazıcıları olmaya aday oldukları en yalın haliyle görüldü. Milyonlarca kadın toplumsal yaşamın ve üretimin devamı için ev denilen iş yerindeki emeğinin yaşamsal değerinin farkına varırken henüz bunu temel bir politik mücadele konusu yapmasa bile bu gerçek her bir kadın ve erkek tarafından tescillendi.
Salgınla beraber daha görünür olan ev içi emeğin ücretlendirilmesi talebi, sadece salgının yarattığı ve yaratacağı yıkımın şiddetini azaltıcı değil; doğrudan erkek egemen kapitalist sistemin temelini sarsan ve kadınları saflaştıran talep veya mücadele konusudur.
Evsel köleliğin tarihi
Ev/aile de devlet, ordu ve polis gibi tarihsel kurumlardır. Belirli nesnel koşulların ürünü olarak ortaya çıktılar ve belirli nesnel koşulların ürünü olarak da yok olacaklardır. Ev/aile ile kadın arasındaki ilişki, ya da kadının evdeki rolü, bu tarihsellik içinde değişiklik gösterdi. İlkel komünal toplumda, kadın, sadece soyun devamını sağlaması bakımından değil; topluluğun tüm üyelerinin yaşamasını sağlayacak yiyeceği bulmaktan ya da üretmekten topluluğu bir arada tutacak kurallar dizisini oluşturmaya kadar her yerde belirleyiciydi. Topluluğun kurucu üyesiydi, topluluk ekonomisinin başındaki kişiydi. Toprağın işlenmesi, kadının keşfiydi. Hayvanların evcilleştirilmesi ise yavru hayvanlara kadınların bakımı ile başladı.
“Genellikle evi kadınlar yönetirdi, erzak ortaklaşaydı ama ortak gereksinmeleri karşılamak için kendi payına düşeni getirmekte çok tembel ya da çok beceriksiz davranan zavallı koca ya da zavallı aşığın hali dumandı. Çocukların sayısı ya da ev içindeki kişisel mülkiyeti ne olursa olsun, her an bohçasını alıp defolup gitme emrini almayı bekleyebilirdi.”
Ancak geçim araçlarının üretimi önem kazanmaya ve üretim araçları erkeğin elinde kalmaya başladıkça, kadının “saygın ve özgün konumu” değişmeye başladı. Mülkiyet bütün topluma aitken, önce bir grup erkeğin ve giderek de erkek reisliğindeki küçük toplumsal yapının elinde toplandı. İlk doğal iş bölümünde erkek cinsinin servete yakın olan konumu, toplumsal servetin erkeğin eline geçmesinin düğüm noktasıydı. Erkek üretim araçları üzerindeki sahipliğini, soyun üretimi üzerindeki egemenliğinin bir nedeni ve zemini haline getirdi. Kadının toplumsal konumunu güçlendiren evin anlamı da üretim araçlarının erkeğin elinde birikmesiyle birlikte değişti.
Ev; bu tarihsel süreç içerisinde toplumsal cinsiyetçi rollere dayalı “kadınlığın” kurulduğu mekân haline geldi. Kadının, erkeğin “eşi”, çocuğun “annesi”, kaynana/kaynatanın “gelini” olarak kurulduğu mekân oldu. Kadın bu evde, tutumluluktan aşçılığa, temizlikten anneliğe, gelinliğe, yengeliğe uzanan bitmek bilmez görev ve sorumlulukları yerine getirmekle yükümlü tutuldu. Kadınlığının ve de insanlığının sınav yeri bu sorumluluk ve yükümlülükler kabul edildi.
Ev, elbette “evlilik” ve “aile” kurumları ile anlamını bulur. Burjuva toplum, kadının köle haline getirildiği bu evlerde “evlilik” ile kurulan “modern bireysel aile” üzerinden yükselir. Aile, burjuva toplumda kapalı devre bir iktisat birimidir. Bu iktisadi birimde erkek, patron; kadın ise işçidir. Proletaryanın iki cinsi arasındaki bu ilişki de erkek egemenliğinin sermaye ile ilişkisinin temelidir. Engels’in ünlü alıntısını hatırlatırsak; “Tarihte kendini gösteren ilk sınıf çatışması, erkekle kadın arasındaki uzlaşmaz karşıtlığın karı-koca evliliği içindeki gelişmesiyle ve ilk sınıf baskısı da dişi cinsin erkek cins tarafından baskı altına alınmasıyla düşümdeştir.”
Evde kadın ile erkek arasındaki ilişki, bir baskı ve ezilme biçiminin ötesinde bir sömürü ilişkisidir. Erkek kadını sömürür. Ortada bir artı değer sömürüsü olmasa da durum budur. Çünkü bütün sömürü biçimleri artı değer sömürüsüne bağlı değildir. Evdeki sömürü; cinsiyetçi bir sömürüdür. Burada kadının, ev işlerini yaparken, gönüllü ya da zorunlu olmasının, bu ilişkinin karakterini belirlerken herhangi bir önemi yoktur. Kadın, ev içindeki bu emeği ile gönüllü ya da zorunlu, işçi erkeği, kapitalist üretime katılması için her gün hazırlar. Başka bir deyişle iş gücünü yeniler. Bu yönüyle kadının ev işleri “işgücünü üreten seri üretim bandının bir parçasıdır.” Kadın, ayrıca soyun devamını sağlayarak da iş gücünün yenilenmesi görevini yerine getirir.
Simon De Beauvoir “İkinci Cins” kitabında, ev işlerini, “Sisyphus’un işkencesi”ne benzetir: “Pek az iş, Sysphus’un işkencesine sonsuzca tekrarlanan ev işleri kadar benzer. Temiz olan kirlenir, kirlenen temizlenir, tekrar ve tekrar, günbegün. Ev kadını, zamanın dışındadır; o hiçbir şey yapmaz; sadece şimdiyi sürükler.”
Yunan mitolojisine göre, tanrılar Sisyphus’u, bir kayayı bir dağın tepesine kadar yuvarlayarak çıkarmaya mahkûm etmişlerdir. Sisyphus, kayayı tepeye kadar getirecek ancak tam tepeye ulaştığında kaya yeniden aşağıya düşecektir. Bu, sonsuza kadar böyle sürecektir. Çünkü tanrılar, yararsız ve umutsuz bir çabadan daha ağır bir ceza olmadığını düşünür. Bir kadının, çocukluktan itibaren ömrü boyunca yaptığı ev işleri, tam da Sisyphus’un yaşadığı işkence gibidir ve kadınların duygusal ve düşünsel dünyasında yarattığı tahribat da büyüktür. “Şimdiyi sürüklemek”,“hiçleşme ve değersizlik” duygusundan başka ne üretir?
“Ev işlerinin ne parasal karşılığı vardır ne de manevi değeri… Yaparsınız, yaparsınız görünmez. Sizin yaptığınız köfteyi dışarıdan satın almaya kalktığınızda ise para ödemeniz gerekir. Ev işleri nankördür. Görülmez…”
“Bugüne kadar binlerce çocuğu büyüttük besledik kimse ‘yeter’ demedi. ‘Üç çocuk daha’ dediler. Binlerce kişilik çorba pişirdik, kimse bize aşçı demedi, bu bizim vazifemiz olarak görüldü. Binlerce sökük diktik, kimse terzi demedi aksine ‘çalışmaya devam’ dediler. Binlerce bütçe denkleştirdik, kimse bize ekonomistsiniz de demedi, ‘suyu biriktirin, ekmeği evde yapın’ dedi. On binlerce dert dinledik, kimse ‘psikolog’ demedi, daha fazla anlayış istediler. Biz de onların bu söylediklerine karşı günlerimizi, aylarımızı, yıllarımızı, emeğimizin karşılığını, hayatımızı istiyoruz.“
İki kadının yaşamlarına dair bu anlatımları, ev işlerinin nasıl bir “evsel kölelik” anlamına geldiğini gösteriyor.
Değersiz görülen bu emek, karşılıksızdır da. Çünkü değişim değeri değil, bir kullanım değeri üretir ve ev içinde tüketilir. Ev işi işkolunda ev bir fabrikadır ve kadınlar bu üretim alanında “boğaz tokluğu”na çalışır. Ancak işgücünün yeniden üretimi ile artı değeri belirleyen toplumsal ilişkilere dâhil olur. Kadın evde, erkeğe cinsel hizmet de sunar. Böylece hem emeği hem de bedeni erkeğin tasarrufuna girer. Kadın, erkek karşısında nesneleşir.
“Sadece karşılıksız olmakla kalmayıp, aynı zamanda, toplumca yok sayılır. Ücretlilik, nasıl işçi/ücretli köle için, emeğinin karşılıksızlığının üstünü örten bir örtü oluyorsa, ücretsizlik, ev kölesi için, emeğinin bütün olarak üstünü örten bir örtü olur.”
Ev içi emeğinin ücretlendirilmemesi, kadınların ev dışında katıldıkları toplumsal üretimdeki durumlarını da belirler. “Bu ücretsizlik, bu ücretlendirilmemişlik hali, kadınları gittikleri her yerde, ev dışında bir iş sahibi olduklarında bile takip ediyordu. Gördük ki kadınların ev dışında çalıştıklarında karşılaşabilecekleri durumların kökeninde hiçbir ücret almadan hayatlarını harcadıkları bu yaşam modeli yatıyordu; düşük ücretlendiriliyorlardı ve kadınların bulduğu işlerin çoğu ev işinin birer uzantısı olmaktan ibaretti.”
Ev içi emeğin görünür ve değerli kılınması –ki bunun güncel politik mücadeledeki karşılığı ücretlendirilmesidirmücadelesi, kadınların, yukarıda tanımladığımız evsel köleliğinin temellerine kapitalizm koşullarında yöneltilebilecek en güçlü saldırıdır. Elbette, kapitalizm koşullarında “ev işlerinin” tamamen toplumsallaştırılması mümkün olmayacağı için, kadının evsel köleliğine son verilmesi mümkün değildir. Ancak ev içi emeğin ücretlendirilmesi talebini güncel politik mücadelenin bir konusu yaptığımız oranda, kadın cinsinin ezilmesi ve sömürülmesinin temellerine saldırmış oluruz. Bu talep, kapitalist toplumsallaşmanın evsel köleliğine dayalı egemenlik ilişkileri ile toplumsal cinsiyet ilişkilerinin ve erkek işçi ile burjuva erkek arasındaki erkek egemenliğinde ortaklaşan sınıf işbirliğinin çözülmesi bakımından çok önemli bir yerde duruyor. Böylece kadın, “Erkek egemenliğinin evdeki temsilcisinden ekonomik bağımsızlaşma yoluna girebilir. Bir başka ifadeyle; kadın cinsi, ezilen ulus gibi sömürge yasaları içinde kaybedilmişliğine baş kaldırılabilir, ezilen sınıf gibi doğrudan kendisi için politikaya karışabilir, bin yılların kendiliğindencilik, kader yolu can damarından kesilebilir. Evdeki kadın, şiddete karşı çıkmaktan başka, bir de burada cins bilinciyle buluşabilirdi. Başka bir ifadeyle, evdeki kadının cins bilinci burada açığa çıkabilir.”
Yazının girişinde de belirttiğimiz gibi kadının -ve de erkeğin- toplumsal konumu aile içinde üretilir. Ev/ aile içinde kadının yaptığı ev işlerinin ve bakım hizmetinin, “kadının yaptığı işler” olmaktan çıkartılması, cinsiyetçi rollere büyük bir darbe vurur. Kadının nesneleşmesinin önemli bir boyutu ev içinde harcadığı emeğin görünmezliğinde somutlaşır. Evsel köleliğe son vermek, kadının nesneleşmesine de son vermek anlamına gelecektir. Silvia Federici’nin tanımlamasıyla ev içi emeğin ücretlendirilmesi talebi “Ev işine karşı bir ücrettir” ve “Ev işi ücret bizim için ev işleriyle aramızdaki göbek bağını kesmekti.”
Kapitalizmin gelişmesiyle birlikte ve onun ihtiyaçlarına bağlı olarak, kadınlar -ve de çocuklarucuz iş gücü olarak toplumsal üretime çekildiler ancak kadının evin dışında üretime katılması, ev içindeki pozisyonunda köklü bir değişiklik yapmadı. Kapitalizmin ilkel birikim aşamasından emperyalist küreselleşme aşamasına, kadının evsel köleliği hep burjuva devletler tarafından korundu. Kapitalist üretim sürecine dair hiçbir değişiklik, kadının mahkûm edildiği bu kölelik düzenini radikal olarak değiştirmedi. Kadının toplumsal üretime katılımının en yüksek olduğu içinde bulunduğumuz emperyalist küreselleşme döneminde, çocuk, hasta ve yaşlı bakımı, temizlik, çamaşır yıkama ve yemek pişirme gibi kimi ev hizmetleri sermayenin birer yatırım alanı haline gelerek, toplumsallaştırıldı. Ancak, bu kez de kadınların mücadele talebi ve kazanımı olmaktan çıkarak, sermayenin yatırım yaptığı “bakım hizmeti”ne dönüştü. Cinsellik hizmeti de dâhil olmak üzere kadınların evlerde yaptığı işlerin tamamı, kapitalist ilişkilere “ev dışında” dâhil oldu. Ancak bu değişim, kadının evsel köleliğine tamamen son vermedi. Çünkü ev işlerinin bu toplumsallaşmasının sınırları özel mülkiyet yasası ile belirlendiği için bu toplamsallaşmadan kadınlar için bir özgürlük çıkmadı. Kapitalizm, iş ile ev arasındaki dengeyi, eve doğru bir eğilim ile kurdu. Çünkü ev/aile, burjuva toplumsal düzenin temelidir.
Ev İçi Emeğin Ücretlendirilmesi Mücadelesi
Elbette, “Üretim araçlarının toplumsal mülkiyete geçmesiyle bireysel aile toplumun iktisadi birimi olmaktan çıkar, özel ev idaresi toplumsal bir sanayiye dönüşür. Ancak bu yolla çocukların bakım ve eğitimi ev içi işler bir kamu meselesi haline gelir, toplum ister evlilik içi ister evlilik dışı olsun tüm çocuklara eşit şekilde bakar.”
Kadının evsel köleliğine son verecek olan, özel ev idaresinin toplumsal bir sanayiye dönüşmesidir. Bu da sosyalist sistemde mümkün olabilir. O zamana kadar kadınlar, “evsel köleliğe” devam mı edecekler? Elbette hayır! Evsel köleliğe karşı “ev içi emeğin ücretlendirilmesi” talebi tam da bugünün, şu anın bir talebidir. Birincisi; burjuva toplumun en temel kurucu hücresindeki aile içinde sermaye ile erkek egemenliğinin nesnel zeminine son vererek, cinsiyetçi rolleri sarsacak, “ev işlerinin kadınların doğal görevleri” olduğu fikrini yerle bir edecektir. Neredeyse kadınların biyolojik varlıklarının bir sonucuymuş gibi doğallaştırılan ev işleri ve bakım hizmetinin bir “iş” olarak tanımlanması, bunun kadınların dışında erkekler tarafından yapılabileceği fikrinin güçlü bir zeminini oluşturacaktır. İkincisi; kadının evsel köleliğinin üzerinde yükseldiği zemin, cins çelişkisinin emperyalist küreselleşme ile birlikte daha da keskinleştiği zemindir. Özellikle emperyalist küreselleşme döneminde, kadınların kitleler halinde toplumsal üretime katılmasına karşılık, evsel köleliğin sürmesi, cins egemenliğinin korunması için kadına yönelik her türlü şiddetin uygulamaya sokulması -Türkiye’de bu kadın kırımı haline gelmiştir- çelişkiyi keskinleştirmiş ve derinleştirmiştir. Bu da toplumsal devrimin asli ve zorunlu bir bileşeni olarak, kadın devriminin nesnel zemini anlamına geliyor. Bu güçlü zemin üzerinde ev içi emeğin ücretlendirilmesi mücadelesini yürütmek, cinsel çelişkinin “kapitalizmin dışına doğru, sosyalizme doğru çözülüşünün zeminini, cins mücadelesini ve bu mücadele kısmi kazanımlar elde ettiği oranda, kadın cinsin mücadele koşullarını geliştirmenin bir aracı” haline gelecektir.
“Ev içi emeğin ücretlendirilmesi” talebi ve mücadelesi, Türkiye ve Kürdistanlı sosyalist kadınların gündemine son 10 yıl içerisinde girmiş olsa da, aslında bu talep son 60 yıldır dünya kadın hareketinin talepleri arasındadır. ABD’de bakıma muhtaç çocukların anneleri, 1960 yılında “Yalnız Anneler” adıyla bir hareket başlattı. Hükümetin sosyal politikalarını eleştiren “Yalnız Anneler”, verdikleri hizmet karşılığında ücret ile yoksul annelerin bir işe yerleştirilmelerini istedi. 1970 yılında ise kadınlar konuyu daha sistematik tartışmaya, araştırmaya başladılar. O dönemde yapılan araştırmaların merkezinde, toplumsal üretimde artan kadın işgücü ile kadınların yaptıkları gündelik işlerin ekonomik sonuçları vardı. 1972 yılına gelindiğinde ise Uluslararası Feminist Kolektif üyeleri Selma James, Silvia Federici, Brigitte Galtier tarafından “Ev İçi Emek İçin Ücret Kampanyası” düzenlendi.
Ücretin nasıl belirleneceği ve kimden isteneceği de kadınların yıllardır tartıştığı bir konu. Tartışmalar, bu ücretin belirlenebildiği noktasına ulaştı. 1972 yılındaki kampanyanın başını çeken Selma James “Cinsiyet, Irk, Sınıf” kitabında bu konuya ilişkin çeşitli örnekler verdi. Bu çalışmaların ana eksenini, kadınların ev için emeğinin piyasada yapılan eşdeğerlerinden çıkarılmış rakamlar ile asgari ücret, piyasa maliyeti ve ikame işçi maliyeti gibi yaklaşımlar oluşturuyor
Kadınların ev işleri ve bakım emeğinin piyasadaki değeri hiç de azımsanacak bir rakam değil. Oxfam’ın 2019 raporuna göre, 15 yaş ve üzeri kadınların bedava olarak yaptığı yaşlı ve çocuk bakımının küresel ekonomiye yıllık katkısı 10,8 trilyon dolar. Bu küresel teknoloji sektörünün 3 katı bir rakama tekabül ediyor. İngiltere’de de aynı sektörlerdeki mevcut ücret oranları baz alınarak yapılan araştırmaya göre, ücretsiz bakım ve ev işlerinin değeri 451 milyar pound oluyor. Oxfam belirlenen rakamların ‘asgari ücret’ üzerinden hesaplandığını, bu nedenle bakım ve ev işlerinin değerinin çok daha fazla olabileceğini de belirtiyor.
Belirlenen ücret kimden istenecek? İlk akla gelen, eşler oluyor. Ancak, bu talebin muhatabı devlet, evdeki erkek değil. Çünkü devlet, kadının işgücünün yeniden üretimini yaparak dâhil olduğu artı değerin sahibi olan sermayenin temsilcisidir. Bu nedenle de, ev içinin ücretlendirilmesi talebinin muhatabı kapitalist devlettir.
Türkiye’de TÜİK’in 2016 yılı verilerine göre, ev işleri nedeniyle iş gücüne dâhil olamayan 15 yaş üstü, 11 milyon 303 kadın bulunuyor. Son 4 yıl da bu rakamların, iktidarın kadınları üretimden eve doğru iten politikaları nedeniyle yükseldiğini tahmin etmek zor değil. Bu kadar büyük birnüfusun toplumsal üretimin dışına itilmesinde, “ev işlerinin kadınların doğal görevi olduğu” fikrinin de olduğunu unutmamak gerek. Bu nedenle ev işlerinin ücretlendirilmesi talebi, her şeyden önce bu yaklaşımın yanlış olduğunu gözler önüne serecektir. Çok açık ki, kadınlara özgürlük kapısını açacak iki şey var. Birincisi; ezilme ve sömürülmesinin başlıca nesnel zemini olan evsel kölelik zincirini kırıp toplumsal üretime katılmak. İkincisi, ev işi başta olmak üzere bütün toplumsal emek alanlarının toplumsallaşması.
Ev içi emeğin ücretlendirilmesini savunmak, elbette ki, ev işlerinin ve bakım emeğinin toplumsallaştırılması mücadelesinden vazgeçildiği anlamına gelmez. Komünistlerin, demokratik devrim programında da bu köleliğe son verecek politikanın uygulanacağı belirtilmektedir. O madde şöyledir: “Kadınların evsel köleliğinin ortadan kaldırılması ve ev işlerinin toplumsallaştırılması amacıyla gerekli düzenlemeler yapılacaktır. Engelli, hasta ve yaşlı bakımının kadının görevi olarak görülmesine son verilecektir. Ev emekçisi kadınlar, temel ücret ve genel sigorta kapsamına alınacaktır. Ev emekçisi kadınların toplumsal çalışma alanlarına teşviki için düzenlemeler yapılacaktır.”
“Ev işlerine karşı ücret” mücadelesinin, kadına yönelik erkek şiddetine karşı mücadele ile birlikte aynı önemde ele alınarak yürütülmesi, kadınların özgürleşmesi bakımından önemli bir mücadele olacaktır. Ayrıca, işgücünün yeniden üretimi süreci konusu sadece kapitalizm bakımından hayati değil, deneyimler bu sorunun, sosyalist inşanın da merkezinde durduğunu gösterdi. Tam anlamıyla toplumsallaşmayan “ev işleri”, sermaye ile erkek egemenliğinin üretildiği bir zemin olarak varlığını sürdürdü ve sosyalist yeni insanın inşasını kesintiye uğrattı.
Bu nedenle, hem güncel olarak kadınları, “ev içi emeğin ücretlendirilmesi” talebi etrafında kapitalist devlet karşında saflaştırmak hem de geleceği kazanmak bakış açısıyla hareket edilmesi önemlidir.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir