Kuşkusuz dünya, her insana aynı pencereden görünmez. Bazısı yaşama gözünü pahalı bir özel hastanede açar ve ömrü boyunca yapmak istediği her şey için tüm olanaklar mevcuttur. Bazısı bir gecekonduda oğlan bebek olarak doğar ve üzerinde hak sahibi olduğu tek “şey” o gecekondunun kadınlarıdır ve bu tek hakkını kullanmaktan geri durmaz. Bazısı ise nesillerdir evden öteye gidemeyen gitse gitse “koca izni” ile fabrikanın kapısına gidebilen kadın olacak beden içinde açar gözünü. Kadının tarihi, sınıflı toplumların tarihinden bu yana evin içinde gelişmiştir. Dünyası ev ile sınırlandırılmıştır. Toplumsal üretime dâhil olana kadar toplumsal yaşamın dışında ev işi ile meşgul ve erkeğin kölesi konumunda tutulmuştur. Dışarıda çalışmaya başladıktan sonra da üzerindeki baskı, şiddet ve ev içi kölelik sürmüştür. Erkek egemen kapitalist düzende emekçi kadınlar için siyasete, savaşa katılmak bir yanda dursun, kendi bedeni üzerinde tasarruf hakkı dahi yoktur. Gözlerini yoksul bir evde kız bebek olarak açtığında o gözlere mil çekilir. Rojava yolunda ölümsüzleşen kadın yoldaşların esas hikâyeleri o gözleri iyileştirmeleri ile başlar.
Birinin boşanma davası açmaya karar vermesi, birinin lisede eline aldığı bir kitap, bir diğerinin de yurttaki oda arkadaşını tanımak ile başlıyor hikâyesi. Başka kadınların hikâyesi mülteci kampında kucaklaşma veya EKD’de hiç gitmediği bir emekçi mahalleye adım atması ile ortaklaşıyor. En çok 2013 Haziran’ının barikat başında geçen günlerinde oradan da Rojava devrimine akan yollarda büyüyor o hikâyeler.
2010’lu yıllarda yoğunlaşan erkek egemen burjuva iktidarın kadının adını her yerden silmesi, 3 çocuk dayatması, kürtaj hakkının gaspı, kadının cinselliği üzerindeki baskının artması gibi birçok kadın düşmanı politika kadınlarda ciddi bir öfke yaratıyordu. Kürtaj yasağı karşıtı kitlesel eylemlerle devam eden süreç Haziran ayaklanmasındaki kırmızılı kadını, siyahlı kadını, sapanlı teyzeyi yaratan bir süreçti. Gezi ayaklanması aynı zamanda bir kadın isyanı olarak gelişmiştir, elbette yalnızca nicelikten değil nitelikten de bahsediyoruz. Kadınlar barikatta, komünde, forumlarda; ayaklanmanın her zerresinde özne ve değiştiren olmuştur.
Doğarken gözlerine mil çekilen kadın cinsi, isyanda kendini var etmiştir. Suruç’ta ölümsüzleşen 10 yoldaşımız için de bu geçerlidir. Bazısı 90’lı ve 2000’li yıllarda bazısı ise Gezi isyanı öncesi ve sonrası süreçte kendi kaderini eline almıştır. Kuşkusuz, ayaklanma öncesi günler ve sonraki süreç özellikle de genç kadın kitlelerinde ciddi bir özneleşme düzeyi ve cins bilinci yaratmıştır. Haziran ayaklanmasından yasaklı 1 Mayıslara barikat başında olan kadın kuşağından çok yoldaşımızı yıldızlara uğurladık Suruç’ta. Yoldaşlarımız, erkek egemen devletin kadın cinsine dönük saldırılarının tırmandığı, kadın cinayetlerinin adeta bir cins kırımı halini aldığı böyle bir süreçte özsavunmayı gündemlerine almışlardı. Ölümsüz 10 yoldaştan birçoğu özsavunma eylemleri örgütlemiş, katılmış, özsavunma hakkını kullandığı için yargılanan kadınların yanında, onlara yoldaş olmuştur. Türkiye ve Bakur Kürdistan’da kadın kitlelerinin bilinçlenme, özneleşme düzeylerinin yükseldiği bu dönemde Rojava devriminin bir kadın devrimi olarak gerçekleşmesi tesadüfle açıklanmaz. Bu durum, 21. yüzyılda kadın cinsin kolektif gücünün eriştiği düzeyi gösterir. Kadın devriminin savunusunda, Kobanê serhildanında, ise kadınlar yine sokaktadır.
Rojava Kadın Devrimi Bizim
Suruç katliamında şehit düşen kadınların ortak bir düşü, o düş için koyuldukları ortak bir yolları vardı. Rojava devriminde her biri kendi umutlarından, arzularından bir şeyler buluyor, oraya bir el uzatmak istiyordu. Kadın savaşçılara dönük merak ve hayranlık, katil IŞİD çetelerini yenen irade, kadın ordulaşması, halkçı yönetim, özgürlük… Rojava’da neyi görmüşlerdi?
Rojava devrimi, Ortadoğu’da bölgesel nitelikteki ayaklanmaların sıcaklığı içinde gelişim imkânı bulmuştur. Suriye devletinin bölgedeki siyasal-askeri iktidar boşluğu sorunundan devrimci önderlik ile yararlanan örgütlü ve silahlı bir halkın devrimidir, savaştan doğmuştur. Rojava’da ortaya çıkan ezilenlerin demokratik yönetimidir, kurulan halkçı demokratik iktidardır. İktidar halk meclislerine dayanır ve yaşam bu meclislere dayanarak örgütlenir. Rojava devrimi, ulusal kurtuluşçu bir devrim temelinde başlasa da emperyalist küreselleşme çağında bir zorunluluk olarak da yönünü toplumsal devrime çevirir, halkçı demokratik temelde iktisadi ve toplumsal yaşamın inşasına girişir. Rojava, Ortadoğu bakımından tünelin sonundaki ışık olmuştur, Ortadoğu’nun umut alevidir. Rojava’daki inşa, elbet sosyalist bir inşa değildir ancak sosyalist inşa için gerekli olan zemini hazırlayan halkçı-demokratik temelde bir yönetimdir. Aşağıdan yukarıya örgütlü, meclislere dayanan yönetim yapısı Rojava’da yaşam bulmuştur. Rojava halkı, kendi kaderini kendi eline almıştır.
Ortadoğu halkları için umut olan Rojava devrimi, farklı ulus ve ulusal topluluklara halk meclislerinde demokratik temsiliyetin güvencesini vermiştir. Devrim, farklı din, ulus ve inançlardan halkları devrimin savunusundan toplumsal hayatın örülmesine kadar her alanında yer almasının güvencelerini oluşturmuştur. Kürt, Arap, Ermeni, Süryani, Türkmen halklarımızın evlatları örgütlü biçimlerde devrime katılmaktadır.
Rojava, Kürdistan toprağı olsa da Rojavalı devrimciler tüm ezilenlerin kurtuluşuna adanmış devrimcilerdir. Gösterdiği gerçek ve yarattığı başarı, tüm dünya halklarına cesaret vermiştir. Avrupa’dan Ortadoğu’nun başka ülkelerine, Latin Amerika’dan Afrika’ya enternasyonal devrimcilerin yönünü Rojava topraklarına ve savaşa çeviren devrim 21. yüzyılın enternasyonalizminin de en güçlü örneği olmuş, toprağı başka ülkelerden gelen devrimcilerin, komünistlerin bedeni ile yeşermiştir. Rojava’da silah elde savaşan, iktisadi ve toplumsal yaşamda görev alan nice komünist, nice devrimci vardır. Devrim; dünyadaki ilerici, devrimci, komünistler bakımından bir çekim merkezi halini almıştır.
Rojava’da gerçekleşen, bir kadın devrimidir. Erkek egemen feodal ilişkilerin hâkim olduğu bu coğrafya üzerinde, tüm dünyada savaş ve silah, güç ve yönetim erkek cinsin tekelinde iken elinde silah üzerinde üniforma ile devrim savaşına katılan kadınların devrimidir, Rojava kadın devrimi. Kadın cinsi kendi örgüt ve iradesi ile hem ordusuyla savaşta hem de toplumsal yaşamda kendini var etmektedir, halk meclislerinden savaş ordusuna cins olarak iradesi ile vardır ve devrimin yarısıdır. Kadınlar, toplumsal cinsiyet rollerini yıkmaya soyunmuştur. Kendinden önceki tüm devrim örneklerinden bu yönü ile çok daha ileridedir. Kadınlar, savaşa ve siyasete tek tek katılmaz; toplumun yarısı olarak örgütlenmiştir, tüm kazanımları güvencelidir. Her kurumda, mecliste, organda eş temsiliyet vardır. Özsavunma hakkı yasal olarak tanınmıştır ve özsavunma örgütlü biçimiyle vardır. Eğitim, sağlık, yönetim gibi her alanda, gerçek eşitlik sağlanana kadar kadına çeşitli pozitif ayrıcalıklar tanınır. Toplumda kadının özgür olduğu propaganda edilir.
21.yüzyılın Rojava ışığı, dünyadaki işçi, emekçi, yoksul, kadın, sömürge uluslardan, LGBTİ+dan insanların zihin ve yüreklerinde yakılabilmiştir. Türkiye ve Bakur Kürdistan’da ise halklarımıza ulaşan o devrim ışığı Haziran ayaklanmasının etkisi ile buluşmuş ve devrimci olanakların çok güçlü bir haline gelmiştir.
Gezi’den Rojava’ya Uzanan İsyan
Sosyalist Gençlik Dernekleri Federasyonu’nun (SGDF) “Beraber Savunduk Beraber İnşa Edeceğiz” şiarlı Kobanê inşa kampanyası, devrimin ve halkçı demokratik inşa sürecinin yazıda anlattığımız düzeye eriştiği bir zamanda örgütlenmemişti. SGDF, bu kampanyayı, Türkiye faşist devleti destekli katil IŞİD çetelerine karşı savaşta zafer kazanılmış ve her yönü ile Rojava’da inşa hızlanmışken örgütlemişti. Gezi’nin çocukları ile Kobanê’nin çocuklarını buluşturmak, Türkiye ile Kürdistan devrimlerini birleştirme amacıyla, Zap suyuna köprü kuran devrimcilerin izinden Rojava’ya, devrime uzanan bir köprü kurmak için hareket ettiler, enternasyonalizmi rehber edindiler. Devrimcilik yaşamı boyunca bir gün yolu SGDF’den geçmiş komünistler, IŞİD çetelerine karşı Rojava devriminin savunusuna silahıyla katılıyor ve şehit düşüyorlardı. Yoldaşlarımız Rojava’ya, ayaklarında Haziran ayaklanmasının, 6-7 Ekim serhildanının tozu toprağı ile varıyordu. Yalnızca sosyalist gençlik saflarından değil, Türkiye ve Bakur Kürdistan’daki devrimci-demokrat gençlik saflarından ve dünyadan devrime bir akış vardı. Suruç’ta ölümsüzleşen 33 düş yolcusu, öfke ve umut ile izliyordu Rojava’yı. Gidenleri, özlüyor ve onların adına seviniyor, şehitlerimizin cenazelerini omuzluyordu.
Gençlik kitleleri, 2013 Haziranı’nda hem kendi durumuna takla attırmıştı hem de gençliği izleyen kesimleri apolitik olarak nitelendirilen ve örgütlemekte zorlanılan gençlik, biriktirdiği ile sel olup aktı Gezi’de. Akmak ile de yetinmeyip akıttı, ön açtı. Gençlik kitleleri ayaklanmada oynadığı rol ile toplumun bilincinde bir etki yakaladığı gibi ayaklanma içinde de gençliğin bilincinin yükseldiğini söylemek gerekir. Ayaklanmanın mekanizmalarında örgütlenme, devrimci örgütlerle tanışma, barikatta direnmenin neleri değiştirebileceğine şahit olma… Sonraki süreçlerde de eylemlerde barikat başında, Rojava’da, savaşa akarken, Kobane için serhildanında gördüklerimiz; Gezi’nin çocuklarıdır.
Sosyalist gençler, Türkiye ve Kürdistan devriminin güncelliğini ve bu iki devrimin buluşması gerekliliğini görmüştü. Devrime dokunmak ve gençlik kitlelerini devrimle buluşturmak amacıyla hareket etmişti. Haziran ayaklanmasında milyonların bilincinde gelişen devrimin güncelliği ve gerçekliği, sözü ve eylemi ile durmaksızın Rojava devrimine bağlandı. 2015 yazında tüm gençlik örgütlerinin politik faaliyeti yaz kampı ile sınırlı iken sosyalist gençlik, Türkiye ve Kuzey Kürdistan gençliğini Rojava devriminin inşasına çağırmaktaydı SGDF, salt Gezi’nin çocuklarını Rojava’ya götürmeyecekti; Rojava devrimini de Batı’ya taşıyacak, Gezi ile aydınlanmış kitleler ile buluşturacaktı. Bu ayırt edicilik ve sürecin devrimci okunuşu gençlik kitleleri tarafından cevapsız kalmadı. Sosyalist gençlik, yüzlerce ezileni Kobanê’nin yolunda birleştirdi ve 300’ü aşkın düş yolcumuz enternasyonalist dayanışma ile yola düştü
Düş Yolcusu Kadınların Kendi Devrimleri
Suruç katliamında şehit düşen 10 kadın yoldaşı birleştiren daha özgün taraf ise Rojava’nın bir kadın devrimi olmasıydı.
Katliamın üzerinden beş yıl geçti. Suruç’ta ölümsüzleşen kadın yoldaşlarımızın yaşamlarının, düşlerinin ve iddialarının büyüklüğü, kadın özgürlük mücadelemizin tam ortasında soluk olmaya devam ediyor.
Büşra’nın; kadın çalışmalarına önce mesafeli yaklaşıp sonra, Rojava kadın devriminin de etkisiyle toplumsal cinsiyetçi rollerini sorgulayışından ve kadın özgürlük mücadelesi ile güçlü buluşmasından, örgütlü mücadeledeki ısrarından, hem değişmek hem de değiştirmek için Kobane’ye gidişinden,
Polen’in; tereddütlerinden, korkularından ve çelişkilerinden damıttığı öfke ve cesaretle barikat başlarını tutuşundan, özgürlük tutkusundan, erkek egemenliğinden esirgemediği meşhur tekmelerinden,
Hatice Ezgi’nin; kadın özgürlük mücadelesi ile kurduğu güçlü bağdan, yaşamının her anına yön veren cins sorgulamalarından, kendi içsel devrimi ve kendi özgürlüğünün de adresi olarak gördüğü Rojava kadın devriminin teorisi ve politikasını kavrayış düzeyinden,
Ece’nin; okuma, araştırma, sorgulama ve değişim gücünden; Rojava devriminde kadınların zor araçlarıyla kurduğu bağı; doğup büyüdüğü ve devrimci faaliyet yürüttüğü Kadıköy sokaklarına kızıl sopalarıyla taşımasından,
Duygu’nun; erkek şiddetinin pek çok biçimini yaşamak zorunda kalmış olmasına rağmen kendi yaşamından başlamak üzere karşı çıkmayı, direnmeyi ve ayakta kalmayı devrimci yaşayışla buluşturmasından, topuklu ayakkabısı ve ojeli tırnaklarıyla Gezi’deki direnişinden,
Aydan Ezgi’nin; Karadenizli hetero bir devrimci olarak ezilen cinsel kimliklerin özgürlük mücadelesinde kendini var edişinden, cesareti, kararlılığı ve özgüveninden,
Ferdane’nin; Abhas bir kadın olarak sosyalist mücadelede sade ve mütevazı kişiliği ile yer alışından, her iki çocuğuyla birlikte Kobanê’ye yola çıkarken bildiği öğrendiği ne varsa Rojava devrimine seferber etmek isteyen paylaşımcılığından,
Nazegül’ün; yaşına ve sağlık sorunlarına aldırış etmeden Rojava devrimiyle buluşmak isteyen heyecanından, yola çıkmadan ailesiyle yaptığı vedalaşma konuşmasına da yansıyan kararlılığından,
Nazlı’nın; Liceli yoksul bir genç kadın olarak henüz tanıştığı sosyalist fikirlerin heyecanı ve mutluluğuyla sınırsızca buluşmasından,
Nuray’ın; milliyetçi bir ailede başlayan serüvenini, üniversitede kendi ulusu dışında kadınlarla temas ettikçe hızlı sorgulayışından ve güçlü değişiminden öğrenmeye devam ediyoruz.
Ne bıraktıkları miras ne de onların yaşamı sayfalara sığmaz elbette. Ancak kadın yoldaşlarımızın eylemini anlamak ve yaşamları üzerinde yükselttikleri düşü sahiplenmek hepimizin görevi. Bu görev, Suruç katliamından sonra Rojava’ya savaşa akmaya devam eden, İstanbul’da, İzmir’de, Adana’da, Amed’de ve birçok kentte her biçimde hesap soran, polis barikatı karşısında direnen, hücum eden kadınlar, genç kadınlar, devrimciler tarafından benimsenmiştir.
Suruç’ta şehit düşen 10 kadın yoldaşın yaşamları ve eylemleri, kadın cinsini köleleştiren erkek egemen sisteme bir cevap niteliğindedir. Bugün işgale direnen devrim ve saraya direnen halklar var. Suruç’ta kaybettiklerimizin kadın yoldaşlar ve kitleleri bugün sokakta mücadeleye devam ediyor.
Kadın cinayetleri, erkek devlet şiddeti ve yargı bir cins kırımı yolunda ilerlerken, Erdoğan ve Soylu itaat etmeyen kadınlara her türlü saldırı politikasını sürdürürken; Las Tesis dansı ile devlete tecavüzcü olduğunu söyleyen, 8 Mart’ta İstiklal Caddesin’nde yürüme iradesini ortaya koyan genç kadınların varlığı, Suruç’ta ölümsüzleşenlerimizin yanı başımızda olduğunun ve o direniş kuşağının serpildiğinin kanıtıdır
